Uluslararası konferanslarda şimdiye kadar “tarihi” diye nitelenen pek çok karar alınmıştır. Geçen cumartesi günü Paris’te BM İklim Değişikliği Konferansı’nda çıkan sonuç için de aynı sıfatın kullanılması doğal. Ama açıkçası bu son karar, diğerine iki bakımdan fark atan nitelikte...
Birincisi şu: BM üyesi 196 ülke ilk kez bir karar üzerinde görüş birliği sağladı. Bu ülkelerin liderleri ve müzakerecileri iki hafta önce Paris’te bir araya geldiklerinde adeta her kafadan bir ses çıkıyordu. BM’de çok sık görülen bir durum bu... Ama bu kez delegeler gece, gündüz sonuç bildirgesinde yer alan her sözcük üzerinde tartıştılar. Sonunda bütün ülkelerin ortak bir metni onaylamaları, çok ender görülen, gerçekten “tarihi” bir olay...
İkinci özellik de çok önemli: Alınan karar, bütün insanlığı yakından ilgilendiren, dünyamızın bekası, yeni kuşakların geleceğiyle ilgili.
Eğer “iklim değişikliği” veya “küresel ısınma” diye nitelendirilen doğa şartlarındaki bozulma böyle devam ederse üzerinde yaşadığımız gezegen bir cehenneme dönüşecek... Bu bakımdan Paris’te alınan karar başka anlaşmalara da farklı bir “tarihi” önem taşıyor...
Yarım derecelik fark...
Varılan anlaşmanın en önemli unsuru, küresel ısınma
Son birkaç yılda Türkiye ile Rusya arasındaki ilişkilerde görülen gelişmede, iki ülkenin liderleri Recep Tayyip Erdoğan ile Vladimir Putin’in kendi aralarında kurdukları dostluğun geniş payı olduğu açık.
Gerçekten iki liderin çeşitli vesilelerle bir araya geldiklerinde kullandıkları sıcak ifadeler, Türk-Rus yakınlaşmasına önemli katkıda bulunmuştur.
Ama... Rus uçağının düşürülmesi olayından sonra her şey değişti: İki ülke arasında ciddi bir gerginlik, hatta düşmanlık başladı... Ve Erdoğan-Putin dostluğu bu gidişatı frenleyemedi.
Aslında bu olaydan sonra, Erdoğan-Putin dostluğu diye bir şey de kalmadı.
Erdoğan olayın hemen ardından Putin’i telefonla aradı, onunla konuşmak istedi. Fakat Putin buna cevap bile vermedi. Rus lideri, öfkesini, kullandığı ağır sözler ve aldığı sert kararlarla göstermeyi tercih etti.
Dostluktan düşmanlığa...
Yakın geçmişteki örneklerden de anlaşıldığı üzere liderler arasındaki kişisel dostluk, ülkelerin yakınlaşmasına yardımcı olduğu gibi, bu kişisel duygular öfkeye dönüşünce ikili ilişkiler de düşmanlığa ve gerginliğe sürükleniyor.
Bundan da şöyle bir sonuç çıkıyor: Liderler arasındaki kişisel yakınlık, ülkeler arasındaki dostluğun her zam
Ortado- ğu’daki son gelişmeler Türk dış politikasında ciddi sıkıntılar yaratmakla beraber, bazı yeni fırsatlar da sunuyor.
Sıkıntılar malum: Suriye krizinin yol açtığı anlaşmazlıklar, IŞİD terörü, sınır güvenliği sorunu, mülteci akını, Irak’la sürtüşmeler, İran’la uyuşmaz lık ve son olarak Rusya ile kopan büyük kriz...
Bütün bu sorunlar Türkiye’yi kendi coğrafyasındaki birçok ülkelerle kavgalı duruma getirdi, Türk diplomasinin son yıllarda kurmaya çalıştığı dostlukları yıktı...
Son olarak Rusya ile krizde görüldüğü gibi, Ankara ciddi hasar gören siyasal ve ekonomik ilişkilerinde “ikame” yollarını aramak zorunda. Bunun en basit örneklerinden biri, enerjiden turizme kadar, ekonomide girişilen alternatif arayışıdır.
