Korkulan şey oldu. Suriye’nin İdlib bölgesinde Rusya destekli Suriye ordusu, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bölgede bulunan askeri konvoyunu hedef alarak saldırdı.
7 Türk askeri ve 1 siville birlikte toplamda 8 şehit olduğu bildirilirken, saldırıya karşı TSK derhal kara ve hava operasyonu ile misillemede bulundu... Böylece Türk askeri ile Esad rejimine bağlı askerler doğrudan bir çatışma, bir nevi savaş durumuna geldiler...
Şimdilik sınırlı görülen bu olayın askeri ve diplomatik alanında yol açacağı etkiler önümüzdeki kritik günlerde daha net görülecektir. Ancak bu olayın Türkiye’nin Suriye stratejisinde ve Rusya başta olmak üzere ilgili dış güçlerle ilişkilerinde yeni ayaklanmalara yol açacağı açık.
***
Suriye ordusunun İdlib bölgesinde TSK’ya karşı giriştiği saldırıyı, Şam rejiminin, Moskova desteğiyle uyguladığı stratejinin bir parçası olarak görmek gerek.
Rejim güçleri, özellikle Rus hava kuvvetlerinin ve İran milislerinin aktif desteğiyle, aylardan beri bu bölgeyi “cihatçı”
Plan Başkan Trump’ın iddialı tabiriyle “Yüzyılın Planı” veya daha kısa ifadeyle, “Barış Planı” diye anılıyor. Gerçekten bu plan, İsrail-Filistin anlaşmazlığını çözecek, bölgede barışın kurulmasını sağlayabilecek mi?
Çok şüpheli, hatta ilk işaretlere göre, tam aksine, yeni bir gerginlik ve çatışma dönemine girilmesi olasılığı daha kuvvetli.
Bunun nedeni açık: Bu plan İsrail’in isteklerini karşılıyor, Filistinlilerin beklentilerini ise hiçe sayıyor.
Aslında ABD daha önce de Kudüs’ün ve Golan Tepeleri’nin statüsüyle ilgili İsrail’in lehinde kararlar almıştı. “Yüzyılın Planı” bunları bir kez daha teyit ettiği gibi, gene İsrail’in lehinde yeni unsurlar içeriyor: Örneğin, Batı Şeria’da kurulan ve yasa dışı sayılan İsrail yerleşim birimlerini İsrail egemenliği altına veriyor.
Bu durumda bu planın bir müzakere zemini ve uzlaşma fırsatı oluşturması mümkün değil. O halde bundan sonra ne olacağı, kimin nasıl hareket edeceği, büyük bir soru işareti.
İlk tepkiler, Filistinlilerin
Aşağıdaki satırlar, tanınmış bir Kıbrıslı Rum gazeteci yazarın “Cyrus Mail” gazetesinde çıkan son makalesinde yer alıyor.
“Türkiye bir düşman olarak karşı karşıya kalınacak bir ülke değildir. Bunu 1974’te askeri alanda, son olarak da diplomatik alanda gördük. Beğensek de beğenmesek de, bir yandan büyük Türkiye, diğer yandan da ufak Kıbrıs var. Eğer çatışma politikasını sürdürürsek, uçuruma sürükleneceğimiz açıktır. Türkiye’yi yenmek veya onu geri adım atmaya zorlama imkânımız yoktur. Bu gerçeği kabullenmek istemeyenler, bir hayal dünyasında yaşıyorlar.”
Bu tespitlerden sonra Güney Kıbrıslı yazar Christos Panayiotidis yazısını şu tavsiyeyle sürdürüyor: “Gerçek şudur ki Türkiye ile bir uzlaşmaya varmaktan başka seçeneğimiz yoktur. Birlikte yaşamak imkânını bulmamız lazım. Türkiye’nin Doğu Akdeniz bölgesindeki ve özellikle hidrokarbon oyunundaki rolünü kabul etmeliyiz.”
Kıbrıs Rum kesiminden böyle gerçekçi ve sağduyulu bir sesin
Gün geçmiyor ki Suriye’nin kuzeyindeki İdlib bölgesinden yeni çatışma haberleri gelmesin ve bombaların altında can veren ya da yaralanan sivillere dair trajik görüntüler yansımasın...
Bunlar, üç hafta önce Moskova’da varılan ateşkes anlaşmasına rağmen oluyor. Açıkçası, Esad rejiminin kara ve hava kuvvetlerinin bölgedeki saldırıları hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor.
İki ülke lideri de bu konuda yapılan çağrılara ve uyarılara rağmen bildiklerini okuyor.
Moskova’daki anlaşmadan sonra bir umut verilmişti: Taraflar bu mutabakata tam olarak uyacaklar, silahlar susacak, İdlib’in 3 milyonu aşan sivil halkı nihayet rahat bir nefes alacaktı... Bu da yakında Cenevre’de toplanacak olan diplomatlara iç savaşın mahvettiği bu ülkenin barışa kavuşması için masaya oturma imkânını verecekti...
Ne yazık ki daha işin başında ateşkesin bozulması bu umutları sarsıyor.
Neden dinlemiyorlar?
