Geçen hafta İzmir Büyükşehir Belediye Başkan Danışmanı Sayın Ahmet Altan ve arkadaşlarıyla birlikte Bergama’ya gittik. Gezi programında Asklepion, Kızıl Avlu ziyareti vardı.
Asklepion gezisine, Eskiçağ tarihçisi Ege Üniversite’sinden ve aslen Bergamalı olan Doç. Dr. Murat Tozan da katıldı ve engin birikimiyle bizlere Bergama tarihini ve Asklepionu’nu anlattı. Asklepion’un Ayvazali denilen mevkide keşfedilmesi öyküsünü rahmetli Prof. Dr. Şadan Gökovalı Hocanın, “Uygarlığın özeti” kitabında okumuştum.
“Yıl 1927, Anadolu’da yaptığı kazılarla arkeolojide devrim yapan Prof. Teodor Wiegand ve Bergama kazıları komiseri Arkeolog Aziz Ogan, o zamanlar Ayvazali denilen bahçede geziniyorlar. Fakat o da ne birkaç adım önlerinde cılız bir çalının ardından bir koyun çıkıyor. İki Anadolu bilgini şaşkınlıkla birbirlerinin yüzüne bakıyorlar. “Bu koyun nereden çıktı? Çalının ardındaydı da birden ortaya mı çıkıvermişti? Öyle olsaydı görmez miydik?” demeye kalmadı arkadan bir koyun daha,
İnşası 1757 yılına tarihlenen, yeni onarılan Kumrulu Mescit’in çatısı su geçirmeye başladı, önlem alınmazsa yazık olacak. Mescidin günümüze gelemeyen türbesi, eskiden olduğu gibi depo olarak kullanılıyor. Emir Sultan Haziresi ve Mısri Dergâhı misafirhanesine bakarsanız, orada da bozulmalar olduğunu görürsünüz. Osmanzade Konağı, benzeri olmayan nadir İzmir mimarisiydi, sonunda defineciler tarafından çökertildi. Ayakta kalan güney duvarı ana giriş kapısı, çiçeklikleri ve havuzu tesellimiz oldu. Sanırım, defineciler arayışlarını burada da devam ettirecek. Tahrip edilen yapılar arasında, daha önce yazdığım gibi İzmir türbeleri de var...
Koruma alanı içerisinde bulunan eski İzmir evleri, yöresel mimariye, tarihi dokuya uyumsuz olarak kimlik değiştirmeye başladı, bu tür yapıların sayısı çoğalarak artıyor. Benzer uygulamalarla Anafartalar Caddesi’nde de karşılaşıyoruz, antik dönemden günümüze kullanılan caddede, bilgisizce yapılan tadilatlar hemen fark ediliyor... Uşakizade Sadık Bey Konağı’nın kuzey bitişiğinde
Pandemi yasakları sonrası Kemeraltı Çarşısı hareketlenmeye başladı. Kızlarağası Hanı önünde sokak müzisyenlerini dinledim. Bu arada mesleğine olan saygısından, gezdireceği yabancı konukları için ön araştırma yapmaya gelen turist rehberi arkadaşımla karşılaştım...
Listesinde Memleket Hastanesi, Milli Kütüphane, Elhamra Sineması, camiler, sinagoglar, hanlar, hamamlar ve sebillerin olduğunu gördüm. Lezzetini daha önce test ettiğim esnaf lokantasının önünde durduk. Arkadaşım, kendisini tanıyan lokanta sahibi ve garsonlarla konuştu, tezgâhta bulunan yemekleri, masa düzenini kontrol etti... Misafirlerine burada yemek molası vereceğini anladım, sonra oturup birlikte öğle yemeği yedik. Oradan İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin viranelikten kurtarıp mini müze haline getirdiği ‘Hayim Palaçi Anı Evi’ne uğradık. 926 Sokak’ta kaldırılan hurma ve palmiye ağaçlarına üzülen arkadaşıma, konuyu takip ettiğimizi, yurttaş mücadelesiyle kısa süre sonra, törenle ağaçların yerlerine yeniden dikileceğini söyledim...
Gezginleri
Gazeteci arkadaşım Işık Teoman’ın hediye ettiği selluka tohumlarını tarif üzerine ektim, bir süre sonra filiz verip çiçek açınca sevindim, fakat ömrü uzun olmadı boynunu büküp kurudu. Bu narin çiçek özellikle eski semtlerde yaşamış İzmirlilerin anılarında neden yok? Onlar daha çok evlerinin bahçe ve avlularında yetiştirdikleri, yasemin, hanımeli ve diğer çiçekleri anımsıyorlar. Günümüzde annelerinin selluka yetiştirdiğini söyleyenlerin verdiği tarihler çok eski değil. İzmir’de yaygın olduğu söylenen kültür çiçeği selluka, ne oldu da kokusundan ve görüntüsünden insanları mahrum bıraktı.
