Evlere kapandığımız bu sene daha çok klasiklere dönüşü gözlemledim. Etrafımdaki birçok kişi bir vesileyle daha önce alıp sonra okurum diye düşündüğü kitapları okumayı tercih etti
Salgın yayın dünyasını tahmin edildiği kadar kötü vurmadı. Hatta bazı alanlarda kitap satışları önceki yıllara nazaran artış gösterdi. Türkçeye yıllar önce sadece bir kitabı çevrilmiş olan, Türk okurunun hiç de aşina olmadığı, eserlerini tanımadığı bir şair olan Louise Glück, Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
Edebiyat dünyasının en prestijli ödüllerinden Booker’da ise hem uzun listede hem de kısa listede aday gösterilen eserlerde özellikle yazarların çeşitliliğine, farklı özelliklerde olmasına dikkat edilmiş izlenimi edindim. Bu yılki Booker Ödülü’nü “Shuggie Bain” isimli ilk romanıyla Douglas Stuart kazandı.
Beğeniler ve üzenler
Tarık Tufan’ın “Kaybolan”, Selahattin Yusuf’un “Eve Dönemezsin”, Selim İleri’nin
Konserler yapılamadı. Ekonomik anlamda büyük kırılmalar yaşandı. 2020’de müzik dünyasında olanlara, benim radarıma takılanlara bakalım.
Bundan yıllar sonra geriye dönüp baktığımızda 2020 yılının hayatımızı tamamen değiştirdiğini, alışkanlıklarımızda köklü dönüşümler yaptığını çok daha net bir şekilde görebileceğiz. 2020’de müzik dünyasında olanlara, benim radarıma takılanlara kısaca değinmek istiyorum.
Ekonomik anlamda büyük kırılmalar yaşandı. Konserler yapılamadı. Kalabalık gruplar bir araya gelemedi. Bu yüzden de sadece şarkıları söyleyenler değil en çok da konserlerde yer alan müzisyenler maddi zarar gördü. Bu zararı karşılamak için çeşitli inisiyatifler kampanyalar yaptı, Kültür ve Turizm Bakanlığı cüzi bir destek fonu oluşturdu. Bunlar ancak bugün yaşanan sıkıntıların sadece bir kısmına yardımcı olabilecek hareketler. Uzun vadede yaşanan sıkıntıları aşmaya maalesef yardımcı olamayacak.
Online etkinlikler
Tabii yaşanan bu sıkıntıları aşmak için özellikle yılbaşı akşamına yönelik online konser
Taciz bir insanın farkında olmadan yapabileceği bir husus değil. 62 yaşına gelmiş bir insanın tacizin ne demek olduğunu, kadınlar tacize uğradıklarını ortaya çıkardıklarında anlaması saçmalığına inanacak kimse var mıdır acaba?Bu hafta bambaşka bir konu hakkında yazmak için bilgisayarımın başına geçtiğimde, üyesi olduğum bir Whatsapp, grubundan gelen “Hasan Ali Toptaş olayına ne diyorsunuz?” mesajını ilk başta tam olarak anlayamadım. Sosyal medyada karşılaştığım, katıldığı bir televizyon programında çevirmenlerle alakalı yaptığı yorum soruluyor sandım ve üzerinde fazla durmadım. Bu röportajda Hasan Ali Toptaş, şu sözleri sarf ediyordu: “Yeni kitapları okurken o kadar temkinli yaklaşıyorum ki çeviri bir kitap okurken önce çevirmenin doğum tarihine bakıyorum. Çünkü günümüzde Türkçe, günümüz insanının zihnindeki kelime sayısı o kadar azaldı ki böyle tatsız çeviriyle karşılaşmaktan korkuyorum. Eğer benim kuşağımdan ya da benden önceki kuşaktan bir çevirmenin metniyle karşılaşıyorsam diyorum ki,
2020’de salgının etkisiyle zor günlerden geçen sanat dünyasında yeni açılan sergiler umut veriyor. Türkiye’nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi, 40’ıncı kuruluş yılını “Motif” başlıklı sergiyle kutluyor.
2020 salgın etkisinde bir yıl oldu. Görünen o ki 2021’in büyük çoğunluğunda durum pek farklı olmayacak. Hayat hemen her alanda yavaşladı, bazen durdu. Bundan en çok etkilenen sektörlerin başında ise kreatif endüstriler geliyor. Sergiler, konserler, filmler adeta durma noktasına geldi. Müzeler ve galeriler ziyaretçi sayılarında tahmin edilemeyecek kadar düşüş yaşamalarına rağmen hâlâ yeni sergiler düzenlemeye devam ediyor. Bu açıdan biz sanatseverler kendilerine ne kadar teşekkür etsek azdır.
Türkiye’nin ilk özel müzesi olan Sadberk Hanım Müzesi, 40’ıncı kuruluş yılını “Motif” başlıklı sergiyle kutluyor. Bu sergi müzede belirli türdeki eserlerden bir seçme değil, müzenin tüm koleksiyonuna odaklanan bir bakış sunuyor. Serginin tanıtım
AVM kütüphaneleri uygulamasıyla yıl sonuna kadar toplam 8 AVM’de kütüphane açılacak. Önümüzdeki yılın hedefi ise bunları 25’e tamamlamak.
