Türkiye’nin misafir ettiği yabancı göçmenlerin bir başka ülkeye gitmelerine şimdiye kadar uyguladığı engeli kaldırma kararını vermesinin nedenini anlamak zor değil. Yeter ki böyle bir istek olsun...
Ankara aylardan beri dünyaya ve özellikle dostlarına seslenip duruyor: Türkiye şimdiye kadar 3.7 milyonu Suriyeli olmak üzere 4 küsur milyon yabancı sığınmacıyı kendi öz imkânlarıyla barındırdı. Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin bu alanda Türkiye’ye mali destek vaadi hızla yerine getirilmedi. Yani insani sorunun yükü Türkiye’nin omuzlarında kaldı...
Ankara isteseydi (ki bu istek kamuoyunun bir kesiminden de geliyordu) bu göçmenlerin Avrupa’ya gitmelerine yardımcı olabilirdi. Ama bunu yapmadı, AB ile imzaladığı anlaşmaya uyarak bu sığınmacıları kendi topraklarında tuttu.
Ne var ki İdlib’den kaçan bir milyondan fazla Suriyeli Türk sınırına yığılınca, Ankara yeni bir mülteci akını baskısı altında kaldı ve sığınmacılar için Avrupa’nın yolunu açtı. Bunun hızla kitlesel bir göç hareketine yol
Türkiye’nin, Suriye’de İdlib bölgesinde rejim güçlerinin son zamanlarda ele geçirdikleri mevzilerin gerisine çekilmeleri için verdiği sürenin dolmasına sadece saatler kaldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen günkü açıklamasından tekrarladığı ültimatoma göre, Esad yönetiminin Soçi Mutabakatı’nda öngörülen hattın gerisine çekilme emrini en geç şubat ayının sonuna, yani cumartesi gece yarısına kadar vermesi şart. Bu koşul yerine getirilmediği takdirde, Türk Silahlı Kuvvetleri “gereğini yapacak”, yani harekâta geçecek.
Ankara’nın, sahada Suriye askerlerinin geri hatlara çekilmek niyetinde olduklarına dair bir işaret görmediği takdirde, operasyonu başlatmakta hiç tereddüt etmeyeceği çok açık. Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin bu konuda taviz vermeyeceği uyarısını da tekrarladı.
Ancak Rusya ile sürdürülen diplomatik görüşmeler ve bu arada 5 Mart’ta gerçekleşmesi beklenen Erdoğan-Putin buluşmasının sonucu belli oluncaya kadar (yani
Sonunda İdlib krizi, korkulduğu gibi, Türkiye ile Suriye’yi silahlı bir çatışmaya sürüklemekle kalmadı, aynı zamanda Türkiye ile Rusya’yı da karşı karşıya getirdi...
İdlib cephesinde son olarak iki Türk askerinin Rus savaş uçaklarının açtığı ateş sonunda şehit düşmesi, bu sürtüşmenin geldiği tehlikeli noktayı gözlerin önüne serdi.
Rusya’nın Esad rejimine bağlı güçlerin Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı giriştiği saldırıların arkasında bulunduğu gerçeğinden hareket eden Ankara, son günlerde bu konudaki rahatsızlığını açıkça ifade etti, hatta bu tutum devam ettiği takdirde iki ülkenin bir çatışma noktasına gelebileceği mesajını da verdi.
Ancak böyle bir ortamda dahi, diplomasiye bağlanan umutlar kesilmedi. Ankara ve Moskova’daki iki başarısız toplantıdan sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rus mevkidaşı Putin arasındaki telefon görüşmesinin sonuçsuz kalmaması, diplomatik çabalara son vermedi. Hatta Rusya ile birlikte Almanya ve Fransa’nın da katılımıyla 5 Mart’ta İstanbul’da bir
Eğer önümüz-deki birkaç gün içinde İdlib konusunda bir uzlaşma sağlanamazsa, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin bölgede geniş bir harekatâ girişmesi kaçınılmaz gözüküyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki günkü “Artık harekât an meselesi” ifadesi, bunun açık işareti...
Bu, Şam rejimine şubat ayı sonuna kadar Soçi Anlaşması’nda öngörülen ateşkes sınırının gerisine çekilmesi için verdiği süre çerçevesinde yapılan “son uyarı” sayılabilir.
Cumhurbaşkanı Suriye’de girişilen daha önceki askeri operasyonlar için kullandığı “Bir gece ansızın gelebiliriz” sözünü şimdi İdlib için de tekrarlamaya iten sebep, Moskova’da son yapılan müzakerelerden bir sonuç çıkmamasıdır. Bu, Ankara’yı “askeri opsiyon”u ön plana çekmeye itiyor.
