İki yıl önce, Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllık toplantısına katılmak üzere Davos’a giderken yazdığım “Küresel ekonomide saadet zinciri” başlıklı yazı şöyle başlıyordu: “Dünya ekonomisinde ve finans sisteminde kalıcı bir mutluluk mu yaşanıyor? Yoksa koptuğunda benzeri görülmemiş bir depreme yol açacak bir saadet zinciri mi oluştu?” (Milliyet, 22.1.2007)
Davos’a varıp dünyanın önde gelen şirketlerini yöneten CEO’ların fevkalade iyimser beklentilerini yansıtan PWC (Price Waterhouse Coopers) anketinin sonuçlarıyla karşılaşınca da “CEO’ların pespembe dünyası” başlıklı bir yazı yazarak onları fazla inandırıcı bulmadığımı belirtmiştim. (Milliyet, 25.1.2007)
Geçen yıl, Dünya Ekonomik Forumu yıllık toplantısının hemen öncesinde, dünya borsalarında küresel krizin ilk şoku hissedildi, ABD Merkez Bankası (Federal Rezerv Bankası) faizlerde 0.75 puanlık ilk büyük indirimi yaptı.
Davos’ta da önceki yılın iyimserliği yoktu ama yaşanacak olan krizin boyutları konusunda farklı görüşler vardı. Yıllık toplantı sonrasında, 3 şubat 2008 tarihli Milliyet’te yayımlanan yazımda, ABD ve dünya ekonomisinin geleceğine ilişkin dört farklı görüş saptadığımı yazdım.
Dört farklı görüş
İlk grupta yer alan
Türkiye’de ekonominin ve halkın sıkıntıları giderek artarken, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin bu olumsuz gidişatı yeterince ciddiye almayan bir tavır içinde olduğu izlenimi yaygın. Hükümet yetkilileriyle ve ekonomi yönetimiyle teması olanlardan edindiğim izlenim de bu yönde.
Kimilerine göre bu görüntü aldatıcı. Onlara bakarsanız, AKP hükümeti ekonomideki gelişmeleri bilinçli ve serinkanlı bir biçimde izliyor; panik yaratmadan ve tantana yapmadan, krizin etkilerinin hafifletilmesi için gerekli olan önlemleri alıyor. Ayrıca hükümetin IMF ile sıkı bir pazarlık yaptığını da hatırlatıyor bu görüşü savunanlar. Anlaşma sağlandığında IMF bize, bugüne kadar dillendirilenlerin de üzerinde bir para verecek, böylece piyasalar rahatlayacak ve kriz ortamından çıkılacak. Petrol ve diğer temel madde fiyatlarındaki düşüşün enflasyonu aşağı çekerek faizlerin hızlı biçimde inmesine olanak sağlamasının da bu çıkışa katkıda bulunacağı ileri sürülüyor.
Bir taşla iki kuş mu?
Kimilerine göre ise gerçek bunun tam tersi. AKP hükümeti, şu dönemde önceliği ekonomiye değil siyasete verdiği için, ekonomideki krizin derinleşmesini önleyecek adımları atmıyor, IMF ile anlaşmayı
Barack Obama’nın ABD Başkanı olarak göreve başlaması, Amerika’da olduğu gibi dünyada da yeni umutların yeşermesine yol açtı, sevinç gösterileriyle kutlandı. Ancak ABD’de ve dünyada hisse senedi borsalarının bu şölenlere katılmadıkları gözlendi. Obama’nın görevi devraldığı gün Dow Jones endeksi yeniden 8.000 puanın altına indi, S&P 500 endeksi geriledi, ABD’nin yanı sıra Avrupa, Asya ve Latin Amerika borsalarında da düşüşler yaşandı.
Borsaların verdiği bu ilk tepkiye bakarak, “Obama’nın gelişi de borsalardaki karamsarlığı kıramadı” demek, ya da “Borsalar Obama’yı sevmedi” yorumunu yapmak doğru olmaz. Bu tür değerlendirmeler aslında Obama’nın kırmak istediği sakat anlayışın ürünleri.
