Birrr... İkiii... Üççç... Döörtt... Sadece dört sağlam adım... Galatasaray’ın hayaline kavuşması, hedefiyle buluşması, dördüncü yıldızı takması için sadece dört sağlam adıma ihtiyacı var... Sadece dört sağlam adım Galatasaray’ı şampiyon yapacak... Hesapsız, kitapsız, ihtimalsiz Galatasaray’ı şampiyon yapacak... Peki, Galatasaray bu sağlam adımları atıyor mu? Açıkcası atamıyor... Belki takılıp düşmüyor ama, yalpalıyor, hırpalanıyor, sarsılıyor, ama buna rağmen kör-topal hedefe doğru yol alıyor... Biraz rakiplerinin beceriksizliğinden yararlanarak, bazen futbol şansını yanına alarak... Bazen de umudu son dakikalara taşıyarak...
Kabul, artık final maçları... “Oyunu bırak, sonuca bak” kolaycılığının tavan yaptığı haftalar... Sonuç herşeyden önemli... Ama Galatasaray böyle kritik haftalarda özellikle kendi sahasındaki maçlarda o kadar kolay hatalar yapıyor, rakibe o kadar avantajlar sağlıyor ki... Konya maçının da ilk yarısında Galatasaray’ın bir, Konyaspor’un üç net gol pozisyonu var... Tabi, artık alıştık ya, kaleci Muslera’nın hafif dokunuşlarını saymıyoruz bile... Kimbilir, rakipler Muslera’yı karşısında görünce, belki de elleri ayakları titriyor... Galatasaray, Konya
Karabükspor ikinci lige gitmemek için mücadele ediyor ama kalesini ikinci sınıf bir kaleciye teslim ediyor... Sonuç ortada, kaleci Aziz’in asisti, Yasin vuruşu ile Galatasaray’ı öne geçiriyor... İlk yarının son saniyeleri... Erdem’in mükemmel frikiğine Muslera, ancak birinci sınıf kalecilerin başaracağı bir uzanışı yapıyor ve mutlak beraberliği önlüyor... Muslera bu, “çıkmaz” topu çıkarmasa, Galatasaray için koca bir ilk yarı “hiç” olacak, oyun son 45 dakikaya sıkışıp kalacaktı... Muslera buna izin vermedi...
İşte Aziz de kaleci, Muslera da... Ama futbolun gerçeği apaçık ortada... Karabükspor ikinci sınıf kalecisi ile ikinci lige düşmemek için uğraşıyor, Galatasaray birinci sınıf kalecisi ile birincilik için mücadele ediyor... Denilebilir ki, imkan meselesi bu. “Ne kadar paran var, o kadar konuş”... Ama az parayla da kalite alınabildiğini, takımın sağlam ellere teslim edilebildiğini çok gördük... Aslında Aziz falan bahane... Bu Galatasaray karşısında Karabük’ün galibiyet çıkarması, hatta beraberlik alması mümkün değildi. Galatasaray o kadar hızlı başladı ki, zaten Karabük, rakibi karşılamaktan başka bir iş yapamadı. Belki Sabri’nin Ahmet İlhan’ı ceza alanı içinde çekmesi ile
Bizim takımlar genellikle topu ileri taşıyamıyorlar, adam eksiltip dikine oynayamıyorlar... Çaresiz, yan pas - geri pas yapıyorlar... O zaman maçın ne hızı kalıyor, ne temposu... Maç dediğin ağır çekim filme dönüyor... Oysa bu ligin sıradışı bir oyuncusu var... O da Gökhan Töre... Belki doksan dakikalık sürekliliği yok... Ama göründüğü dakikalarda dikine oynuyor, yan pası, geri pası futbol anlayışına sokmuyor, giderken peynir-ekmek yer gibi adam eksiltiyor ve her fırsatta vuruyor... Üstelik her şutu, her denemesi uzaya fırlatılan füze hızında...
Gökhan Töre’nin bu anlayışı Erciyes karşısında da golsüz giden oyunun kırılma noktası oldu... Golsüzlüğün verdiği moralle direnen Erciyes, bu golle tüm direncini yitirdi, beyaz bayrak çekip teslim oldu...
Beşiktaş liderliği yeniden kazanmanın yanında çok daha başka şeyler de kazandı... Kaç maçtır durgun ve suskun olan Demba Ba, penaltı da olsa bir golü ve olağanüstü bir Olcay asisti ile nihayet gülmeyi hatırladı...