Yaklaşık üç yıl önce Güney Kore’nin başkenti Seul’ü ziyaret etmiştim. Bu ziyaretimin amacı Türkiye’nin Seul Kitap Fuarı’nda onur konuğu olmasıydı. Seul uzaktan baktığımda teknolojisinin yaygınlığıyla beni zaten etkileyen bir şehirdi. Şehre gidince daha havalimanında bu etkinin izlerini görmek beni açıkçası hiç şaşırtmamıştı.
Fuar alanının yer aldığı komplekste bulunan alışveriş merkezini gezerken, beni bu teknoloji kullanımından çok daha fazla etkileyen bir manzarayla karşılaştım. AVM’nin en merkezi konumunda muazzam büyüklükte bir kütüphane vardı. Starfield alışveriş merkezinde yer alan bu kütüphane karşısında; keşke bizde de benzer kütüphaneler olsa diye düşünmüş, temennide bulunmuştum.
Kültür ve Turizm Bakanlığımızın benzer bir uygulamayı hayata geçireceğini öğrenince çok memnun oldum. Şimdilik Seul’deki
Berkun Oya’nın toplumun ekranlarda göz ardı edilen sorunlarına, ön yargılarına değinme çabası dikkate değer ama “Bir Başkadır”da olduğu gibi sunulması yetersiz ve daha sonra bu alanda yapılması muhtemel olanların önünü tıkıyor.
Önemli Not: “Bir Başkadır” ile ilgili spoiler yer alabilir.
Uzun zamandır ilk kez bir dizinin bu kadar konuşulduğuna şahit oluyorum. Hakkında yazılanların çokluğu da bunun bir göstergesi, WhatsApp gruplarında, sosyal medyada en çok konuşulan konulardan biri “Bir Başkadır” isimli dizi. Dizinin bu kadar çok konuşulmasının altında yatan temel neden, toplumun her kesimini içine aldığı ve Türkiye’ye dair bir gözlem, toplumun sıkıntılarını ortaya koyma iddiası. Sesi daha çok çıkanların da tav oldukları nokta burası. Dizinin adı da zaten hepimizin bildiği o meşhur şarkıya gönderme yapıyor ama senarist/yönetmen bunu bizim tamamlamamızı bekliyor. Dizideki birçok sahnede de benzer bir durumla karşılaşıyoruz.
Karakterler
Önce dizide yer alan bazı karakterlere bakalım…
Meryem: Birkaç kez
Birçok yazarın, şairin doğduğu ve mimari harikalara ev sahipliği eden Sivas’ın dününe ve bugününe bakalım.
Geçtiğimiz günlerde Azerbaycan, Ermenistan işgalindeki topraklarını 44 günlük bir mücadelenin ardından özgürlüğüne kavuşturdu. Dağlık-Karabağ’ın tamamı kurtarılmadan önce bölgenin kalbi olarak nitelendirilen Şuşa şehri kurtarıldı. Bu şehir Azerbaycan’ın kültür ve sanatının son derece önemli şehirlerinden biriydi uzun yıllar boyunca. Şimdi tekrar eski şaşalı günlerine kavuşabilecek. Şuşa bana biraz Sivas’ı hatırlatır. Birçok yazarın, şairin doğduğu ve mimari harikalara ev sahipliği eden Sivas’ın dününe ve bugününe bakmak istiyorum. Selçuklular döneminde “Dârü’l-alâ” (Yücelik beldesi) ve “Dârü’l-ulemâ” (Bilginler şehri) olarak anılan Sivas, tıp, astronomi gibi bilimlerin; kelam, fıkıh gibi dini ilimlerin; mimari, tezyinat gibi sanatların merkeziydi. Bütün bu alanlardaki eğitimlere ev sahipliği eden medreselerin çokluğu
Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülleri’ne layık görülen isimlerden iki kişi beni özellikle memnun etti. Tek başına geleneksel sanatlar alanında yeni sanatçıların çıkması için maddi manevi çaba harcayan Mehmet Çebi ve sosyal bilimler alanında yaptığı muazzam çalışmalarından ötürü İsmail Kara.
Tarih 27 Şubat 1998! 28 Şubat postmodern darbesinin üzerinden bir yıl geçmiş. Soğuk bir şubat günü. Henüz 17 yaşında bir lise talebesiyim. Yatılı okuyorum. Okuldan kaçıp sıklıkla sevdiğim yazarların söyleşilerini dinlemeye ya da ofisleri varsa onları ziyaret etmeye çalışıyorum. İşte o şubat günü de yolumu Cağaloğlu’na düşürüp Dergâh dergisinde Mustafa Kutlu’yu ziyaret etmeyi planlayıp yola çıktım. Mustafa Kutlu randevusuz ziyaret edilebilen, gençlere her daim kapısı açık olan biriydi, hâlâ da öyledir. Gerçi dergiye eskisi kadar sık gitmiyor lakin telefonla ulaşmak da mümkündür. (Hâlâ cep telefonu kullanmaz, ama