ABD’nin yeni başkanı, elinde sihirli bir değnek bulunmadığını, doğru yönde atılacak adımlarla, ancak zor ve sıkıntılı bir dönemden sonra, ekonominin düzlüğe çıkabileceğini söyleyip duruyor. Ayrıca 1941’den bu yana, ABD’de borsanın açık olduğu bir günde görevi devralan 13 başkandan 9’unu düşüşle karşılamış borsa, S&P 500 endeksi düşüş kaydetmiş yemin gününde.
Kötü haber yağmuru
Borsalarda sürmekte olan olumsuz havanın başlıca nedeni, kötü haber yağmurunun yoğunlaşarak devam
Türkiye’nin ve dünyanın içinde bulunduğu ortamda iyimser olmak kolay değil ama ben bugün iyimserim. İyimserim, çünkü dünyanın ufkunu karartan George W. Bush kâbusu bitiyor ve Barack Obama ABD Başkanı olarak göreve başlıyor.
İyimserim, çünkü cehaletini ve görgüsüzlüğünü entelektüel düşmanlığı ile taçlandıran bir ABD başkanı gidiyor, entelektüel birikimiyle ve bu birikime sahip kadrosuyla umut veren bir başkan geliyor.
İyimserim, çünkü işkence ve gaddarlık dahil her türlü yöntemi kullanarak ABD’nin gücünü kanıtlamaya çalışan ilkel kovboy gidiyor; ahlaki dayanaktan yoksun güç kullanımının kimseye yarar sağlamayacağını, tersine herkese zarar vereceğini bilen bir hukuk ve kanun adamı geliyor.
ABD’nin önemi
George W. Bush’un büyük fiyaskolarla dolu olan döneminin en öğretici yanı, ABD’nin küresel oyundaki büyük önemini herkese hatırlatması oldu. Bush yönetiminin 11 Eylül sonrasında izlediği ilkel ve maceracı çizgi, ABD’nin dünyadaki itibarını iki paralık etmekle kalmadı, küresel gerilimi artırdı. ABD’de başlayan finansal krizin uluslararası finans sistemini ve küresel ekonomiyi temelinden sarsan şokları, ABD ekonomisinin belirleyici konumunu bir kez daha gözler önüne serdi.
ABD’ni
Ergenekon davasıyla ilgili olarak ortaya atılan iddialar ve bu iddiaların kamuoyuna yansıtılış biçimi gerçekten dudak uçuklatıcı nitelikte.
Bu iddiaların ve bunların yansımalarının gündemi işgal ettiği ortamda ekonomideki çöküşün manşetlere çıkması kolay olmuyor. Özel sektörün ödeme sisteminin tıkanmış olması nedeniyle iş yapamaz hale gelmesi, sanayi üretimindeki çöküş, işsizlikteki patlama ve resesyona doğru gidiş şimdilik ancak ekonomi sayfalarında kendine yer bulabiliyor.
Küresel krizin Türkiye’yi “teğet geçeceğini” söyleyerek krizin geometrisini çok iyi (!) kavradığını belli eden Sayın Başbakan’ın ve hükümetin bu tabloyu nasıl değerlendirdiğini doğrusu merak ediyorum. IMF’nin Türkiye’nin “ümüğünü” sıktığını ve 2009 yılı için öngörülen % 4’lük büyüme hedefini aşağı çekmek istediğini belirterek buna tepki gösteren Sayın Başbakan acaba bütçeye de esas alınan bu hedefin tutturulması için Ergenekon davasına mı umut bağladı şimdi? Ekonomik büyümeyle Ergenekon’un ne ilgisi var demeyin, hükümet yetkililerinin ekonomiyle ilgili beyanları ne kadar akla yakınsa bu ilişki de o kadar akla yakın.
2009 yılına ne yazık ki hiçbir şekilde ciddiye alınamayacak bir bütçeyle ve kimsenin
‘Fin de siècle’ Fransızcada ‘yüzyılın sonu’ anlamına geliyor. İlk kez 19. yüzyılın sonunda kullanılan bu deyim yalnızca bir yüzyılın değil, aynı zamanda bir devrin, bir dönemin, bir çağın bittiğini de ifade ediyor. İngilizcede de Fransızca yazılışıyla kullanılan ‘fin de siècle’ deyimi, şaşaalı bir devrin tükenişini ve çöküşünü anlatırken, farklı nitelikte yeni bir devrin başlangıcına gelindiğini de ima etmiş oluyor.
