Osman Ulagay

Osman Ulagay

oulagay@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Geçen haftanın gazete manşetlerinde ekonomi yoktu. Önce İsrail’in Gazze’deki insanlık dışı katliamı,

Ekonomi manşete çıkar mı
daha sonra trajikomik Ergenekon operasyonu gündemi belirledi. Türkiye ekonomisinin derin bir resesyona doğru gittiğini gösteren sanayi üretimindeki çöküş bile manşetlere yansımadı.
Küresel krizin boyutlarını kavrayamayan ve Türkiye’deki olası etkilerini hesap edemeyen AKP hükümeti insanı güldüren açıklamalarla halkı oyalamaya devam edeceğini sanıyorsa yanılıyor. Sanayi envanteri çalışmasıyla sektörün daha iyi izlenmesine olanak veren Sanayi Bakanı Zafer Çağlayan ’ın, ekonomideki daralmanın altı ay daha süreceğini belirttikten sonra, “Kriz nasıl olsa bitecek, Türkiye bu krizden en erken çıkacak ülkedir” demesinin (Vatan, 10 Ocak), kimseye umut aşıladığını sanmıyorum.
Artık kimseye inandırıcı gelmeyen bu söylemle halka moral vermek ve krizi geçiştirmek olanaksız. Uluslararası bir kuruluşun yetkilisinin Erdal Sağlam ’a söylediği gibi (Hürriyet, 10 Ocak), Türkiye krizin etkilerini gecikmeli olarak hisseden ve asıl darbeyi 2009’da yiyecek olan ülkelerden biri. TC Merkez Bankası Başkanı Durmuş Yılmaz da CNN Türk’e yaptığı açıklamalarda, krizin dibinin henüz görülmediğini ve yeni sürprizlere hazır olmak gerektiğini vurgulamış.
Şimdi gözler Uluslararası Para Fonu (IMF) ile yapılacak anlaşmada. Ancak Durmuş Yılmaz’ın da kabul ettiği gibi çok geciken bu anlaşmanın, bu aşamadan sonra yapacağı olumlu etki sınırlı kalmaya mahkûm görünüyor. Güven Sak ’ın Referans gazetesindeki köşesinde çarpıcı biçimde ortaya koyduğu ‘kredi enfarktüsü’ sorununu çözmeden, reel sektörle banka kesimi arasındaki güven bunalımını aşmadan ekonomideki çöküşü önlemek olanaksız.

İyimserliğin âlemi yok...
Karanlık bir tünelin içinde yalpalayarak ilerlemeye çalışıyoruz. Tünelin niteliğini ve uzunluğunu kimse bilmiyor aslında. Herkes yanındakine bakarak bir umut ışığı yakalama özleminde. Biri çıkıp umut verici bir laf etse belli ki ilgi çekecek. Fırsatı değerlendirip bir an için bile olsa ilgi odağı olma haline gelmek isteyen biri ortaya atılıyor, “Tünelin ucu yakın, tünelin ucundaki ışığı görüyorum” diyor. Herkesin gözü ona çevriliyor, bir umut dalgası yayılıyor ortalığa. Palavra attığı anlaşılana dek sürüyor bu umut dalgası.
Bugünlerde farklı ortamlarda buna benzer tablolarla karşılaşıyorum. Ekonomik durumun hiç de iyiye gitmediğinin hemen herkes farkında, bu ortamda hiç kimse risk almak, iş yapmak, para harcamak istemiyor. Herkes karamsarlık içinde “Başımıza neler gelecek” diye bekliyor. En sık sorulan soru ise şu: “Bir umut ışığı görüyor musunuz?” Soranları düş kırıklığına uğratan cevaplar veriyorum zorunlu olarak.
Ancak bu ortamı kullanarak iyimserlik gazı pompalayan, “Krizin sonu göründü, kriz bizi fazla etkilemez, yılın ikinci yarısında işler açılır” diyen yetkili ve yetkisiz kişiler de var. Bana göre beş kuruşluk değeri yok bu lafların. Bu krizin ne zaman biteceğini ve nasıl biteceğini kimse bilmiyor. Dünyayı ve Türkiye’yi dikkatle izleyen birinin şu an için durumun iyiye değil, hızla kötüye gittiğini görmemesi olanaksız.

