Şimdi bütün dünya, ABD’nin İranlı komutan Kasım Süleymani’yi öldürmesinden sonra, İran’ın bunun intikamını almak için karşı eylemini ne zaman, nerede ve nasıl gerçekleş- tireceğini büyük merak ve endişeyle soruyor.
Kesin bilinen şey, Tahran yönetiminin, bütün itidal çağrılarına rağmen, bu suikasta karşı hareketsiz kalmayacağı, hatta İranlı liderlerin demeçlerine göre, misillemenin çok sert ve kapsamlı olacağıdır.
Bu hemen şu günlerde olabilir veya İran bunu, karşı tarafı daha çok yıpratmak için, zamana yayabilir, yani daha ileride yapabilir.
Hedef, Irak’taki, Körfez’deki ve bölgedeki ABD askeri tesisleri, ekonomik kurumları, diplomatik temsilcilikleri, Amerikan yetkililer olabilir. Hedefleri arasında İsrail yer alabilir: Suudi Arabistan veya Arap Emirlikleri de... Ve belki de akla gelmeyen başka yerler, başka hedefler...
İran’ın karşı saldırısı farklı şekillerde olabilir. Askeri operasyonlardan sabotaja ve suikasta kadar her türlü eylem olabilir.
Yani sizin anlayacağınız, İran’ın misillemesi tahmin edilebilen
Libya yeni bir Suriye mi oluyor?
Doğu Akdeniz’deki krizin Libya üzerine odaklanmasından beri birçok çevrede bu soru kaygıyla tartışılıyor.
İlk bakışta bu endişeye yol açan birtakım benzerlikler görmek mümkün. Örneğin Libya, Suriye’de 8 yıl önce başlayan iç savaşa benzer bir durumla karşı karşıya. İkisinde de merkezi hükümet, ülkenin tümüne hakim değil, bölünmüş durumda. İçerideki cepheleşme karşısında, dış güçler kendi çıkarlarına göre, farklı eksenlerde yer alıyorlar.
Libya’daki durum, Suriye’deki gibi, giderek bir “vekâlet savaşı’na dönüşüyor. Kriz her gün biraz daha tırmanıyor ve uluslararası gerginliği artırıyor.
2020’nin ilk gününde, önce hepinize sağlıklı, başarılı, huzurlu, mutlu bir yıl dilerim.
Bugün sizi tam 20 yıldan beri her senenin ilk gününde olduğu gibi, yeni yılda DÜNYA’da ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI’nda neler olabileceğine dair tahminlerinizi yapmaya davet ediyorum.
İşlem gayet basit: Bu “Yılbaşı Testi”ndeki soruları okuduktan sonra öngörülerinizi ve tercihlerinizi işaretleyin. Bunu eksiksiz tamamladıktan sonra, bu metni kesip yıl sonuna kadar saklayın...
Gelecek yılbaşında, tahminlerinizin kaçta kaçının doğru çıktığını, yani skorunuzu öğrenebilirsiniz.
Ben 2019 testinde, tahminlerimi burada açıklamıştım. Şimdi görüyorum ki her iki konuda, yani DÜNYA olayları ve TÜRK DIŞ POLİTİKASI ile ilgili sorularda, 5 üzerinden 3’üne verdiğim yanıtlar doğru çıkmış. Yani açıkçası, benim skorum beklediğim kadar iyi olmamış. Bu da dünya meselelerinin ne kadar belirsiz ve öngörülmesi zor hale geldiğinin bir göstergesi.
***
Şimdi gelelim 2020 yılına dair sorulara:
Bu gece yarısı veda edeceğimiz 2019 yılını, dış politika açısından tek kelimeyle nitelemek istiyorsek, buna “Atak Yılı” dememiz mümkün.
Gerçekten 2019 Türk diplomasisinin atağı kalktığı, bölgesel ve küresel çapta önemli hamlelere giriştiği ve böylece uluslararası platformda öne çıktığı bir yıl oldu.
Türkiye bu çıkışlarını sadece diplomaside değil, aynı zamanda askeri alanda da yaptı, “güç politikası”nı uygulamak için gerekli savunma kapasitesini artırdı, yolunu kesmeye kalkışanlara da söz ve davranışlarıyla meydan okudu.
***
Türkiye’nin 2019’da ataklarını nerelerde ve hangi konularda gerçekleştirdiğini şöyle özetleyebiliriz:
- SURİYE’de: Ankara, kendi güvenliği ve bekası için sınır bölgesinin YPG’den arındırılmasını öncelikli hedefi sanıyordu. Türk diplomasisi yıl boyunca bu yönde büyük çaba harcadı, Fırat’ın doğusuna hakim olan ABD’yi iş birliği için ikna etmeye çalıştı, aksi halde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin “bir gece
Eğer Suriye’nin İdlib bölgesinde cereyan etmekte olan insanlık dramı yeterince kamuoyuna yansımasaydı, uluslararası camianın bu olup bitenler karşısındaki vurdum- duymazlığı pek yadırganmazdı... Oysa bu facianın görüntüleri dünya televizyonlarının ekranlarında, gece gündüz, canlı olarak yer alıyor.
