Geçen ağustosta Yunan Başbakanı Aleksis Çipras’ın yılın ikinci erken seçimine karar verdiğinde kendine göre bir gerekçesi ve umudu vardı.
Gerekçe şuydu: Çipras çetin müzakerelerden sonra, kreditör güçlerle (AB ve IMF ile) daha önceki vaatlerine ters düşen bir “kurtarma paketi”ni kabul etmek zorunda kalmıştı. Bu anlaşmayla, Yunan halkının kemerleri daha da sıkması gerekecekti.
Çipras’ın başında bulunduğu SYRİZA partisinde ciddi bir çatlak oluşmuş, bir kısım milletvekillerinin istifası sonucunda iktidar Meclis’teki çoğunluğunu kaybetmişti.
Bu durumda Çipras’ın gene bir erken seçimle halktan “yola devam” yetkisini istemesi, aslında demokratik -ve etik- bir davranıştı. Ama bu, aynı zamanda riskli bir kumardı da. Halk SYRİZA’ya yeterli oy vermediği takdirde, bu Çipras’ın siyasi kariyerinin de sonu demek olacaktı... Ama Çipras bu riski göze almayı uygun gördü.
Kumarı kazandı
Çipras’ın umudu da şuydu: Yunanlılar çektikleri büyük sıkıntıya rağmen, ekonomik durumun ancak kreditör ülkelerle anlaşarak ve bazı ağır şartları yerine getirerek düzelebileceğinin farkındalar. Yani başka bir alternatif olmadığının bilincindeler. Dolayısıyla, Çipras, SYRİZA’nın -geçen ocak ayında olduğu gibi- bu kez
“Suriye’ye dönmemiz artık mümkün değil” diyen ve yeni bir yaşam için Avrupa yollarına düşen mülteciler haklı. Anavatanlarını çok sevseler de bugünkü haliyle Suriye’ye kim geri gitmek ister ki?
Bir düzelme işareti olsa, belki birçoğu yabancı ülkelere göç etmek yerine yurda dönüş yolunu tercih edecek. Ama ne yazık ki Suriye artık herkesin gözünde bir “umutsuz vaka”...
Esad rejimi hâlâ iktidarda; ama ülke bölünmüş durumda ve o sadece bazı bölgelere hâkim. Diğer bölgeler IŞİD dahil, çeşitli radikal çetelerin veya farklı etnik ve mezhepsel grupların kontrolünde...
Ülkenin 23 milyonluk nüfusunun yarısı evlerini barklarını terk etmiş halde. Bunun en az 4 milyonu Türkiye dahil, komşu ülkelerde mülteci. Bir kısmı da şu sırada onları kabul edecek bir ülke arıyor...
Kentler, köyler çatışmalarda yıkılmış, hâlâ da yıkılıyor. Üç yüz bin ölünün dışında bir milyondan fazla yaralı var...
Ve en önemlisi, bu büyük felaketin yakında sona ereceğine dair en ufak bir emare yok...
Yeni bir diaspora
İlk bakışta durum çelişkili ve mantıksız görünüyor.
Suriye krizinin başından itibaren sığınmacılara “açık kapı” politikasıyla kucak açan Türkiye, şimdi ülkemizi terk etmek isteyenlere “kapalı kapı” politikası uyguluyor.
Yani “giriş” -hâlâ- serbest. Ama “çıkış” -en azından şimdilik- yasak!
Bu durum bir dizi soruyu akla getiriyor: Her şeyden önce Türkiye’nin “misafir” olarak kabul ettiği birçok mülteci şimdi durup dururken neden çıkıp gitmek istiyorlar? Neye güvenerek yollara (bu kez karadan) düşüyorlar? Türkiye neden onların çıkış yolunu kesiyor ve hatta sınıra yaklaşmalarını da engelliyor?
Bütün bu sorularla karşımızda gerçekten anlaşılması zor bir durum var.
Neden gitmek istiyorlar?
Türkiye sayıları 2 milyonu bulan mültecilere olağanüstü bir ilgi ve şefkat gösterdi. Hatta başta bu insanlara öyle bir yardım eli uzatıldı ki bu, peşlerinden yüz binlerce yeni göçmen için adeta “özendirici” oldu.
Hal böyle iken, şimdi birçok sığınmacının Avrupa istikametindeki “büyük göç dalgası”na katılmak istemesi garip. Nedenlerini kendileri medyaya şöyle açıklıyordu: “Türkiye’de hayat pahalı... Bizlere verilen ücretler düşük... Suriye’ye artık dönmemiz mümkün değil. Dolayısıyla, daha iyi bir yaşam için Al
Geçen cumartesi günkü yazımızda PKK terörü karşısındaki dış tepkilere değinmiş, bu saldırıların kınanması konusunda geniş bir uluslararası konsensüsün bulunduğunu belirtmiştik.
Aynı yazıda işaret ettiğimiz gibi, Türkiye bu destekten memnun olmakla beraber, bunun sadece sözde kalmamasını, özellikle dost ülkelerin fiilen Türkiye’nin yanında yer aldıklarını göstermelerini bekliyor.
Dış tehlikelere daha ayrıntılı olarak baktığımızda, özellikle Batılı ülkelerle Türkiye arasında, terörün yol açtığı gelişmeler üzerinde bir “algı farkı”nın bulunduğu göze çarpıyor.
Diğer bir deyişle, birçok dış ülkenin Türkiye’deki son olaylara bakışı ve değerlendirme şekli, Ankara’nınkiyle tam olarak örtüşmüyor.