Haberin Devamı

Çünkü kriz yaygınlaşıyor

Ekonomi manşete çıkar mı

Durumun vahametini göstermek için, geçen hafta medyaya yansıyan bazı gelişmeleri satırbaşlarıyla aktarayım:
- Türkiye’de kasım ayında sanayi üretiminin 2007’ye göre % 13.9, ihracatın motoru olan imalat sanayi üretiminin ise % 15.5 düştüğü açıklandı. Sanayi üretiminde 2001 krizinden beri görülmeyen bir çöküş yaşanıyor.
- Sanayi kesimindeki bu çöküş Türkiye ekonomisinin bir resesyona doğru sürüklendiği izlenimini güçlendirdi.
- ABD’deki işsiz sayısının 2008’de 2 milyon 589 bin arttığı açıklandı. ABD’de 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana hiçbir yılda işsiz sayısı bu kadar artmamıştı.
- ABD’de bütçe açığının 2. Dünya Savaşı’ndan beri ilk kez 1.2 trilyon doları aşacağı açıklandı.
- Almanya’da ekonominin motoru olan ihracatta 1969 yılından beri en keskin düşüş yaşandı, sanayi siparişleri % 24 azaldı. 2009’un, 1949’da Federal Almanya’nın kuruluşundan bu yana, Alman ekonomisinin en kötü yılı olabileceği kaygısı yaygınlaştı.
- İngiltere Merkez Bankası 315 yıllık tarihinde ilk kez faiz oranlarını % 1.5’e indirdi, sanayi üretimi 1981’den bu yana en büyük düşüşü kaydetti.
- Avrupa Birliği’nde ve Euro alanı ülkelerinde Ekonomik Durum Algılaması (Economic Sentiment) endeksi, grafikte görüldüğü gibi, ekim ve kasımda çok keskin bir düşüş kaydederek ilk kez yayımlandığı 1985’ten bu yana görülmemiş bir düzeye indi.
Bu tabloya bakıp iyimserlik oyunu oynamaya devam etmek isteyen varsa beri gelsin.

2002 - 2007’ye dönüş hayal

Ekonomi manşete çıkar mı

Tüm bu gelişmeler dünya ekonomisinin 2. Dünya Savaşı sonrasının en derin ve tahripkâr krizini yaşadığını gösteriyor. Financial Times gazetesinin baş ekonomi yorumcusu Martin Wolf ’un 7 Ocak tarihli yazısında belirttiği gibi, bu krizin atlatılacağını ve küresel ekonomide 2002 - 2007 döneminin dengesiz ama hızlı büyüme sürecine geri dönülebileceğini sananlar büyük bir yanılgı içinde. Wolf’a göre önümüzde iki seçenek var: Dünya ekonomisinde ya daha dengeli büyümenin yolu bulunacak ya da tam bir çöküş yaşanacak.
Türkiye’de 2002 - 2007 döneminin “başarı” öykülerini anlatmaya devam eden bugünkü çöküşün sorumluları da Martin Wolf’un vurguladığı gerçeği kavramak zorunda.
Türkiye ekonomisi de, 2002 - 2007 döneminin tekrarlanması zor görünen koşullarında, büyük ölçüde dış kaynak kullanarak büyüdü. Önümüzdeki dönemde bu koşullar geçerli olmayacak ve ekonomiyi büyütmek için farklı açılımlara ve uygulamalara ihtiyaç duyulacak. Yaşanmakta olan krizin niteliğini anlamakta zorlanan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) hükümetinin bunu başaracak kapasiteye sahip bulunduğunu gösteren hiçbir işaret yok.