Bu durum, Türk dış politikasında yeni bazı ayarlamalar yapmak zorunluluğunu yaratıyor.
Batı’dan Katar’a...
Yukarıda saydığımız faktörler, Türkiye’yi Batı’ya “dönüş” yapmaya, NATO ve AB ile bağlarını pekiştirmeye sevk ediyor.
Batı ile bu temel ayarlamanın yanı sıra, Ankara şimdi özellikle Rusya ile krizin yarattığı bazı sıkıntıları giderecek seçenekler arıyor. Bunda enerji faktörü oldukça belirleyici bir rol oynuyor. Doğal gazda “ikame” kaynakları arayışı, Türkiye’yi Katar, Aze
IŞİD tehdidi ve mülteci sorunuyla başlayan ve Rus uçağı kriziyle devam eden bir dizi olay, Ankara’yı dış politikada temel bazı ayarlamalaryapmaya sevk etmiş bulunuyor.
Başlıca ayar, Batı’ya “dönüş”yönündedir.
Türkiye Batı ittifakında yer almakla beraber, iktidar son birkaç yılda Batı’ya karşı mesafeli davranmış, zaman zaman (Ukrayna krizinde görüldüğü gibi) müttefiklerinden farklı tutumlar almış, çeşitli beyan ve hareketleriyle Batı’dan uzaklaştığı algısını yaratmıştır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın birkaç vesileyle Rusya Devlet Başkanı Putin’e “Bizi Batı’dan kurtarın, Şanghay beşlisine alın” mealinde söyledikleri Batı’da Türk dış politikasında bir “eksen kayması”olarak yorumlanmıştır.
Bu duruma yol açan iki faktör var: Birincisi, Batı’nın ve özellikle Avrupa Birliği’nin Türkiye’ye karşı izlediği ters politikalar; ikincisi de Ak Parti iktidarının kendi ideolojisine ve vizyonuna göre dış politikaya getirdiği değişikliklerdir.
AB önceliği
Özellikle Arap Baharı’ndan sonra Ortadoğu’da olup bitenler, Türk dış politikasında sıkıntılar yaratmışsa da Ankara bölgede aktif bir rol oynamaya devam etmiştir.
Ne var ki Suriye krizinin aldığı boyutlar, IŞİD’in oluşturmaya başladığı kü
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, uçak krizi nedeniyle Türkiye’ye karşı kızgınlığını her gün demeçleri ve davranışlarıyla gösteriyor.
Putin krizi kontrol etmeye çalışacağına, gerginliği artıracak adımlar atmayı tercih ediyor. Daha da kötüsü, Türkiye’ye karşı aldığı yaptırım kararlarının bir başlangıç olduğunu, bundan böyle Türkiye’ye daha ağır bedeller ödeteceğini söylüyor...
Böyle devam ederse, Türk-Rus ilişkilerinin yakın gelecekte normalleşmesini beklemek hayal olur. Aksine, Putin’in söylediklerine bakılırsa, Rusya’dan her türlü kötülük beklenebilir.
Bu da uzunca bir süre iki ülke arasında gerginliğin devam etmesi demek...
Dostluktan düşmanlığa...
Yıllarca harcanan yoğun çabalardan sonra kurulan dostluğun, talihsiz bir olay nedeniyle, birkaç gün içinde düşmanlığa dönüşmesi gerçekten üzücü...
Bu da söz konusu dostluğun, bir uçak krizi karşısında ayakta kalamayacak kadar kırılgan olduğunu gösteriyor. Ortada o kadar ortak çıkarlar varken, Putin’in “stratejik ortaklık” derecesine yükselen ilişkileri yıkmayı göze almasının nedeni nedir?
Rusya geçen eylülde Suriye’ye büyük çapta askeri güç sevk ettiği zaman, amacının Esad rejimine baş kaldıran “teröristleri” -ve bu arada IŞİD’i- saf dışı etmek olduğunu öne sürmüştü.
Ancak daha o zaman Moskova’nın giriştiği bu büyük güç gösterisinin asıl hedefinin Doğu Akdeniz-Ortadoğu ekseninde bir askeri varlık yaratmak ve Batılı rakipleri karşısında üstünlük sağlamakolduğu ortaya çıktı.
