Hollanda’nın meşhur “lale”si solsa da, “Portakal” suyunu çekip tadı kaçsa da, Avrupa futbolunda, hatta Dünya futbolunda büyük saygı görüyor... Yakalandığı “krize” rağmen bizim maç dahil, her maçın favorisi olarak boşuna gösterilmiyor...
Böyle bir rakibi yenince, daha üç gün önce “nasıl oldu da bu Letonya’ya puan kaptırdım” diye dertleniyorsun... O Letonya ki, krizde olsa bile Hollanda’nın yanında, “Bamya’dan mermi” bile değil...
Hocalar başta, herkes söylüyor. Futbolda kalite önemli... Mücadele önemli... İkisi birleşti mi, yenemeyeceğin rakibin, deviremeyeceğin takım kalmaz. İşte örnek; Oğuzhan o gol vuruşunu, kaleciye de nişanlıyabilirdi. Ama baktı, topun altına girdi, köşeye bıraktı. Kalite bu. Mücadele dedik. Allahaşkına savunmamıza, özellikle savunmanın göbeğine bakın. İlk topa biz hamle yaptık, bir adımlık geniş alan bırakmadık. Öyle bir duvar ördük ki, Berlin Duvarı yıkıldı, bizim savunma duvarı yıkılmadı. Savunma duvarı deyince, sanmayın ki “Çanakkale geçilmez” demek istiyorum. İki duran top, iki kafa vuruşu dışında pozisyon bile vermedik.
Hollanda baskılı oynadı, topu ayağında tuttu ama bizi zora sokmasına fırsat vermedik. Her Hollanda atağında 7-8 oyuncu ile
Kendimizi kandırmaya, gerçeklere gözümüzü kapamaya devam ediyoruz... Biz bu kafayla, bu anlayışla kimseyi yenemez, hiçbir organizasyona gidemeyiz... Lafı uzatmaya gerek yok... Kestirmeden soruyorum; “Koca Türk futbolu son 5 yılda Milli Takım’a hangi oyuncuyu verdi...”
Düşünmek serbest, cevabı can sıkıcı... “Bir Ozan, gerisi tufan...”
Son 5 yılda, belki daha da uzun yıllar, Milli Takım onbirine sadece bir oyuncu verebilen bir ülkenin futbolunun seviyesinden, gelişmişliğinden, iddiasından sözedemezsiniz... Çok açık, çok basit; Ektiğimizi biçiyoruz...
Avrupa’nın en pahalı 6. ligi, tamam... Transferde dönen milyon eurolar, tamam... Peki nerede üretim, nerede gelişim... Yakın bir dönemde gurbetçilere sırtımızı dayadık, onları tükettik, bizde yenisi yok... Ne olacak o zaman?
Türkiye’de gerçek bir “kalite” sorunu var... Açık konuşalım, insan kalitesinde sorun var... Başkanı, yöneticisi, futbolcusu, teknik adamı, seyircisi ve medyası ile toptan bir kalite sorunu var... Türkiye’de belediyelere bile sıradan bir işci alırken sınava sokuyorsunuz, belli kriterleri var, ama bir kulübe başkan olmak için en ufak bir kriter yok... Bilgi, beceri, eğitim hiçbiri yok... Yöneticiler için de
Maçı izlediniz, büyük ihtimal tekrarını gördünüz, yorumları okuyorsunuz... O zaman ben başka sulara doğru yelken açayım. Hiç unutmam, bir dönem play-off rakiplerimiz arasında Letonya vardı...
Gözümüze kestirmiştik: “Çek bir Letonya” diye manşetler attık... Çektik o Letonya’yı... Ne oldu, adamlar finale gitti, biz ense tıraşımıza baktık...
Sanki Alman liginden, İspanya liginden milli takım kuruyoruz da her takımı çantada keklik görüyoruz.
Bu ülkenin üç takımı daha bu sezon bir akşamda Avrupa hayallerine veda etti... Fenerbahçe Şampiyonlar Ligi’nin, Trabzonspor ile Başakşehir Avrupa Ligi’nin dışında kaldı...
Arda’ya canlı yayında “Bizim lig Avrupa Ligi’nin neresinde” diye sorduğumda bir iki adım gerisinde demesini bekliyordum, “Rusya’nın gerisinde” dedi.
