Diego ile başlayıp Diego ile bitirmek lazım ama, maça bu kadar etkili, bu kadar iyi, bu kadar çarpıcı başlayan koca bir takıma haksızlık etmeyelim... Önce “Yiğidin hakkını yiğide” verelim... Saha Gaziantep’deki gibi “rezil” olmayınca, büyük kariyerine rağmen hızlı futbolun “el freni” gibi görünen Nani ilk onbirde yer almayınca Fenerbahçe maça olağanüstü bir başlangıç yaptı... Öyle ki, “Pirana” balıkları gibi rakibini yedi bitirdi... Nereden başlayım diye düşünmeme gerek yok, Markovic’ten başlamalıyım... Bizim kulüplere örnek olmalı... Sırf kariyeri var diye ağır aksak oyuncular alacağımıza Markovic gibi, kariyerinin başında olan ama hızıyla, mücadelesiyle tutulamayan oyuncuları bulup getirmek gerekiyor... Unutmayalım dünya futbolu artık “daha hızlı, daha çabuk” diyor... Bu anlayışın çarpıcı bir örneği Markovic...
Gökhan Gönül abartısız futbol hayatının en parlak günlerini yaşıyor... Gol Markovic’e yazıldı ama o golün gerçek sahibi Gökhan Gönül... Gerçek anlamda yoktan var ettiği bir pozisyon... Şener oynuyordu, “Gökhan oynamıyor” diye üzülüyordum, şimdi haklı olarak Gökhan oynuyor “Şener’e yazık oluyor” diye düşünüyorum... Benzer bir durum solbek içinde geçerli... Hasan Ali
Beşiktaş bu sezon çoğu maçta öne geçti ve sonraki dakikalarda rakip kaleyi “deli dalgalar“ gibi dövdü... Ancak gene bu sezon geriye düştüğü üç maçı kazanamadı ve iki beraberlik bir yenilgi aldı... Akhisar karşısında da daha oyunun başında mağlup duruma düştü ve geriye düştüğü diğer maçlarda olduğu gibi bu maçı da kazanamadı...
Aslında Akhisar tam anlamıyla savunma futboluyla kazandı... Son yarım saatte yaptığı pas oyunu dışında Beşiktaş‘ın baskısını kendi ceza alanına yığılarak karşılamaya çalıştı ve bunda başarılı oldu... Bu anlayışa ister “etten duvar“ deyin, ister “Çanakkale geçilmez“ deyin.
“Çanakkale geçilmez“ derken, “Douglao geçilmez“ etiketini de ekleyip Brezilyalı oyuncunun hakkını teslim edelim... Beşiktaş maç boyunca 14 korner attı, her kornere ortalama 5-6 oyuncu ile gitti... Toplamda Beşiktaşlı 70-80 oyuncu maç boyu bu kornerlere vurmaya çalıştı... Ama abartısız bu kadar kornerde, bu kadar kalabalık Beşiktaşlı arasında her hava topuna Douglao vurdu... Caner‘i de yanına katarak, “uçana kaçana” vurdular... Kaleci Lukac’ın da hakkını teslim edelim de, Beşiktaş 24 şutla sezonun rekorunu kırarken bunlardan sadece altısı çerçeveyi buldu... Onlar da Lukac’ın canını
Aklın yolu Denizli... Otoriteyi kurmak, Florya’da düzeni sağlamak ve en önemlisi futbolculara kaybettikleri özgüveni kazandırmak adına Denizli’den daha iyisi olmaz. Kupalara alışkındır ama bana göre bu sezon üç kupa çok zor
Ligden bir hafta uzaklaştık, bir anda nelerle karşılaştık. Üç kupa kazandıran, dördüncü yıldızı getiren Galatasaray’ın medar-ı iftiharı Hamza Hamzaoğlu gitti, diğer gururu Mustafa Denizli geldi.
Duayenimiz Şansal Büyüka ile söyleşimize başlarken, ilk sorumuz, Hamzaoğlu için oldu. Bir Umut mu buralara getirdi bu işi!
