Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

Prof. Dr. E. Murat Tuzcu

murat.tuzcu@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Milliyet



Asırlar boyunca doktor-hasta ilişkisinin merkezinde hasta değil hastalık ve doktor vardı. Hâlâ birçok hasta, kendi sağlığı hakkında karar verilirken, süreci korku ve endişeyle ancak uzaktan izleyebiliyor. Hasta merkezli sağlık hizmeti hareketi, bu ilişkiyi değiştirip her aşamada hastanın katılımını sağlamayı amaçlıyor




Geçen hafta gazetelerde, kanserle yaptığı uzun mücadeleden sonra hayatını kaybeden Dr. Aydemir Yalman’ın hastalığı sırasında karşılaştığı sorunları, hasta olarak neler hissettiğini, hekimlerin davranışlarındaki farklılıkları anlattığı, “Bir doktor kanser olursa” başlıklı makalesi hakkında haberler vardı. Her birinin üstünde kitap yazılabilecek birçok nokta arasında, hastanın kendi hakkında verilen kararlara ortak edilip edilmemesi sorununu Dr. Yalman çok güzel dile getirmiş:

Haberin Devamı

Donmuş bir şekilde izledi

Başvurduğu hastanenin çeşitli uzmanları, tümör konseyi denilen toplantıda, sanki hasta orada değilmiş gibi konuşup, tartışıp büyük bir ameliyat ve sonrasında ışın tedavisi yapılmasına karar verirler. “Hakkımda bu kararlar alınıp, elime anestezi muayene kâğıdı tutuşturulana kadar donmuş bir şekilde olanları izliyordum. Son bir gayretle kuruyan boğazımdan hırıltı şeklinde çıkan sesle doktoruma bu radikal girişimin 5 yıllık sağkalıma ne kadar etkisi olabileceğini sordum. Filmlerimi elime sıkıştırıp, diğer hastayı çağırırken yaklaşık % 40-45 dedi.”

Kararı birlikte almışlar

“Ertesi gün, büyük özel bir sağlık kuruluşunda KBB onkolojisi ile uğraşan bir diğer doktora muayeneye gittim. KBB doktoru ve radyasyon onkoloğu yapabileceklerini ve olası sonuçlarını etraflıca anlattılar. Bana seçenekler sundular, hangi tedavinin ne gibi etkileri olabileceğini, başarının olabileceğini de olamayabileceğini de açık açık izah ettiler. Sonuçta, 33 seans radyoterapi ve adjuvan tedavi olarak da 6 seans kemoterapi uygulanmasına birlikte karar verdik.”

Zıt iki yaklaşım

“Altını çizerek söylüyorum; ne şekilde tedavi alacağım kararına ben de katıldım. Yani, kaderim yine benim ellerimde idi ve kendim için verilen karar benim de katıldığım bir karardı.”

Haberin Devamı

Dr. Yalman’ın başından geçen birbirine taban tabana zıt iki farklı yaklaşım, hasta-hekim ilişkilerindeki yelpazenin iki ucunu çok güzel anlatıyor. Tarih boyunca hasta ile hekim arasında otoriter, doktorun dediğinin yapıldığı, pederşahi bir ilişki belirleyici oldu. 1960’lı yıllardan başlayarak, değişen dünyada bu ilişki de sorgulanmaya başlandı.

Hastalar kendilerini ilgilendiren kararlarda söz sahibi olmak istediler. Hâlâ da bunun mücadelesini vermekteler. Birçok doktor da bu yaklaşımı doğru bularak benimsemeye çalışıyor.


Hasta mı merkezde, doktor mu?

Asırlar boyunca doktor-hasta ilişkisinin merkezinde hasta değil hastalık ve bu nedenle doktor vardı. Hasta, merkezin etrafındaki yörüngede yer aldı. Son yarım yüzyılda ilerleyen tıp, giderek karmaşıklaşan teknolojinin yardımıyla gelişti, tedavilerin başarı şansı yükseldi. Bir yandan hayatta tutulan hasta sayısı artarken, diğer yandan doktor ile hasta arasındaki mesafe daha da açıldı. Eskiye göre tanı ve tedavide seçeneklerin arttığı ortamda hâlâ birçok hasta ve ailesi, karar verme sürecini korku ve endişeyle uzaktan izleyen yabancılar gibi hissediyorlar kendilerini.
Son 20 yılda bu ilişkiyi değiştirip merkeze hastayı koymaya çalışan akım giderek taraftar kazanıyor. Hasta merkezli sağlık hizmeti, her aşamada hastanın katılımını temel gereklilik olarak görüyor. Bu ilişkinin sağlık hizmetinin başarısını da, verimini de artıracağına dair birçok veri var.



Her karar aynı değil

Hastanın sağlığı alanında verilecek her karara önemli bir katkı yapması söz konusu olmayabilir. Örneğin, büyük bir kalp krizinin ilk saatlerinde acil servise başvuran hastanın, ya da ani başlayan bir kalp çarpıntısıyla yarı baygın hale gelmiş kişinin veya kalp kapakları mikrop kapmış birisinin tedavisinde, üstünde karar verilmesi gereken birçok seçenek yoktur. İlkinde tıkalı olan damar olanak varsa balon ve stentle, yoksa pıhtı çözücü ilaçla açılmalı, ikincisinde çarpıntı elektroşokla ve ilaçlarla düzeltilmeli, kapak hastasında da derhal damardan antibiyotik tedavisine başlanmalıdır.
Bu örnekler ve benzerlerinde olduğu gibi bir tedavi yönteminin üstünlüğünün genel kabul gördüğü durumlarda hastanın neyin neden yapıldığını bilmesi önemli olsa da, istisnai durumlar dışında ortak olabileceği bir karar süreci yoktur. Buna karşılık tıpta ve özellikle kalp damar hastalıkları alanında birçok durum vardır ki, kullanılacak tanı ve tedavi yöntemlerinde birden çok seçenek söz konusudur.