Bu ortamda değişimin kaçınılmazlığını, hiçbir şeyin eskisi gibi kalamayacağını idrak eden insanların içine sürüklendiği ruh haline ise ‘fin de siècle psikolojisi’ deniyor. Belirsizliğin, kuşkunun, korkunun öne çıktığı bir ruh hali bu.
Acaba böyle bir noktaya mı gelindi şimdi? Galiba öyle. Küresel finans sistemindeki büyük fiyaskonun küresel ekonomiyi temelinden sarsan etkileri, dünyanın dört bir yanında insanların hayatlarını etkilemeye başlarken, ‘fin de siècle psikolojisi’ne giren insanların sayısı da hızla artıyor. Belirsizliğin, kuşkunun, korkunun belirlediği davranış tarzı ise krizin aşılmasını zorlaştırıyor. Şu anda böyle bir kısır döngünün içindeyiz.
Finansın tırmanışı ve çöküşü
Küresel kapitalizmin son 25 - 30 yıldaki sınır tanımaz yükselişi, finans
Geçen haftanın gazete manşetlerinde ekonomi yoktu. Önce İsrail’in Gazze’deki insanlık dışı katliamı, daha sonra trajikomik Ergenekon operasyonu gündemi belirledi. Türkiye ekonomisinin derin bir resesyona doğru gittiğini gösteren sanayi üretimindeki çöküş bile manşetlere yansımadı.
Küresel krizin boyutlarını kavrayamayan ve Türkiye’deki olası etkilerini hesap edemeyen AKP hükümeti insanı güldüren açıklamalarla halkı oyalamaya devam edeceğini sanıyorsa yanılıyor. Sanayi envanteri çalışmasıyla sektörün daha iyi izlenmesine olanak veren Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan ’ın, ekonomideki daralmanın altı ay daha süreceğini belirttikten sonra, “Kriz nasıl olsa bitecek, Türkiye bu krizden en erken çıkacak ülkedir” demesinin (Vatan, 10 Ocak), kimseye umut aşıladığını sanmıyorum.
Artık kimseye inandırıcı gelmeyen bu söylemle halka moral vermek ve krizi geçiştirmek olanaksız. Uluslararası bir kuruluşun yetkilisinin Erdal Sağlam ’a söylediği gibi (Hürriyet, 10 Ocak), Türkiye krizin etkilerini gecikmeli olarak hisseden ve asıl darbeyi 2009’da yiyecek olan ülkelerden biri. TC Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da CNN Türk’e yaptığı açıklamalarda, krizin dibinin henüz görülmediğini ve yeni
Geçen yılın ağustos ayında yayımlanan “Kriz mi, ne krizi” başlıklı yazısında, küresel krizin etkilerini fazla abartmamak gerektiğini savunan, Economist dergisinin eski editörü Bill Emmott, geçen hafta Guardian gazetesinde yayımlanan yazısında neden yanıldığını açıkladı. “Benim analizim özünde doğruydu ama ben bu analizi yaparken önümdeki yola bakacağıma dikiz aynasından arkamdaki yola bakmışım”, diyor Emmott.
Bill Emmott yalnız değil. Halen yaşanmakta olan krizi, küreselleşme öncesi dönemin krizlerine bakarak yorumlamaya çalışanlar önlerini göremiyor, “Kriz bitti, dibi göründü” diyerek kendilerini ve başkalarını avutmaya devam ediyor. Sürekli olarak iktidarlarının ilk beş yılındaki başarıları hatırlatan Başbakan Erdoğan da, hep dikiz aynasına baktığı için, krizin Türkiye’de nelere yol açabileceğini pek göremiyor.
İç kapayan tablo
Dikiz aynasına değil de önümüzdeki yola baktığımızda gerçekten de ürkütücü bir tablo çıkıyor karşımıza. Son haftalarda açıklanan veriler ve yapılan tahminler, 2009 için iyimser olmanın giderek zorlaştığını gösteriyor.
- ABD ekonomisinin resesyona girdiği ortamda dünya ekonomisinin kurtarıcısı olması beklenen Çin’de ihracat ve sanayi üretimi