Bizim futbol kumaşımızda bir eksiklik var. Biçiyoruz, dikiyoruz, giyiyoruz, bir yerimiz açıkta kalıyor.
Önümüzü kapatsak, arkamız sırıtıyor, arkamızı kapatsak, önümüz açık veriyor.
Fenerbahçe’de çok güçlü bir kadro var... Ancak bu güçlü kadrodan sahaya yansıyan güçlü bir takım henüz yok... Denilebilir ki, daha dün bir, bugün iki... Öyle de, Fenerbahçe üçü Avrupa maçı, bugüne kadar 10 maç oynadı... Artık bir oyun anlayışının, bir futbol felsefesinin gelişmeye başlaması gerekmez mi?
Fenerbahçe’nin ne oynamaya çalıştığı henüz belli değil... Bu bakımdan son dakikada gelen Van Persie golü, bir golden çok daha fazla anlam taşıyor... Düşünün elinizde Nani var, Van Persie var, Sow var, Fernandao var, Diego var, var da var... Ama bu gol olmasa üç Avrupa maçını “sıfır” golle tamamlayacaksınız... Bu gol, onun için bir golden daha fazlası... Bu gol Van Persie’ye moral vermek, O’nu daha çabuk hazır hale getirmek için, gerçekten bir golden daha fazlası. En önemlisi, tur için bir golden daha fazlası...
Ama şu unutulmasın... Biz galibiyet gelince eksiklerimizi çabuk unutuyoruz. Unutmak bir yana, iyi de gaz veriyoruz... Kabul edelim ki, Fenerbahçe henüz güçlü kadrodan güçlü bir takım yaratabilmiş değil...
Nani, geçen yılın “paslanmışlığını” üstünden atıp, içindeki futbol cevherini henüz ortaya çıkarmış değil... Sow’un vücudu, duygusu, aklı sanki maçta değil...
Futbolcu parlatmak konusunda Şenol Güneş’in kimsede olmayan bir ayrıcalığı var. Bir futbolcu sezon başı ne kadar iyi çalışırsa çalışsın bu kadar fark yaratmaz. Demek ki Şenol hoca, sadece vücutlara değil, kafalara da çalıştı
Hazırlık maçları, kamplar hikaye... Yarış olmadığı sürece bunlar sabun köpüğü... Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor’un kapışmadığı platform, allame-i cihan olsa nafile...
Yine döndük ligimize, yine karşımıza aldık duayenimiz Şansal Büyüka’yı... Sizi de çok özlemişiz ağabey... Lig, Fenerbahçe ile başladı ama biz sondan gidelim, Beşiktaş’ın muhteşem skorunu şöyle bir analiz edelim.
Sahada şahlanan Oğuzhan da, Cenk Tosun da, birçok oyuncu da Bilic’in kadrosundaydı. O günle bugün arasında ne değişmiş ki... Mersin ile aynı sıklette olmamaları bu kadar fark eder mi?
At sahibine göre kişner sözü boşuna söylenmemiş. Şurası kesin; futbolcu parlatmak konusunda Şenol Güneş’in kimsede olmayan bir ayrıcalığı var. Bir futbolcu sezon başı ne kadar iyi çalışırsa çalışsın bu kadar fark yaratmaz. Demek ki Şenol hoca, sadece vücutlara değil, kafalara da çalıştı. Oğuzhan’da, Cenk’te, hatta Olcay’da ciddi bir “özgüven” patlaması görüldü. Zaten bunu
İlk maçın ardından yazılanları okudukça gözlerime, konuşulanları duydukça kulaklarıma inanamadım... “Şimdi onlar düşünsün”, “Eleriz geliriz”, “Bu maçı bana bırakın...”
N’oluyoruz kardeşim, mahalle takımıyla mı oynuyoruz... Karşında ilk maçı golsüz bitiren, Avrupa kupalarına “abone” bir takım var. Açıklamalara bakıyorsun şahane, futbola bakıyorsun hikaye... İddia iyi de, bu kadarına “uçmak” denir. N’oldu? Lafla peynir gemisi yürümedi.
