Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, “Suriye cephesi”nde son “marifetini” gösterdi, tam da 63. yaş gününü kutladığı sırada Hazar denizindeki savaş gemilerinden kalkan “kruz” füzeleriyle IŞİD hedeflerini vurdu.
Suriye’de burnunun dibindeki bir üstte Rus savaş uçakları hazır dururken bu operasyonu 1500 km öteden yürütmenin anlamı ne? Gayet basit: Rusya’nın böyle bir askeri yeteneğe ve bunun için gereken ileri teknolojiye sahip olduğunu göstermek. Bir de tabii, bu bölgede artık inisiyatif kullanan taraf olduğunu hissettirmek...
Putin Suriye’de askeri varlığını sessizce pekiştirmeye başladığı günden itibaren “marifetleri”ni sergilemekte gecikmedi. Giriştiği hava harekâtının esas hedefinin IŞİD olacağını söylerken, Özgür Suriye Ordusu dahil kendi deyişiyle “terörist” grupları hedef aldı... “Kötü hava şartları”nı öne sürerek, Türk hava sahasında “ihlal ve tacizler”de bulundu...
Putin bunları yaparken, aleyhteki seslere pek kulak vermiş görünmüyor ve Suriye’de Esad rejimini yaşatmak ve güçlü bir bölgesel rol oynamak için “adım adım” ilerliyor.
“Patriot”lar gelmeli
Batı buna karşı ne yapacak? Belirli bir Ortadoğu stratejisine sahip olmamakla suçlanan Obama yönetimi buna nasıl bir karşılık
Suriye’den kalkan Rus savaş uçaklarının iki kez peş peşe Türk hava sahasını ihlal etmeleriyle ilgili yapılan açıklamalar iki soruyu gündeme getiriyor. Birincisi, bu ihlalin bir yanlışlıkeseri mi olduğu, yoksa belirli bir amaçla kastenmi yapıldığıdır. İkinci soru ise, sert tepki ve uyarılara rağmen, bu tür olayların bir daha cereyan edip etmeyeceğidir.
Birinci konuda Moskova ihlalin nedenini “kötü hava şartları”na bağlıyor ve bunda bir kasıt aranmamasını istiyor. NATO ise Rusların öne sürdüğü mazereti geçerli saymıyor ve bunun bir “kaza”veya yanlışlık sonucu olmadığını belirtiyor...
İlk elden “gizli” bilgi sahibi olan bazı yetkililer dışında hiç kimse bu iki versiyonun hangisinin gerçeği yansıttığını bilemez.
Bu bağlamda akla yakın gelen bir tahmin, Rusya’nın Türkiye’nin Kuzey Suriye’de belirli bir derinlikte hava sahasında uyguladığı “angajman kuralları”nı bir nevi “test”etmek istemiş olmasıdır. Yani Suriye hava kuvvetlerinin yapamadığını, şimdi Esad’ın yardımına koşan Rus savaş uçakları denemeyi amaçlamış olabilir...
Hassas bölge
Olay ister “kazaen”, ister “kasten” vuku bulmuş olsun, Türkiye’nin ve NATO müttefiklerinin açıkça verdiği tepki Rusya’nın bundan böyle Türk
Türkiye-Suriye sınırın- daki hava sahasında Türk ve Rus savaş uçakları arasında yaşanan son iki olay, Moskova’nın güney komşumuzdaki askeri müdahalesinin Türkiye’ye ilk kaygı verici izdüşümüdür.
Açıkçası, Rusya’nın Suriye’de askeri varlığını pekiştirmesinin ardından Esad rejimine destek için hava harekâtına girişmesi, daha baştan Ankara’da ciddi bir rahatsızlık yaratmıştır. Bunun sebeplerinden biri de Türk ve Rus savaş uçakları arasında bir sürtüşmenin çıkması riskidir.
* * *
Aslında bu olay, Suriye’deki Rus askeri müdahalesinin Türkiye’yi Rusya ile karşı karşıya getirebilecek olan yeni bir durum yaratmış bulunuyor. Bunun başlıca unsurlarını şöyle özetleyebiliriz:
1) Son gelişmeler siyasi bakımdan Suriye meselesinde Türkiye ile Rusya’nın pozisyonları arasındaki uçurumu derinleştirmiştir. Ankara “Esad’sız çözüm” tezinde ısrar ederken, Moskova son hamlesiyle tam aksine Esad’ı güçlendirmek peşindedir. Bu aşamada inisiyatif Ruslardadır ve Esad’ın eli kuvvetlenmektedir... Bu arada üst düzey Türk ve Rus yetkililerinin beyanları iki ülke arasında gerginliğe yol açıyor.