Sevgili Bilal “ecel geldi cihana, baş ağrısı bahane” diye meşhur bir özdeyiş var. Hamza Hoca’nın ayrılışında da Umut meselesi falan bahane... Hoca’nın dik duruşu, yönetime rağmen bazı açıklamalar yapması, özellikle yönetimdeki genç kuşağın isteklerini görmezden gelmesi ipleri kopardı. Galatasaray’ın son dört hocası Fatih Terim, Mancini, Prandelli ve son olarak Hamza Hamzaoğlu görev sürelerini tamamlamadan ayrılmak zorunda kalıyorlarsa, demek ki Galatasaray Yönetimi adına yanlış giden şeyler var.
Bütün kabahat bu giden hocalarda mı? Herkes yanlış, herkes suçlu da, bir yönetim mi kusursuz... Hocalar gidebilir, futbolun doğasında var bu... Ama
Fenerbahçe bu sezonun en iyi başlangıcını yaptığı maçı oynadı... Bu başlangıca bakıp “Mersin çok kötüydü“ demek, Fenerbahçe’yi “kötüden besleniyor“ gibi göstermek, açıkçası hakça bir yorum olmaz... Fenerbahçe bu maçla birlikte hocasının ifadesi ile “hiç pozisyon vermedik” görüntüsünden, “ne çok pozisyona girdi” görüntüsüne geçti...
Fenerbahçe doksan dakika içinde bulduğu üç golü, daha ilk 15 dakika içinde bulabilirdi... O kadar iyi, hızlı, iştahlı ve dikine oyun anlayışıyla maça başladı. Özellikle Nani’nin “çalım illetinden” kurtulup, “tek top” anlayışına geçmesi, Fenerbahçe‘nin hızlı hücumlarına büyük katkı sağladı.
Geldiği günden beri en etkili maçlarından birini oynayan Diego’yu gördüm... Geçen haftayı zor bitiren Alper, bu defa çok diri, çok hareketli ve çok yararlıydı... Özellikle Fenerbahçe ilk yarıda topuyla tüfeğiyle hücum ederken, savunmada da rakibine hiç fırsat tanımadı... İlk gol zaten bu oyun anlayışını ortaya koydu... Savunma özellikli sayılabilecek Mehmet Topal yoktan yarattı, sol kanat savunmacısı Hasan Ali tamamladı...
Fenerbahçe’de hızlı hücum için, daha fazla pozisyon bulmak için Nani’nin Mersin maçındaki “tek top” anlayışını ısrarla sürdürmesi lazım...
BİLAL MEŞE sordu DUAYEN cevapladı
ŞANSAL BÜYÜKA ile DOBRA DOBRA
Fakirin tavuğu tek tek yumurtlarmış! Ama Fenerbahçe ligin en zengin kulübü! Ve, bu tek goller sayesinde lider Beşiktaş’ın ensesinde... “Kazanan haklıdır” derler ama Pereira bir türlü “haklı” sınıfına geçemedi. Konya karşısında bir Hasan Ali ortaya çıkmasa, Fernandao ayağını koyamasa seyreyleyin gümbürtüyü...
Bir çok kişinin “kötü futbol” dediğini, Pereira “taktik” olarak değerlendiriyor. Sizin düşünceniz nedir?
Ne taktiği Bilal... Fenerbahçe seyircisi bile tribünlerde “Yeter artık, saldır” diye bağırıyorsa neyin taktiği bu... Pereira geldiği gün “golü düşünen, bol pozisyon yaratan bir Fenerbahçe” sözü vermişti. Şimdi Fenerbahçe’nin bol pozisyon yaratması unutuldu, “Pozisyon vermiyoruz”a dönüldü. Müthiş bir çelişki... Fenerbahçe’de söz savunmanın ama bunu seyirciye kabul ettiremezsiniz. Fenerbahçe’nin 50 yıllık futbol hücum klasiği ne oldu da “pozisyon vermiyoruz, gol yemiyoruz”a döndü. Ayrıca böyle geniş bir kadro savunmayı iyi yapıp , hücumu zenginleştiremez mi? İkisini bir arada yapamaz mı? Daha kısıtlı kadrosu olan takımlar bunu yapıyor da Fenerbahçe niye yapamıyor? Ayrıca ben Pereira’dan başka Fenerbahçe’nin
Elinizi vicdanınıza, kendinizi Volkan Şen’in yerine koyun... Üç gün önce Ajax maçında sonradan oyuna girip rakip savunmada adeta 9 şiddetinde deprem yaratmışsın. Dönüp geliyorsun, daha ilk maçta kulübeye mahkumsun... Hocaya inancın, adalet duygusuna güvenin, oynamaya hevesin kalır mı?