Karar verme zamanı gelince

Bir süredir 2-3 kat merdiveni hızla çıktığında göğsü ağrıyan, durunca geçen bir kişinin anjiyografide bir damarının dar olduğu bulunursa mutlaka stent takma veya baypas ameliyatı yapma gerekliliği yoktur. Bu durumdaki birçok hasta ilaçlarla ve hayat tarzı değişiklikleriyle tedavi edilebilir. Hangi yöntemin seçileceğine karar verirken hasta mutlaka aydınlatılmalıdır. Hastalığı hakkında ve tedavi seçeneklerinin uzun dönem yarar ve riskleri açısından bilimsel veriler ışığında bilgilendirilmelidir. Ondan sonra hastanın istekleri ve onun için önemli olan noktalar göz önüne alınarak karar verilmelidir. Bir diğer örnek de kalp damar hastası olma riski orta düzeyde olan bir kişiye kolesterol düşürücü veya yüksek kan basıncını kontrol eden ya da diyabet olma riskini azaltan ilaçlarla tedaviye başlama kararıdır. Hastanın hayat boyu kullanacağı bir ilaca başlamadan önce risk kavramını iyice anlaması, yarar-zarar dengesini öğrenmesi gerekir. Ancak bu yolla doktor-hasta ortaklığı kurulabilir.


Hastanın eğitilmesi şart


Milliyet


Birçok hastalığın tanı ve tedavisinde seçilebilecek birden fazla yol vardır. Her seçeneğin yararları ve riskleri farklıdır. Seçilecek yola karar verirken hastanın istekleri de göz önüne alınmalıdır.

Doktorlar ve diğer sağlık çalışanları hastayı hastalığı hakkında bilgilendirmeli, önündeki seçenekler anlayabilmesini sağlamalıdır. Böylece hastanın önemli kararlara katılması mümkün olur.


Hastanın sağlık sorunlarıyla ilgili kararlara katılabilmesi için hastalığı ve önündeki seçenekler hakkında doğru ve yeterli bilgiye sahip olması gerekir. “Birçok hastanın temel eğitimi karmaşık sorunları anlayıp özümsemek için yeterli değil” ya da “Hastaların böyle bir isteği yok” veya “Doktorların zaten zamanı yok, bir de hastaları eğitmekle mi uğraşacaklar” diye itiraz edenler olacaktır.
En düşük eğitim düzeyinde olan hastalara bile dertlerini ve tedavi seçeneklerini anlatmanın mümkün olduğunu gösteren araştırmalar var. İnsanlara hastalıklarını öğrenme olanakları sunulursa, kendi sağlıklarıyla ilgili kararlara ortak olma isteklerinin arttığını biliyoruz. Cochrane işbirliği grubunun yaptığı bir toplu değerlendirmede bu konuda yapılmış 86 karşılaştırmalı araştırma incelendi. Karar vermek için çeşitli olanaklar sunulan hastaların, kontrol grubuna göre daha çok bilgiyle donanmış olarak kararlara katkıda bulunduğu, tedavide sağlık ekibiyle uyum içinde olduğu, endişe ve huzursuzluklarının daha az olduğu ortaya çıktı.
Hastaların bilgilendirilip kararlara ortak edilmesinde doktora önderlik rolü düşse de tüm yükün onların sırtına yüklenmesi söz konusu olmamalı. Hastaların kendi kaderlerini tayinde seyirci değil, ortak karar verici durumuna gelebilmeleri için hastane ve diğer sağlık kurumlarının hazırlayacakları programlara ihtiyaç var. Yardımcı sağlık personelinin katkısıyla gerek sözlü, gerek yazılı ve görsel, gerekse bilgisayar ortamı kullanılarak bilgilendirilen hastalar, verilen sağlık hizmetinin yükseltilmesine de katkıda bulunacaklardır.


Ne yapmalı?

Tüm sağlık çalışanlarına ışık tutucu tecrübelerini aktardığı için minnet ve saygıyla andığımız Dr. Yalman’ın yaptığı çağrıda olduğu gibi, doktorlar ve sağlık çalışanları, hastalıkları çekenlerin gözünden görebildikleri ölçüde iyi sağlık hizmeti sunabilirler. Hastanın duygularını, değerlerini, isteklerini göz önüne alıp tercihlerine değer verilerek çizilecek bir tedavi planının sadece hastalığı değil hastayı da iyileştirme şansı artacaktır.
Kendisi de kalp-damar hastalığı çekmiş, inme geçirmiş olan Sadettin Kaynak’ın, hüseyni makamındaki şarkısından birkaç mısrayla bitirelim yazıyı...
Od yanar kaçan bilir
Bu derdi yazan bilir
Bülbülün çektiğini
Gül değil hazan bilir
Geceyi hastadan sor
Leylam Leylam, Leylam