2) Askeri alanda Rusya’nın giriştiği hava operasyonlarının hedefi sadece IŞİD değil, “ılımlı muhalefet” diye nitelenen, ama
Barışın sağ- lanması için yapılacak fedakârlıklar, müzakerelerde harcanan tüm gayretlere değer”...
Bu sözleri geçen gün CNN’de Christiane Amanpour’un sunduğu röportajda, Kolombiya Devlet Başkanı Juan Manuel Santos söylüyordu.
Kolombiya lideri bu değerlendirmeyi, geçen hafta ülkesini 51 yıldır kasıp kavuran ve kısaca FARC diye bilinen “Devrimci Silahlı Güçler” adlı terör örgütüyle gerçekleştirdiği barış anlaşması vesilesiyle yaptı.
Santos, Amanpour’un “Hiç olmayacak sanılan böyle bir sonucu nasıl elde ettiniz?” şeklindeki sorusuna verdiği yanıtta, kararlılık ve sebatla en karmaşık sorunların çözümlenebileceğini, bu son Kolombiya örneğinin de açıkça gösterdiğini söyledi...
Kanlı bilanço
Kolombiya teröre en uzun süre sahne olan, 47 milyon nüfuslu bir Latin Amerika ülkesi. Rejimi silah yoluyla devirmeyi amaçlayan Marksist örgütün eylemleri şimdiye kadar 200 bin kişinin (yüzde 80’i sivil) ölmesine, 7 milyon kişinin evlerini terk etmesine yol açtı.
Yıllar önce Kolombiya’ya uluslararası bir konferans vesilesiyle gittiğim dönemde FARC’ın giriştiği kanlı saldırılar hayatı adeta felce uğratıyordu. Halk bezgin ve umutsuzdu. Her ne kadar devlet askeri gücüyle teröristleri
Rusya’nın Suriye’de son haftalarda askeri varlığını güçlendir- mesinden sonra bazı hava operasyonlarına girişeceği söyleniyordu. Ne var ki önceki akşam ilk saldırının gerçekleşme şekli Rusya’nın yeni stratejisinin amaçları üzerinde bir dizi soru işaretine yol açtı.
Bir kere Rusya Humus bölgesinde hava harekâtını başlatmadan sadece bir saat önce Bağdat’taki ABD Büyükelçiliği’ndeki askeri ataşeye -sanki sıradan bir olaymış gibi- bildirmekle yetindi. Oysa öylesine önemli bir kararı, özellikle ABD ve koalisyon savaş uçaklarının da Suriye hava sahasında cirit attığı bir dönemde, daha “münasip” şekilde verebilirdi. Kaldı ki BM toplantıları vesilesiyle New York’ta bulunan Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Amerikalı mevkidaşı John Kerry’ye bildirmesi beklenirdi... Bu davranış dahi, Rusya’nın kendi inisiyatifini istediği tarzda kullandığını gösteriyor.
İkinci gariplik de Lavrov’un daha sonra yaptığı açıklamada hava bombardımanının hedefinin IŞİD olduğunu söylemesidir. Operasyonu izleyen Batılı istihbaratçılar, o bölgede IŞİD’in bulunmadığını ve saldırıda Esad rejimine karşı savaşan Özgür Suriye Ordusu’nun (ÖSO) hedef alındığını bildirdiler. Esad’ın Rusya’dan “terörist” hedeflerin
BM Genel Kurulu’nda dünya liderlerinin yaptığı konuşmalar, Suriye ile ilgili görüşlerinin ne kadar farklı veya zıt olduğunu gözlerin önüne serdi. Obama-Putin görüşmesi başta olmak üzere New York’ta yapılan temaslarda da bu farklılıklar açıkça kendilerini belli etti.
Aslında bu uyuşmazlığın temelinde, krizin başından beri Rusya ile ABD’nin -ve Batı’nın- benimsediği tavır yatıyor.