Oynamaya ve gole hasret kalan Mustafa Pektemek kaçıra kaçıra sonunda gol atmayı becerdi... Son haftalarda kulübüde oturmanın verdiği sıkıntıyı yaşayan Motta, attığı golle kendine özgüven konusunda iyi bir takviye
Beşiktaş, Ada sahillerinde Arsenal’e sahayı dar eden, Tottenham’ı grupta geriye bırakan, Liverpool’u kupanın dışına iten mücadelesinin, kalitesinin KDV’si kadar futbol oynayabilse, dün Akşam Brugge’den daha ilk maçta turu alıp gelirdi... Ama bu Beşiktaş, O Beşiktaş değil... Futbol olarak değil, hırs olarak değil, paylaşma, yardımlaşma, dayanışma olarak o Beşiktaş değil...
İnsan ister istemez bir kere “Baba”yı arıyor... Neredesin Baba... Havadan- karadan bir iş yapsan, oyun 1-0 devam ederken, bulduğun iki pozisyondan yararlanabilsen, hiç olmazsa birini gol yapabilsen böyle mi olurdu... Biri yoksa diğeri olacak... Oyunun kuralı bu... Ama Atiba yok, Sosa yok, yerlerine oynayan Oğuzhan, Tolgay bu ikilinin kramponlarının bağı kadar olamadı... Aslında 1-0’dan sonraki panik dakikalarında ortaya bir “baba” çıkabilse, hatta saha içi iyi bir patron olsa “ne oluyoruz beyler” deyip, takımı panikten alıp sakinliğe çekebilse, bu kadar baskı yer miydik? Rakibe bu kadar moral verir miydik... Brugge’nin beraberlik golünde Ersan rakibinin önünde... Ersan topa daha yakın... Ama o topa Ersan değil, rakibi vurdu... Cenk hangi top eline geldiyse sektirdi... Gerçi stat zemini de, bizim berbat
Beşiktaş sezon sonunda şampiyonluk ipini göğüslerse, yatıp- kalkıp Sivas maçına dua etmeli... Sivasspor adeta tek kale oynadı, Beşiktaş sadece rakibini karşılamaya çalıştı...
İşte o Beşiktaş, golcülerinin “kepenk“ kapattığı bir günde, savunmacılarıyla golü bulup üç puanı aldı...
Sivasspor bırakın bir golcüyü “yarım“ golcüsü olsa bu maçı alıp götürürdü... Ama Batuhan ile Utaka‘yı toplasanız bir golcü değil, yarım golcü bile etmediler...
Zaten Sivas takımı bu kadar etkili futboluna rağmen bu sıkıntıyı yaşıyorsa, önce golcülerine bakmalı, kimlerle oynuyor...
Gerçi Beşiktaş‘ın golcüleri de, Bilic’in verdiği iki günlük izni, haftalık tatile çıkarmış gibiydiler... Demba Ba, Gökhan hiç yoktular...
Dilerim, bu tatili Brugge maçına kadar bitirmiş olurlar...
Beşiktaş’ta kim ne derse desin, gene askerler iş başında... Serdar, Necip, Atiba, biraz Veli... Hele, Necip’in 60 metrelik pası, Atiba’nın savunma arkasına sarkıp, topu ağlara gönderişi, tek kelimeyle Beşiktaş‘a hayat öpücüğü oldu...
Beşiktaş’ın yorgunluğunu kabul ediyorum... Ama aklıma takılmıyor da değil... Pazartesi ve Salı’yı izin yaparak geçiren, hafta arasını maç oynamadan tamamlayan bu takım, niçin bu kadar yorg
Ben yakın zamanda bu kadar garip bir maç görmedim... Hızlı, hırslı, istekli, tempolu bir başlangıç yapan Galatasaray... Rakip kaleye gitmeye niyeti olmayan bir Erciyes...
