Asırlar boyunca doktor-hasta ilişkisinin merkezinde hasta değil hastalık ve doktor vardı. Hâlâ birçok hasta, kendi sağlığı hakkında karar verilirken, süreci korku ve endişeyle ancak uzaktan izleyebiliyor. Hasta merkezli sağlık hizmeti hareketi, bu ilişkiyi değiştirip her aşamada hastanın katılımını sağlamayı amaçlıyor
Geçen hafta gazetelerde, kanserle yaptığı uzun mücadeleden sonra hayatını kaybeden Dr. Aydemir Yalman’ın hastalığı sırasında karşılaştığı sorunları, hasta olarak neler hissettiğini, hekimlerin davranışlarındaki farklılıkları anlattığı, “Bir doktor kanser olursa” başlıklı makalesi hakkında haberler vardı. Her birinin üstünde kitap yazılabilecek birçok nokta arasında, hastanın kendi hakkında verilen kararlara ortak edilip edilmemesi sorununu Dr. Yalman çok güzel dile getirmiş:
Donmuş bir şekilde izledi
Geçen hafta Amerikan Kardiyoloji Koleji’nin Chicago’daki yıllık bilimsel toplantısına dünyanın dört bir köşesinden 20 binden fazla katılan oldu. Bu hafta, sunulan binden fazla bilimsel araştırma arasında kalp damar hastalarını en çok ilgilendireceğini düşündüğüm 10 bildiriye değineceğim
1-Ameliyatla diyabet tedavisi: Çok şişman olup da hayat tarzı değişiklikleriyle birçok denemeye rağmen zayıflayamamış olanlara tavsiye edilen zayıflama ameliyatlarının amaçlarına ulaştığına dair kanıtlar var. Toplantıda bildirilen bir araştırmada şeker hastası olan fazla kilolu ve şişman kişilerin ameliyatla tedavi edildiklerinde kan şekerlerinde hızlı bir düzelme olduğu görüldü. ABD’deki Cleveland Clinic hastanesinde 150 hasta rasgele 3 gruba ayırıldı. İlk 2 gruptaki hastalara farklı zayıflama ameliyatları uygulandı, diğerleri ameliyatsız izlendi (kontrol grubu).
Bir yıl sonra bakıldığında ameliyat olanların ortalama 25 - 30 kilo zayıfladıkları ve yarıya yakınında kan şekerinin diyabet sınırının altına indiği gözlendi. Aynı haftada bildirilen, İtalyan araştırmacıların önderlik ettiği benzer bir çalışmada da 2 yılın sonunda 10 hastadan dokuzunda şeker hastalığının gerilemiş olduğu
Kalp çarpıntısı ciddi bir kalp hastalığının belirtisi olabileceği gibi sapasağlam kalplerde de görülebilir. Tiroid bezinin aşırı çalıştığı durumlarda kalbin hem hızlı hem de düzensiz şekilde attığı çarpıntılar ortaya çıkar. Tiroid az çalıştığında da kalp etkilenir, kasılması da atım hızı da düşer, vücuda attığı kan azalır
Nalan Hanım çarpıntı ataklarından yakınmaya başlamıştı. Durup dururken sanki göğsünün içinde çırpınan bir kuş varmış gibi hissediyor, halsizlik ve yorgunluktan şikâyet ediyordu.
Kocası son aylarda karısına ne olduğunu anlayamıyor, endişe ediyordu. Çabuk kızıyor, kolay sinirleniyor, ufacık bir sorun için ağladığı oluyordu. Eskisine göre telaşlı bir hali vardı, gece sık sık uyanır olmuştu. En çok endişe ettiren sorun, son 4 ayda 7 kilo vermiş olmasıydı.
Diyet yapmıyor, aksine bol bol yemek yiyordu. İştahı iyi, hatta çok iyiydi, neden kilo veriyordu acaba? Şikâyetlerinin menopoz başlangıcı olduğunu düşünüyor, doktora gitmek istemiyordu. Halbuki daha 42 yaşındaydı. Nalan Hanım’ın giderek artan çarpıntılarının yanı sıra nefes darlığı çekmeye başladığını gören kocası, nihayet karısını doktora gitmeye ikna etti.