Merak ediyoruz: Acaba Kıbrıs Rum kesiminde, Türk tarafının “kapalı” Maraş’ın açılmasına yönelik yaptığı hamlesi karşısında kızgınlık duymasının dışında, “Bu duruma nasıl geldik?” diye düşünen var mı?
Hafta sonunda Türkiye’den Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay, KKTC’den de hükümet yetkilileri başta olmak üzere, hukukçuların, akademisyenlerin, iş adamlarının katılımıyla ilk kez “kapalı” Maraş’ta düzenlenen konferansın, Rumların böyle bir soru üzerinde samimi bir değerlendirme yapması için bir vesile olması gerekir.
Hatırlatalım: Kıbrıs’ın rivyerası diye bilinen Maraş (Rumca adıyla Varoşa), 1974’te Barış Harekâtı’nın ikinci aşamasında, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin eline geçmiş, burada yaşayan Rum halkı evlerinin terk edip adanın güneyine kaçmıştı.
Ateş kesildikten sonra, bu sayfiye kenti, TSK’nın kontrolüne geçmiş, kendi hallerine terk edilen lüks otelleri, plaj tesisleri, eğlence yerleriyle, bir “hayalet kent’e” dönüşmüştür.
Fırsat nasıl
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, önceki gün Meclis grubundaki konuşmasında, Türkiye’nin bundan sonra Suriye konusunda izleyeceği stratejinin ana hatlarını ortaya koydu.
İdlib bölgesinde Türk askerlerine karşı girişilen saldırıdan sonra şekillenen bu strateji, Ankara’nın sadece bu meselede değil, aynı zamanda dış politika yaklaşımında bir dönüm noktası oluşturuyor.
Cumhurbaşkanı’nın konuşmasının ve onunla ilgili yapılan değerlendirmelerin ışığında, yeni stratejinin temel unsurlarını şöyle özetlememiz mümkün:
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) için artık Suriye’de harekât alanı Erdoğan’ın deyişiyle “her yerdir”, yani tüm ülkedir. Bir saldırı halinde buna verilecek karşılık, sadece bir misilleme operasyonu değil, çok daha geniş çaplı bir karşı taarruz şeklinde olacaktır.
Türk liderlerinin bütün uyarılarına rağmen, Esad rejimine bağlı güçlerin dün İdlib bölgesinde bir TSK konvoyuna saldırması ve 5 askerimizin şehit olmasına, 5 askerimizin de yaralanmasına sebep olması, Ankara’yı derhal giriştiği misilleme dışında çok önemli kararlar alma noktasına getirmiştir.
Geçen hafta gene bir pazartesi günü aynı bölgede rejim kuvvetlerinin TSK’ya karşı 7 askerin ve bir sivil personelin şehit düşmesine yol açan saldırısından sonra Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Şam’a bu tür saldırılarına son vermesi için ay sonuna kadar bir mühlet vermiş, aksi halde TSK’nın geniş çaplı bir harekâtla karşılık vereceği uyarısında bulunmuştu.
Geçen hafta sonundan beri TSK’nın İdlib bölgesinde şimdiye kadar görülmemiş çapta bir yığınak yapmaya başlaması, çok sayıda zırhlı araç, tank, obüs ve mühimmat sevk etmesi Ankara’nın bu meseleyi ne kadar ciddiye aldığını açıkça ortaya koydu.
Bu arada Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın bir açıklaması, bu güç
Ültima- tomun muhatabı Esad rejimi ama asıl adres, Moskova...
Cumhur- başkanı Erdoğan’ın önceki günkü açıklamasında yer alan bu ültimatom, Suriye ordusuna, İdlib bölgesinde kuşatma altına aldığı Türk gözlem noktalarının gerisine çekilmesi için ay sonuna kadar bir süre veriyor. Esad bu şartı yerine getirmezse, Türk Silahlı Kuvvetleri harekete geçecek, buraları kendi kontrolü altına alacaktır. Bu arada Suriye güçlerinden bir saldırı gelirse TSK bölgede geniş bir operasyona girişecektir.
Esad bu ültimatomu ciddiye alıp verilen süre içinde askerlerini geri çekecek mi? Şam’dan gelen ilk tepkiler resmi tutumda bir yumuşama işareti vermiyor. Kuşkusuz Esad son zamanlarda askeri alanda elde ettiği kazanımlarını feda etmek istemiyor.
Açıkçası, Şam’daki rejim Rusya’nın aktif desteğiyle ayakta duruyor. Esad’ın giriştiği savaşı Rusya’sız sürdürmesi mümkün değil.