Buna rağmen özellikle ilk yarıda belki de ligin en baskılı oyununu oynadı Fenerbahçe... Ancak bu baskıya rağmen gol pozisyonu bulamadan bu yarıyı tamamladı... Niye böyle oluyor... Şunu söyleyelim ki, bu geniş, kaliteli ve derin kadroya rağmen Fenerbahçe’nin Sneijder gibi, Oğuzhan gibi sağa bakarken topu sola atan, bir ara pasla rakip savunmayı topluca taca çıkaran bir oyuncusu yok...
Defansın arkasına bir top bırakmazsan, aynı topu ön direğe kaldırmazsan, arka direkte buluşturmazsan bu Van Persie ile Fernandao nasıl gol atacaklar... Tamam Van Persie de, Fernandao da iyi değiller, hatta kötüler de, en azından ölü değiller... Vermezsen, alamazsın... Van Persie ile Fernandao’nun dramı bu...
Fenerbahçe’de Mehmet Topal ile Souza mücadele eden, rakibi bozan oyuncular... O işi iyi yapıyorlar... Sıkıntı oyun kurmakta... Topu taşımakta, rakibi eksiltmekte, her fırsatta şut atmakta, rakip savunmanın
Galatasaray beraberlik golünü attığında maçı birlikte izlediğimiz arkadaşlarımız “Beraberliğe razı değiliz. Bu Benfica’nın Galatasaray’dan ne fazlası var, kazanırız” umudunu taşıyor, bunu pek de iyi olmayan Galatasaray’a rağmen söylüyorlardı... Gerçekten de, duygusallıktan uzak, taraftarlıktan uzak, elimizi vicdanımıza koyup konuşalım; şu Benfica’nın Gaitan’ı bir tarafa bırakın Galatasaray’dan ne fazlası var... Hiç yok... Ama sorun Benfica sorunu değil, Benfica zaten iyi değil...
Sorun Galatasaray’da... Bir klasik olan, bir kaliteye adını veren Muslera’yı baştacı yapıp, diğer futbolculara bakıyorum... Golü atmasına rağmen Podolski, Sneijder, diğerleri, hangisi normal seviyesinin üstüne çıkabildi... Aslantepe’nin çimlerine formalarınızı koysanız zaten kazanıyorsunuz... Bu kulüp bu kadar parayı, bu kadar umudu Avrupa için harcıyor... En azından bu maçta yoktunuz... Bir anlamda en kilit, en önemli maçta yoktunuz... İçerdeki Astana maçını düşündüğünüzde, Lizbon’dan alacağınız üç puanla bir üst turu neredeyse garanti altına alacağınızı bilmenize rağmen yoktunuz...
Burak Yılmaz da gol adına, hatta gol girişimi adına en ufak birşey yapmadan, yapamadan oyundan çıktı... Allah aşkına
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın Galatasaray maçını seyrederken çekilmiş bir fotoğrafını gazetelerde görmüştüm... Başkan ellerini bağlamış, belli ki sıkıntıdan sanki “totem“ yaparak maçın bitmesini bekliyor... Hadi rakip Galatasaray, bu normal diyelim... Ama bir hafta sonrasında Fenerbahçe’ye gönül verenler, “maç bitsin“ diye adeta totem yaparak, korku içinde yeni bir doksan dakikanın bitmesini bekliyorlarsa bu işte bir yanlış, belki de birden fazla yanlış var demektir...
Galatasaray maçı böyle... Osmanlıspor maçı böyle... Son yarım saatlerde mahkumsun... Baskı yiyorsun, topu tutamıyorsun, rakibin oynamasına izin veriyorsun... Hadi öndeyken doğal olarak sonucu koruma duygusuna kapılabilirsin... Oysa ikinci bir golü arasan, fişi çekebilecek pozisyonları yakalasan, sahada rahat edeceksin, ekran başındaki, tribündeki taraftarlarına huzur vereceksin...
En önemlisi, bu kadar yatırım yapılan bir takım, bundan daha iyisini yapmak, kalitesini ortaya koymak zorunda... Ligin 10. haftası geride kalıyor, Fenerbahçe halen o kalitesini yakalamış değil... Düşünün, son yarım saatte rakibine yüzde 54’e 46’lık bir topla oynama üstünlüğü veriyorsun... Son 15 dakikada bu oran yüzde 57’ye 43 oluyor...