Sağlıklı ve uzun bir yaşam için sebze, meyve ve baklagillerden zengin, beyaz un ve şekerin en aza indirildiği, balık ve tavuk etinin kırmızı ete tercih edildiği, zeytinyağının kullanıldığı beslenme tarzında, paketlenmiş besinlere, hızlı tüketilen yemeklere ve fazla tuza yer yok
Kalp ve damar hastalıkları, diyabet, yüksek tansiyon, kanser gibi kronik hastalıkların sağlıksız hayat tarzıyla yakından ilgili olduğu her gün yazılıp söyleniyor. 2011 Eylül’ünde, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun önderliğinde toplanan bulaşıcı olmayan hastalıklar kongresinde de bu nokta vurgulandı. Sağlıklı beslenmenin tüm ulusları tehdit eden sağlık sorunlarının çözümünde olmazsa olmaz rolü olduğunun altı çizildi. Bu ifadeye itiraz edecek, altına imza atmayacak kimse yok. Tartışma bu noktadan sonra, “Sağlıklı beslenme tarzı nedir?” sorusuna cevap arandığında ortaya çıkıyor. Her türlü et yemeyi bırakıp vejetaryen olmalı diyenler de var, ana besininiz et ve tereyağı olsun diyenler de. Şaşırmamak elde değil. Kafa karışıklığımızı giderebilmek için en akla yakın yol, eldeki verilerin ve kanıtların tümüne bakıp bir yargıya varmaktan geçiyor. Bu hafta içinde yayımlanan iki araştırma bu tartışmaya
Göğüs ağrısı olan bir kişide, sıkıntıların ne zaman başladığı, ne kadar şiddetli olduğu, ilerleyip ilerlemediği, tetiği çeken etkenlerin neler olduğu çok önemlidir. Angina denilen kalp ağrısının, kararlı mı yoksa kararsız mı olduğu nasıl bir tedavi yapılacağını belirler
Korhan Bey son bir yıldır ağır iş yaptığı zaman göğsünde bir baskı hissediyordu. Ama bu şikâyetleri durup dinlenince bir iki dakika içinde geçiyordu. Uzun zaman aldırış etmemiş, yorucu iş yapmamaya özen göstererek durumu idare etmişti. İş arkadaşlarından biri kalp krizi geçirip hastaneye kaldırılınca, “Benim sıkıntılarımın kaynağı da kalbim olmasın” diye düşünmeye başladı. Bu endişeyle gittiği bir kardiyolog doktor hikâyesini dinledikten sonra koroner arter hastası olabileceğini söyledi. “O da ne demek?” diye sorunca, doktoru anlatmaya başladı.
