Evlere kapandığımız bu sene daha çok klasiklere dönüşü gözlemledim. Etrafımdaki birçok kişi bir vesileyle daha önce alıp sonra okurum diye düşündüğü kitapları okumayı tercih etti
Salgın yayın dünyasını tahmin edildiği kadar kötü vurmadı. Hatta bazı alanlarda kitap satışları önceki yıllara nazaran artış gösterdi. Türkçeye yıllar önce sadece bir kitabı çevrilmiş olan, Türk okurunun hiç de aşina olmadığı, eserlerini tanımadığı bir şair olan Louise Glück, Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görüldü.
Edebiyat dünyasının en prestijli ödüllerinden Booker’da ise hem uzun listede hem de kısa listede aday gösterilen eserlerde özellikle yazarların çeşitliliğine, farklı özelliklerde olmasına dikkat edilmiş izlenimi edindim. Bu yılki Booker Ödülü’nü “Shuggie Bain” isimli ilk romanıyla Douglas Stuart kazandı.
Beğeniler ve üzenler
Tarık Tufan’ın “Kaybolan”, Selahattin Yusuf’un “Eve Dönemezsin”, Selim İleri’nin “Yaşadınız Öldünüz Bir Anlamı Olmalı Bunun” isimli romanları bu yıl okuyup beğendiğim Türk romanlarıydı. Türk edebiyatının bazı önemli isimleri de maalesef 2020’de aramızdan ayrıldı. Kişisel tarihimde önemli bir yeri olan ve etimoloji çalışmalarının öneminin ilerleyen yıllarda daha belirgin bir şekilde anlaşılacağına inandığım Asım Gültekin geçirdiği rahatsızlık sonucu vefat etti. Kamuoyunun daha çok köşe yazarı ve yorumcu olarak tanıdığı ama “Kanamalı Haydut” ve “Ulufer”in de aralarında olduğu romanlara imza atmış, yıllarca edebiyat dergilerinde hikâyeleri ve yazıları yayımlanan Ahmet Kekeç ağabey de bu yıl kaybettiğimiz önemli yazarlardandı.
Türk edebiyatınının önemli isimlerinden; “Fikrimin İnce Gülü”, “Ölmeye Yatmak”, “Bir Düğün Gecesi” romanlarının yazarı Adalet Ağaoğlu’nu da bu yıl kaybettik. 2020 salgınla dolu bir yıl oldu, üretimleri bireysel olduğu için daha az etkilenen yazarların bu yıl yazdıklarını ve salgının etkisini ilerleyen yıllarda göreceğiz. İnşallah 2021 salgının bittiği ve etkilerinin kaybolduğu bir yıl olur.
Sanal da olsa
Contemporary Istanbul, bu yıl maalesef sanal olarak düzenleniyor. Hiç şüphesiz sanal olarak düzenlenen bir fuarın dezavantajlarıyla beraber avantajları da mevcut. Aynı ortamı paylaşmak sanata nüfuz etmek için önemli bir katkı sağlar ya da gözümüzle gördüğümüz bir sanat eserini daha kolay ve net bir şekilde idrak edip, beğenme veya beğenmeme ihtimalimiz olur; ekran vasıtasıyla görmek her zaman sağlıklı bir sonuç vermez. Bunlara rağmen mekândan ve zamandan bağımsız olduğu için normal fuarlara göre erişim imkânı çok daha yüksek, galerilerin stant kurma vs gibi maliyetleri olmadığı için eser fiyatları da normal zamana göre daha uygun olabiliyor. Sanatla iç içe olduğumuz, gönül rahatlığıyla fuarları, sergileri, müzeleri gezebildiğimiz günleri açıkçası çok özledim.
Contemporary Istanbul’da Milliyet Sanat standına da uğrarsanız o eski günlerimizdeki hallerimizi gösteren, Milliyet Sanat’ın çağrısı üzerine okurlarının gönderdiği fotoğraflardan oluşan bir videoyla karşılaşacaksınız. Ve o eski, güzel “normal” günlerimizi buruk bir anı olarak hatırlayacaksınız.