Batılıların bu konudaki görüşlerinin doğruluğu veya yanlışlığı tartışılabilir. Bunun samimiyeti ve hatta niyeti de sorgulanabilir. Ama Batı’da ve genelde dış dünyada bu konuda ifade edilen görüşlerin epey yaygın ve etkin olduğu gerçeğini de görmek gerek...
Algı farkı...
Türkiye’deki PKK saldırılarını kınayan birçok ülke ve uluslararası örgüt, aynı açıklamalarında çatışmalara bir an önce son verilmesi ve itidalin hâkim olması çağrısında bulunuyor. Önemle ifade edilen bir istek veya beklenti de askıya
Avrupa’ya yönelik büyük göç akınının her gün birbirinden daha dramatik görüntüleri yürekleri paralıyor. Köhne tekneler veya ufak lastik botlarla denize açılırken boğulup can verenler... Yolları aç ve susuz yürüyerek aşmak isteyenler... Sınırlarda engellerle karşılaşıp insanlık dışı muamele görenler... Bu yıpratıcı yolculuk sırasında çocuklarını veya yakınlarını kaybedenler...
Bütün bunlar şu umut içindir: “Medeni” bir ülkede, daha iyi bir hayata kavuşmak...
Sayıları yüz binleri bulan bu “mülteciler”in gerçekten Avrupa ülkelerinde “sığınma” hakkına erişip erişemeyecekleri belli değil. Şimdilik onlara, bu kadar zorluk ve acı içinde, bu umut direnme ve yola devam etme cesaretini veriyor.
Hayvan muamelesi
Bu dram çerçevesinde öyle çirkin görüntüler var ki insan bunların 21. yüzyılda, Avrupa’da cereyan edebileceğine inanamıyor.
Göç yolu üzerindeki iki ülkenin davranışı artık sicillerine işlenmiş durumda. Birincisi, sınırları kapatıp mültecileri açıkta, aç, susuz bırakan Makedonya. Diğeri, sınırlarında tel örgüden bir duvar ören ve bu zavallılara bir BM yetkilisinin deyişiyle “hayvan muamelesi” yapan Macaristan...
Macaristan 15 Eylül’den, yani bugünden itibaren, ülkeye sızan göçmenleri hapse
BM Genel Sektereri Ban Ki-moon’dan Avrupa Birliği Konsey Başkanı Donald Tusk’a ve Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e kadar birçok dünya lideri son günlerde PKK’nın Türkiye’deki kanlı saldırılarını sert ifadelerle kınadılar. ABD dahil birçok devlet yetkilileri de sözlü veya yazılı olarak bu yönde tavırlarını açıkça ortaya koydular.
Yani PKK terörüne karşı Türkiye’ye destek konusunda geniş bir uluslararası konsensüs var. Bu Türk diplomasisi için anlamlı bir kazanım.
Ankara PKK terörüne karşı açtığı savaşta başta müttefik ve dost ülkeler olmak üzere, uluslararası toplumun dayanışmasına büyük önem veriyor. Hatta PKK terörü Türk dış politikasının da mühim bir “belirleyici faktör”ü oluyor.
Ankara, yabancı ülkelerle ilişkilerini PKK terörü karşısındaki aldıkları tavra göre değerlendirmek eğiliminde...
Yazılarımıza ara verdiğimiz kısa bir tatil sırasında dünya aktüalitesine hâkim olan başlıca konu, Avrupa’ya yönelik yoğun mülteci akını oldu.
Bodrum sahiline vuran Suriyeli minik Aylan’ın cansız bedeninin fotoğraflarıyla yeni bir boyut kazanan göç krizi Avrupa başta olmak üzere uluslararası toplumun gündeminin başında yer almaya devam ediyor.
Artık bu sorun bütün dünyanın en büyük dertlerinden biri. Zira Ortadoğu başta olmak üzere Asya’dan ve Afrika’dan kaynaklanan kitlesel göç akını iki anlamda “sınırsız”.
Birincisi, bu göç hareketi coğrafi hudutlar anlamında sınır tanımıyor. İkincisi, yabancı ülkelerdeki sığınma süresi bakımından belirli bir “limit” içermiyor.
İlginç bir rastlantı, Türkiye ve Yunanistan hemen hemen aynı zamanda “erken seçim” sürecine girmiş durumdalar.
Zamanla- madaki bu tesadüfün yanı sıra, iki ülkenin seçim “sathı maili”ne girişine ilişkin başka benzerlikler de var.
Ama buna karşılık incelemeye değer önemli farklılıklar da mevcut.
Benzerliklerden başlayalım:
Yunanistan’da ilk erken seçim geçen ocak ayında yapılmış, SYRİZA birinci parti çıkarak iktidara gelmişti. Türkiye’de ise haziran ayındaki seçimlerde AK Parti birinci parti olmuştu.
Yunanistan’da ekonomik krizle boğuşan SYRİZA lideri Başbakan Aleksis Çipras izlediği politikayı daha rahat sürdürmek için, yeniden bir erken seçime ihtiyaç görmüştür. Türkiye’de de haziran seçimlerinin sonucundan memnun olmayan iktidar, koalisyon çabalarının sonuç vermemesi üzerine seçimleri “tekrarlamak” kararını almıştır.
Yunanistan’da muhalefet ve kamuoyunun geniş kesimi, şu sırada bir erken seçim daha yapılması fikrine karşı çıktı. Türkiye’de de benzer görüşler ifade edildi...