Kalbin vücudun dört bir yanına dağıtılması için pompaladığı kanın ilk ulaştığı organ kalbin kendisidir. Aort damarının kalpten çıkar çıkmaz verdiği ilk dallar kalbi besleyen damarlardır. Tıbbi adı koroner arter olan bu atardamarlar çok daralıp kan akımını engellerlerse buna koroner arter hastalığı veya koroner damar ya da koroner kalp hastalığı denir. Bazen aynı
Orta yaşta bir erkeğin tansiyon ve kolesterolü ideal sınırlardaysa, şeker hastalığı ve sigarasıyoksa, 80 yaşına kadar kalp hastası olma riski yüzde 1-2’den fazla değil. Oysa bunlardan biribile varsa risk 20 kat artıyor. Anlaşılan o ki, kalp hastası olmamak büyük ölçüde bizim elimizde
“Risk faktörü” deyiminin tıp literatürüne girip yaygınlaşması 1960’ların başında ünlü Framingham Raporu’nun yayımlanmasıyla başladı. 1940’ların sonunda, Amerika Birleşik Devletleri’nin Massachusetts eyaletinde küçük bir şehir olan Framingham’da yaşayan insanların tümü sağlık muayenesinden geçirilip izlenmeye başlandı. Kamu kaynaklarından desteklenen bu araştırma hâlâ sürmekte. İlk muayeneden 10 yıl sonra, araştırmacılar kalp krizi geçiren veya kalp hastalığı nedeniyle ölenler ile sağlıklı kalanları karşılaştırıp ne gibi özelliklerinin kalp damar hastalığına yol açtığını araştırdılar. Risk faktörü diye adlandırdıkları bu özellikler 6 taneydi: Erkek cinsiyet, ileri yaş, şeker hastalığı, yüksek tansiyon, yüksek kolesterol ve sigara. Daha sonra yapılan birçok bilimsel çalışma, ailede kalp hastalığı olması, iyi kolesterolün düşüklüğü, fazla kilolu ve şişman olma, insülin direnciyle
Açık kalp ameliyatı deyince akla, kalbe ulaşmak için göğüs kemiğinin yukarıdan aşağıya kesilip ikiye ayrılması gelir. Cerrahın kalbin her yanını rahatça görebildiği bu yöntem yıllardır dünyanın her yerindeki ameliyatlarda kullanılmakta.
Bu tarz ameliyatı standart olarak kabul eden uzmanlar, son yıllarda açık kalp ameliyatını daha küçük kesiler kullanarak yapmaya başladılar. Örneğin, göğsün sağ tarafında birkaç santimetrelik bir yatay kesiyle açtıkları aralıktan girip hastanın mitral kapağını onarabiliyorlar. Aort kapağını değiştirmek, hatta aortun bir bölümünü onarmak için göğüs kemiğinin üçte birini kesmek yeterli oluyor.
Göğüs kemiğinin büyük kesiyle ikiye ayrılması hala en yaygın yöntem olarak kullanılsa da küçük kesilerle yapılan cerrahi müdahaleler giderek yaygınlaşıyor. Bu değişimde, küçük kesilerin daha az yaralayıcı ve düşük riskli olduğunu düşünüp bu seçeneği sunan cerrahlara ve hastanelere rağbet eden hastaların rolü büyük. Lakin, konu göründüğü kadar basit değil. Yeni yöntemlerin yararlarının yanı sıra dikkat edilmesi gereken güçlükleri de var.
Küçük kesi neden iyi?
Her ameliyattan sonra ağrı olur. Ağrının şiddeti, yapılan işleme, kesinin yerine ve
Anne karnında büyümeye başlayan embriyonun cinsiyetini babadan gelen kromozomun X veya Y olması belirler. Yeni bir araştırma, Y kromozomu yoluyla babadan oğula kalp damar hastalığı riskinin de geçtiğini gösterdi. Bu buluş, erkeklerin neden kadınlardan çok daha genç yaşta kalp krizi geçirdiğini açıklayabilir...
Erkekler kadınlara göre daha genç yaşta kalp krizi geçiriyorlar. Kalp damar hastalıklarının ortaya çıkışı kadınlarda 10-15 yıl daha geç oluyor. Bunun nedeni tam olarak bilinmiyor. Menopozdan önce kadın vücudunda bolca bulunan östrojenin kalbi koruduğu düşüncesi var. Lakin, menopozdan sonra östrojen verilince aynı koruyucu etki sağlanamıyor.
İki hafta önce ünlü tıp dergisi Lancet’de elektronik olan yayımlanan bir araştırma bu alana ışık tutucu nitelikte. İnceledikleri erkeklerde, Y kromozomlarındaki genlerin 2 farklı dizilim gösterdiğini söyleyen bilim adamları, bu dizilimlerin kalp hastalığıyla ilişkisini incelediler. Bu 2 gruptan birinde, kalp krizi riskinin ötekine göre yüzde 50 oranında arttığını buldular. Bilim dünyasında çok ilgi çeken bu araştırmanın ne anlama geldiğini tartışmadan önce, kromozomların, özellikle Y kromozomunun ne olduğunu gözden