Putin yönetimi böylece Suriye’deki karmaşadan yararlanarak, “Burada artık ben de varım”diyebilecek ve daha önce Gürcistan ve Ukrayna örneklerinde olduğu gibi, Suriye’de bir oldubitti yaratabilecekti.
Gerçekten Kremlin bu stratejisini adım adım geliştirdi; bir yandan Esad rejimine nefes aldırırken, diğer yandan da bölgedeki askeri ve siyasi pozisyonunu pekiştirdi.
Rusya’nın atağı
Bütün işaretler Rusya’nın Suriye’de kurduğu köprübaşı ile kendisi bölgede “kalıcı” bir statü vermek yolundaolduğunu gösteriyor.
“Esad rejimine destek” açıkçası Putin’in bir bahanesi.Rusya Suriye’deki S-300 ve S-400 füzelerini “teröristler”le mücadele için göndermedi herhalde...
Rusya’nın bu füzeleri
Rusya bu krizi daha ne kadar tırmandıracak?
Türkiye’nin kendi hava sahasına giren Rus askeri uçağını düşürmesinden bir hafta sonra, Moskova’nın Ankara’ya karşı giriştiği kampanyayı nereye kadar götüreceği büyük bir soru işareti.
Putin yönetimi, Türkiye ile diplomatik bağları kesmenin dışında, ikili ilişkileri hemen hemen her alanda koparmaya doğru gidiyor.
Ekonomik alanda Rusya Türkiye’den özellikle tarım ürünleri alımını durdurdu, nakliye işini aksattı, Rus turistlerinin Türkiye’ye gidişini yasakladı, bazı ortak projeleri askıya aldı, Türk işçilerinin Rusya’ya gelmesine set çekti, Türklere vize zorunluluğunu koydu...
Siyasi alanda Moskova, Türkiye’yi yalnızlaştırmaya ve baskı altında tutmaya çalışıyor. Rus liderler her gün Türkiye’ye karşı yeni suçlamalar ve iddialar ortaya atıyor.
Askeri alanda Rusya Suriye’de ve Doğu Akdeniz’de S-300 ve S-400 füzeleriyle donatılmış bir hava savunma sistemi kuruyor ve Türkiye’ye yakın bölgede seyreden bombardıman uçaklarına avcı uçaklarının refakat edeceğini söylüyor. Bu arada Ruslar Kuzey Suriye’deki Kürt PYD/YPG güçlerine askeri malzeme sevk ediyor...
Nereden nereye...
Bütün bu hareketler ve kullanılan retorik, Rusya’nın Türkiye’ye artık bir düşman gö
Brüksel’deki AB-Türkiye zirvesinde varılan anlaşmanın Türk ve Avrupa medyasına yansıma şekli, iki tarafın olaya farklı bakışlarını ortaya koyuyor.
Türk basınında manşetler, 11 yıldan sonra Türkiye-AB ilişkilerinde “yeni bir sayfa” açıldığını ve üyelik sürecinin de canlanacağını müjdeliyor.
Avrupa basını ise Brüksel’de varılan anlaşmaya “göç krizi” açısından bakıyor ve Türkiye’nin, 3 milyar euro’luk bir mali destek karşılığında, Avrupa’ya yönelik mülteci akınını frenleyeceğini belirtiyor.
Verilen demeçler ve yapılan yorumlar da bu iki farklı yaklaşımı gözlerin önüne seriyor: Türkiye için önemli olan, AB ile katılım müzakerelerinin ve stratejik işbirliğinin yeni bir ivme kazanması, bir de açıkçası, Schengen bölgesi için vize zorunluluğunun kaldırılmasıdır... Avrupalıların vurguladığı husus ise, Türkiye ile kurulacak işbirliği sayesinde, göç dalgasına bir set çekileceği, çoğu sığınmacının Türkiye’de barındırılacağıdır.
Eski vizyon
Aslında iki tarafın uzunca bir durgunluk döneminden sonra yakınlaşmalarında en önemli faktör, mülteci krizidir. AB Türkiye ile işbirliği kurulmadığı takdirde, göç dalgasının durdurulamayacağını anlamıştır. Bu arada IŞİD terörünün de Avrupa’yı tehdit etmesi