Bakıyorsunuz, buna rağmen ilk yarı 1-1... Üstelik Galatasaray’ın golü, kendi çabasından çok, rakip kalecinin adeta bir ikramı... Allahı var, Erciyes golünün güzelliğine şapka çıkar... Ama koca bir ilk yarıda, koca bir kırkbeş dakikada topu topu tek atak ve süper bir gol... Açık konuşalım, Galtasaray puan kaybetse yazık olurdu... Topuyla tüfeğiyle saldırdı, rakibin hücuma niyeti olmayınca savunmada da sıkıntı çekmedi... Uzun süre Erciyes tehlike bölgelerine “karabulut” gibi çöktü ama bir türlü yağmur olup yağamadı... Düşünün bu kadar baskıdan gelen ilk iki gol tamamen Zülküf’ün ikramı... Kim ne derse desin, Burak yoksa, Galatasaray’ın üretiminde, pozisyon zenginliğinde, rakip savunmayı zorlayışında sıkıntı oluyor... Dikkatimi çekenleri söylemeliyim... Galatasaray seyircisi için Melo’nun yeri ayrı ama Hamit’ten gelen sinyaller Brezilyalı’yı aratmadı... Selçuk’un tırmanışı devam ediyor... Solbek’te Olcan tuttu gibi... Önünde Yasin mi, Telles mi derseniz, sanki Telles daha etkili gibi... Sneijder’in ikinci
Beşiktaş’ın da, Bursaspor’un da geçmiş haftalarından eser yoktu... Rize’deki yılgın yorgun Beşiktaş’ın yerini, iştahlı, isteyen, ısırmaya çalışan bir Beşiktaş almıştı. Bursaspor ise iki hafta önce Galatasaray maçındaki futbolu ile hayallerimizi süsleyen, aklımıza yerleşen Bursaspor değildi. Sanki roller değişmişti. Beşiktaş kötüden iyiye, Bursaspor iyiden kötüye vites değiştirmişti.
Beşiktaş’ın baskılı olduğu başlangıç dakikalarında gelen Bursaspor golü bile yeşil-beyazlı ekibin bu maçı alıp götüreceği inancını yaratmamıştı. Bursaspor belki de liderinin, kaptanının kıvrak, çabuk, yaratıcı futbolunu arıyordu. Volkan olmayınca, Bursaspor alışılmış hücum patlamalarını yapmakta zorlandı.
Beşiktaş’ta Demba Ba elbette oyuna, hücuma ve skora zenginlik katıyor. Buna rağmen Beşiktaş’ta her başarının, iyi olan her işin priminin Demba Ba’ya yazılmasını, en azından takımın diğer oyuncularına yapılmış haksızlık olarak görüyorum.
Örneğin Demba Ba’nın beraberlik golünde pozisyonu nakış gibi ören iki oyuncu vardı. Önce Sosa, ters bir vücut çalımı ile üç Bursasporlu oyuncuyu birden pozisyondan düşürüp topu Gökhan’a attı. O Gökhan, savunmanın arasından, iğne deliğinden geçirir gibi golü
Lig TV’de karşımızdaki duvarda üç televizyon birden var... Maçları burada izliyoruz... Sağdaki televizyonda İngiltere’den Arsenal maçı, solda Almanya’dan Bremen karşılaşması, ortadaki televizyonda Beşiktaş-Mersin mücadelesi... Ekrana bakıyorsun, İngiltere pırıl pırıl, Almanya “yeşil“de zirve yapmış, Ankara’da kurumuş çimler, sararmış zemin...
Almanya bütün kış kar-buz içinde, İngiltere’de her Allah’ın günü yağmur, adamlar güneşe hasret... Bizde hava, su, güneş herşey kararında... Saha zemini derseniz iç güveyden hallice... Bu da ülkenin zararsız, iyiye yakın sahalarından biri... Kötüleri siz düşünün...
Her gün sorduğumu bir daha soruyorum: Niye düzelmez bu sahalar kardeşim... Böyle bir pişkinliği, böyle bir umursamazlığı bugüne kadar ne gördüm, ne de duydum...
Böyle bir zeminde Beşiktaş’ı eleştiremem, “nerede eski etkili maçların“ diyemem...
Üstelik Beşiktaş yer toplarını seven, iyi pas yapan, organize atak geliştiren bir takım... Özellikle Gökhan, Sosa, Olcay, Oğuzhan, Veli kendi aralarında üçgenler-kareler kurarken, kötü zeminlerde haklı olarak olumsuz anlamda etkileniyorlar...
Osmanlı Stadı’nda da böyle oldu... Tıpkı geçen hafta yine Ankara’da Gençlerbirliği