Esad yönetiminin acımasız şekilde kendi halkını bombalamasına “dur” diyecek olan veya demesi gereken başlıca ülke, onun destekçisi,
Moskova’da yarım kalan iş, Berlin’de tamamlandı. Libya’da ateşkes anlaşması, Alman başkentinde meseleyle ilgili 12 devletin ve 5 uluslararası kurumun katıldığı, Libyalı iki düşman tarafın da dolaylı olarak hazır bulunduğu Zirve’de resmen onaylandı. Bu mutabakat, ateşkesin dışında, Libya sorununun çözümüne ilişkin 55 maddelik kapsamlı bir planın veya bir nevi yol haritasının temel unsurunu oluşturuyor.
Berlin Zirvesi’yle ilgili beklentiler, baştan düşük tutulduğu, bu toplantıda her şeyin halledileceği umuduyla hareket edilmediği için, çıkan sonuç bir başarı sayılıyor.
Gerçekten katılanların birbirlerinden çok farklı görüşlerine bakıldığında, dört saat içinde -bazı hususlar muğlak kalmış da olsa- temel prensiplerde uzlaşılmış olması cesaret verici bir gelişmedir.
Unutmayalım ki Zirve’de yer alan neredeyse her ülkenin kendine göre Libya konusunda bir çıkarı ve amacı var. Bu kadar farklı ve hatta birbiriyle çelişen stratejik, ekonomik ve ideolojik farklılıklara rağmen, herkesin bazı “asgari müşterekler” üzerinde
Son 48 saat içinde dünyada o kadar önemli olaylar birbirini izledi ki bugünkü yazımızın konusu olarak sadece birini seçmekte açıkçası zorlandık. Bunun yerine başlıca olaylara, kısaca bir kuş bakışıyla değinmeyi, eskilerin deyişiyle “şundan bundan” söz etmeyi tercih ettik.
ATEŞKES “KESİLİYOR”MU?
İç savaşa sahne olan Suriye’de ve Libya’da hafta sonu ilan edilen ateşkesin yarattığı sevinç ne yazık ki pek sürmedi. İki ülkede “çatışmazlık” durumunun kesintiye uğraması tehlikesi var.
- Suriye’de, İdlib bölgesinde rejim güçleri, bir şey olmamış gibi, kente bombalar yağdırmayı sürdürüyor. Gene pek çok sivil ölüyor ve yaralanıyor.
Hani Putin Esad’ı ikna etmişti? Hani silahlar susacaktı? Demek ki ya Esad Putin’i dinlemiyor, bildiğini okuyor ya da ikisi bir “danışıklı dövüş” içinde. Sebebi ne olursa olsun, ateşkes bir şekilde kesilmeye devam ederse, Cenevre’nin, yani barış görüşmelerinin yolu da tıkanmış olur.
- Libya’da da ateşkesin geleceği
Suriye’de ve Libya’da ateşkesin sağlanması için, Türkiye’nin Rusya ile birlikte giriştiği yoğun diplomatik çabalar umulan sonucu verdi: İç savaşın yıprattığı iki ülkede de silahlar sustu.
İki olayın ilginç yanı, bunun zamanlamasıdır. Çatışmaların durması için tüm taraflara konan süre cumartesiyi pazara bağlayan gece yarısıydı. Suriye’de Esad rejimi ile silahlı muhalif taraf, ateşkes için yapılan Türk-Rus çağrısını hemen kabul etti, Libya’da işe meşru sayılan Ulusal Mutabakat Hükümeti’nin aksine, ona karşı savaşan güçler bir hayli tereddütten sonra son dakikada “evet” dedi. Ve böylece “çifte ateşkes” eş zamanlı olarak gerçekleşti.
Bunun diğer ilginç yanı, her iki olayda da Türkiye’nin başrolü üstlenmiş olmasıdır.
***
Suriye meselesinde, İdlib’deki durum Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son haftalarda sık sık gündeme getirdiği ve Devlet Başkanı Putin ile temaslarında sürekli görüştüğü bir konuydu.
Ne var ki Türkiye için bu yanı
Son 48 saat içinde olanlar, ABD’nin İranlı General Kasım Süleymani’yi öldürmesinin yol açtığı ciddi krizdeki tırmanmanın şimdilik durdurulduğunu, ancak bu tehlikeli duruma neden olan temel anlaşmazlıkların ve gerginliklerin devam etmekte olduğunu ortaya koyuyor.
Geçen cuma günü Bağdat’ta gerçekleşen bu suikasttan sonra, İran’ın hareketsiz kalmayacağı, buna sert bir şekilde karşılık vereceği tahmin ediliyordu. Gen. Süleymani’nin cenaze töreninde yüz binlerce İranlının intikam çığlıkları atması, dini lider Ayetullah Hamaney’in ABD’ye karşı şiddetli tehditleri bu konudaki endişeleri artırıyordu.
Tahran yönetimi beklenen misillemesini gerçekleştirmek için fazla zaman kaybetmeden, cenaze kalkar kalkmaz, harekete geçti ve suikastın yapıldığı Irak topraklarında iki Amerikan askeri üssünü balistik füzelerle vurdu.
İran böylece halkın istediği gibi Süleymani’nin intikamını almış ve aynı zamanda ABD’ye gücünü ve kararlılığını göstermiş oldu.
“İtidalli” karşılık
Aslında İran’ın