Görüntüler gerçekten yürekleri parçalıyor: Esad rejimine bağlı Suriye ordusunun Rus hava kuvvetlerinin desteğiyle giriştiği ağır bombardıman sonucu, bölge bir harabeye dönüyor... Aralarında çoluk çocuğun bulunduğu yüzlerce sivil bombaların altında can veriyor, binlercesi yaralanıyor... On binlerce kişi kentten ve civardaki köylerden kaçıyor, kimi kamyonlarla, kimi bulabildikleri herhangi bir araçla Türk sınırına doğru yollara düşüyor... Bunların sayısı Suriye-Rus saldırılarının yeni dalgasının başladığı son 10 gün içinde 100 binin üstüne çıkmış durumda. Böylece sınır bölgesinde toplanan mültecilerin sayısı milyonu bulmuştur. Öyle ki yeni gelenler başlarını sokacak bir çadır bile bulamıyor.
ABD Başkanı Donald Trump şimdi ne yapacak? Kongre’nin kararına uyup Türkiye’ye karşı yaptırımları ister istemez uygulamaya koyacak mı? Bu olursa Türk-Amerikan ilişkileri nereye gider?
Bu soruların yanıtını ararken, şu iki önemli noktayı göz önünde tutmak gerek.
1) Yaptırımlarla ilgili karar, hem Temsilciler Meclisi’nin hem de Senato’nun kabul ettiği yeni savunma bütçesini içeren yasanın bir bölümünü oluşturuyor. Dolayısıyla, yaptırımlarla ilgili karar da bu yasanın bir parçasıdır. Başkan Trump bu “torba” yasayı olduğu gibi imzaladığına göre, yaptırımlarla ilgili kısmı da yürürlüğe koymayı taahhüt etmiş bulunuyor.
Bu bölüm, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 savunma sistemini almakta ısrar etmesi halinde ABD’nin Türkiye’yi F-35 savaş uçakları programından dışlamak başta olmak üzere birtakım askeri ve ekonomik yaptırımlar uygulamayı öngörüyor. Başkan’ın bunu hiç dikkate almaması mümkün değil. Ancak listedeki yaptırımların en hafiflerini seçebilir. Ama atacağı
Türkiye son zamanlarda Ortadoğu’da ve Doğu Akdeniz’de jeostratejik dengeleri değiştiren ataklarına tepki olarak siyasi alanda yoğun bir uluslararası kampanyayla karşılaşıyor.
Türkiye’nin güce dayalı çıkışlarına karşı çıkanlar, bu kampanyalarında daha çok uluslararası diplomasi, ekonomi, propaganda gibi enstrümanlar kullanıyorlar.
En son örnek, Doğu Akdeniz kriziyle ilgili. Türk-Libya anlaşmasından sonra, Yunanistan-Kıbrıs Rum Yönetimi ikilisi, öngörülen yeni düzenlemenin hayata geçirilmesini engellemek için, konuyu uluslararası platformlara taşıdı. Bu girişim sonunda AB, bu iki ülkesine destek verdi, onlarla dayanışma halinde olduğunu beyan etti ve Ankara-Trablus mutabakatının yasa dışı olduğunu öne sürdü. Fransa başta olmak üzere birçok AB ülkesi ayrıca Türkiye’nin bu çıkışına karşı bir tavır sergiledi. Konu Yunanistan ve Mısır tarafından BM’ye taşındı ve sözü geçen anlaşmanın BM’nin daha önce kabul ettiği deniz hukuku sözleşmesine aykırı olduğu belirtildi.
Önümüzdeki
Son bir dizi gelişme, Türkiye’nin karşılaştığı dış meselelere yaklaşımında “güç politikası”nın giderek ağırlık kazanmakta olduğunu gösteriyor.
Ankara uluslararası anlaşmazlıkları hukuki ve moral temelde diplomasi ve müzakere yoluyla çözümlenmesinden yana tutumunu korumakla birlikte, mevcut dünya koşulları karşısında “sert güç” ya da daha açık ifadesiyle, “askeri kapasitesi”ni göstermek gereğini duyuyor.
Gönül arzu eder ki uluslararası ihtilaflar konuşup anlaşarak halledilsin, BM gibi kurumlar, hak hukuk prensiplerine uygun kararlar versin ve bunları hayata geçirebilsin. Ama ne yazık ki öyle olmuyor. Kararlar moral değerlere göre değil, maddi çıkarlara göre alınıyor. Hakkaniyet, egemenlik, adalet gibi kavramlar farklı şekilde yorumlanıyor ve istendiği yöne çekiliyor.
Dolayısıyla, uluslararası meselelerde haklı olmak ya da haklılığı söz veya yazıyla savunmak yetmiyor. Gerçek şudur ki güç gösterisine veya kullanımına dayanmadıkça, uluslararası platformda istenen sonucu elde etmek