Rusya yakın müttefiki Esad rejiminin ne pahasına olursa olsun devam etmesini istiyor. Batı ise prensipte, ülkedeki felaketin sorumlusu saydığı Beşar Esad’ın gitmesi gerektiğini savunuyor.
Ancak son haftalarda bazı gelişmeler, yeni çözüm arayışlarını ve 3 yıl önce başarısız Cenevre konferansında ele alınan “Esad’lı geçiş süreci” konusunu tekrar gündeme getirdi. Nitekim, temel görüş ayrılıklarına rağmen, böyle bir “geçiş” konusunda gizli diplomasinin cereyan ettiği biliniyor.
BM’deki konuşmaların sergilediği uyuşmazlığa rağmen, bu diplomatik faaliyete umut bağlandığı ve önümüzdeki günlerde bu yönde uluslararası temasların yoğunlaşacağı anlaşılıyor.
Eski tutum
Aslında birçok Batılı ülke, Suriye krizinin çözümünün derhal Esad’ın gitmesi ön şartıyla sağlanamayacağı sonucuna varmış görünüyor. John Kerry’den Angela
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen çarşamba Rusya dönüşünde Suriye ile ilgili yaptığı açıklama tartışma konusu oldu.
Demecin en çarpıcı unsuru, Suriye krizinin çözümü için düşünülen “geçiş süreci”ne Beşar Esad’ın dahil edilebileceği şeklindeki ifadeydi.
Şimdiye kadar öncelikle Esad gitmeden çözüm olmayacağı görüşünü savunan Cumhurbaşkanı’nın yeni açıklaması birçok çevrede Türkiye’nin Suriye politikasında önemli bir değişiklik, hatta bir geri adım olarak görüldü.
Tam da Cumhurbaşkanı’nın açıklamasının ne anlama geldiği tartışılırken, önceki gün New York’ta bulunan Başbakan Davutoğlu’nun bir basın toplantısında aynı konuda sorulan soruya verdiği yanıt, yeni soru işaretlerine yol açtı. Başbakan bu sözlerinde, Cumhurbaşkanı’nın ifadesinin tersine, Suriye ile ilgili geçiş sürecinde Beşar Esad’ın kesinlikle yer alamayacağını belirtti ve böyle bir sürecin sadece statükonun ve çözümsüzlüğün kalıcı hale gelmesine neden olacağını ekledi.
Bu iki demeç yan yana alındığında, Cumhurbaşkanı’nın (Esad’lı bir geçiş süreci için) “olabilir”dediği şeye “olamaz”diye tepki gösterdiği gibi algılanabilir.
Değişiklik var mı?
Aslında bu iki farklı görüş, Suriye konusunda uluslararası arenada
ABD yönetimi öteden beri bilinen bir durumu resmen açıkladı: Washington’da Dışişleri Bakanlığı sözcüsü John Kirby, bir basın toplantısında, ABD’nin Kuzey Suriye’de özerk bir yönetim kurmaya çalışan Kürt YPG’yi “terörist bir örgüt olarak görmediğini” belirtti.
Bu, YPG’ye ve onun siyasi kanadı olan PYD’ye PKK’nın bir uzantısı olarak bakan ve onu başından beri terörist ilan eden Türkiye’nin duruşuna tamamıyla ters düşen bir tutumdur.
Oysa PKK öteden beri ABD’nin terörist örgütler listesindedir. Ne var ki Washington Türkiye’deki terör eylemleri nedeniyle karşı çıktığı PKK ile Suriye’deki YPG’yi birbirinden ayrı tutmakta, yani Ankara’nın bu konudaki görüşünü paylaşmamaktadır.
Sözcü Kirby, ABD’nin YPG konusunda Türkiye’nin duyduğu endişeleri “anladığını”belirtmekle beraber, bu konuda Türk yetkilileriyle devamlı temas halinde olduğunu, ayrıca Türkiye’nin IŞİD’e karşı mücadelesini de “takdirle karşıladığını”söyledi.
İşbirliği etkilenir mi?
Kirby’nin bu vesileyle üzerinde durduğu bir nokta da YPG’nin IŞİD’e karşı savaşta aldığı rolle ilgili. Sözcü YPG’nin IŞİD’e karşı mücadelede “başarılarıyla kendisini kanıtladığını” belirtti ve ABD’nin onunla “beraber çalışmayı