Nani diyorsun, Diego diyorsun, Kjaer diyorsun, Sow diyorsun... Diyorsun da diyorsun... Bu oyuncuların kariyerlerine saygılar... Peki ne oynuyorlar? Orasını sorma... Yok Van Persie olsaydı, kenarlar iyi kapansaydı, orta saha kalabalık tutulsaydı... Bütün bunlarla kendimizi kandırmayalım. Koca bir takımın tek bir oyuncusu bile normal çizgisini yakalayamazsa, bırakın Avrupa maçını kazanmayı, lig maçını bile kazanamazsın.
Allah aşkına gerçekçi olalım... Koca Nani... Yerine yerli bir oyuncu olsa, bu formuyla oynayabilir mi? Takımın en iyisi denilen Sow, nerede? O da yok... Caner’i hep hücum aksiyonları ile öne çıkarıyoruz. Bir de savunmasına bakın... O ilk golde bir rakip bu kadar boş bırakılır mı, bu kadar rahat orta yapmasına izin verilir mi?
Fenerbahçe paraları bastırdı, yıldızları aldı... Ama parayı bastırsan da “zamanı” alamazsın... Shakhtar üç aydır, Fenerbahçe üç haftadır sahada... Üstelik “yıldızlar topluluğunun” karşısında, şöhreti Avrupa’ya yayılmış bir “sistem takımı” vardı... Nitekim futbolun kuralı değişmedi... Yıldızlar topluluğunun değil, sistem takımının istediği oldu...
Fenerbahçe’nin gerçekten yıldız seviyesinde değerli oyuncuları var... Ama şu unutulmasın, değerli oyuncular, önemli işler yapmazsa o maçı kazanamazsın... Pereira, “cesur” olmaktan öte, belki de “macera” sayılabilecek bir anlayışla ne kadar hücumcusu varsa sahaya sürdü... Gördük ki, çok hücumcu ile oynasan da, çok pozisyona giremiyorsun...
Diego çok çalıştı, “kırılma anı” diye aklımızda kalan tek pozisyonu olmadı... Nani, ilk yarı çabaladı, sanki bu yarı sonunda soyunma odasında kaldı... Van Persie sahneye bile çıkamadı... Fernandao çok çalıştı, çok uygun bir kafa vuruşunu dışarı vurdu... Sow zaten maça gelmemişti...
Bu kadar değerli oyuncunuz, önemli tek bir hareket yapamazsa, bir “kırılma dakikası” yaratamazsa, o maçı kazanamazsınız...
Shakhtar için “yıldız oyuncuları gitti” diyoruz... Oysa Alex Teixeira’nın, stoper
Kupa finalini Galatasaraylı dostlarla birlikte izledik... Ama öyle normal Galatasaraylı değil... Sıkı Galatasaraylı dostlarla... Maç öncesi beni eleştiri yağmuruna tuttular... Suçum, Maraton programında, Burak Yılmaz’ı “yılın karmasına” koymam... Aslında Burak Yılmaz da son röportajında söyledi... Bu kadar gole, bu kadar mücadeleye rağmen, Galatasaray seyircisine bile kendini kabul ettirmekte zorlanıyor.... Maç bitti, maç öncesi “Burak Yılmaz, nasıl yılın karmasına girer” diye beni eleştirenler, o sıkı Galatasaraylı dostlar, maç sonu Burak Yılmaz’ı öve öve bitiremiyorlardı...
Futbol böyle garip bir oyun... O kadar derin taraftarlık duyguları var ki, bırakın rakip takım oyuncusunu, kendi takım oyuncularını bile yerden yere vurabiliyorlar... Bir dakikada kahraman yapabiliyorlar.... Ama gerçek değişmez; Burak Yılmaz bu ülkenin en önemlli golcüsü, en değerli oyuncularından biri... Maç başladığında Galatasaray henüz şampiyonluk kutlamalarından, gece kulüplerinden, dans pistlerinden Atatürk Stadı’nın zeminine dönmemiş gibiydi... İlk 15 dakika feci sallandı... Öyle ki, bu 15 dakikada, Bursaspor yüzde 50 tenzilatlı oynasa bile gene 2-0 öne geçerdi... Ama bu dakikalarda kaleci Sinan,