Araştırmacı Yazar Dr. Metin Özer’in, “Kentyaşam Com İzmir’in Haber-Bilgi Sitesi’nde”, “Kemale Hanım’ın mis kokulu sellukası” başlıklı makalesini okuyunca kendisiyle mini bir söyleşi yaptım.
“Rahmetli teyzemin 1950’li yıllarda Yapıcıoğlu Semtinde bahçeli bir evi vardı. Yan evin bahçe kapısı boyunca yükselen, eflatun-beyaz renkli
Patlıcanlı Yokuşu’nda güngörmüş eski İzmir evinin duvarında kelebekleri, kadınlı erkekli kanatlı melekleri, çember çeviren, uçurtma uçuran çocukları, antik dönem sütunlarını, kemerlerini, halay çekip dans edenleri, kuşları, ağaçları, bankta oturan ihtiyarı, çiçek açmış ağaçları görünce anladım buradan Mural ressamlarının geçtiğini.
“Hayat mutluluktur paylaşın onu. Hayat şanstır kullanın onu. Hayat sevgidir hissedin onu” yazılarıyla duvar cıvıl cıvıl hale getirilmiş. Ancak duvara çizilen desenler tarihi Patlıcanlı yokuşuyla uyumlu mu tartışılır…
Sakın benim resme karşı olduğum sanılmasın. 50 yıldır sanat galerine girip çıkarım. Basmane Tarih Kültür Sanat Arkeoloji Günleri’nde yüzlerce sanatçıya kentin farklı yerlerinde örneğin Basmane Garı’nda, Yıldız Sineması’da, Sinyora Sinagogu’nda eski İzmir evlerinin avlularında, odalarında, kortijolarda sergiler açmış halen de birçok sanatçıyla dostluğunu devam ettiren kişiyim.
Üstelik evimize
Basmane sokak-larında sabah erken saatlerde günlük nafakalarını çıkarmak için iş bekleyen emekçileri artık göremiyorum. Tanıdıklarımın içinde bize sigortalı iş bul diyenler oluyor. Keşke böyle gücüm olsa da onlara iş bulabilsem... Hamamlar kapalı olduğu için tellaklar, natırlar, lokanta, kahvehane çalışanları. garsonlar, komiler, aşçılar, sokaklarda görmeye alışık olduğumuz balon, gevrek, mendil, çiçek satıcıları, işlerine gidemedikleri için ekonomik sıkıntı çekiyor. Kovid-19, yurttaşlarımızın psikolojilerini bozmakla kalmadı, daha da yoksullaştırdı, aralarında ev kirasını, otel borçlarını ödeyemeyenler oldu. Otel derken, yıldızlı-lüks olanlardan değil, 20-30 liraya kalınan, ruhsatlı-ruhsatsız otel ve pansiyonlardan bahsediyorum. İnsaflı otelciler, sesini çıkarmayıp alacaklarını deftere yazarken, borçlarını ödeyemeyenler otelden atılma korkusuyla kara kara düşünüyor... Son yıllarda yerli otel müşterileri arasına, yabancı ülkelerden gelip Avrupa ülkelerine gitmek isteyenler de katıldı. Özellikle
İzmir-Aydın Demiryolu hattının ilk istasyonlarından biri olan Kemer Tren İstasyonu, 1,5 asrı geçen tarihiyle sayısız yolculuk öykülerine sahne olmuş, tescilli bir İzmir yapısıdır. Hangi cephesine bakarsanız bakın, detaylarında İzmir’in ulaşım tarihinden kesitler görürsünüz. Gün geldi diğer yapılar gibi Kemer İstasyonu da zamana yenik düştü, önce lojman pencerelerinden sarkan sardunları kurudu; peronuna trenler, yolcu salonuna yolcuları uğramaz oldu... İstasyonun terk edilmiş bakımsız hali, demiryollarına emek verenlerin dikkatinden kaçmadı. TCDD, Pakben Mimarlık ve Restorasyon Ofisi’ne çizdirdiği restorasyon projesini aslına sadık kalarak hayata geçirdi. Demir parmaklıklarla çevrili, güvenlikçisi olmayan istasyona birkaç kez hırsız girdiği için, önlem olarak zemin kat pencereleri ve kapıları, kurum tarafından geçici olarak siyah renkli sac panolarla kapatıldı. Arkasından, kullanımı için Konak Belediyesi’ne tahsis edildi... Kemer Tren İstasyonu’nun kültür amaçlı buluşma yeri olmasını arzu ederken,
1970’li yılların başında, fuar coşkusunu yaşamak için okul arkadaşlarımla birlikte, İstanbul’dan bindiğimiz otobüsten sabah erken saatlerde Basmane’de indik. O yıllarda otobüs garajı, meydanda şimdiki meşhur çukurun olduğu yerdeydi.
Fuar zamanı olduğu için otel bulmakta zorlandık. Bölgede çok otel olmasına rağmen otelciler kapılarına doluyuz tabelası asmıştı. Birlikte seyahat ettiğim arkadaşımın tanıdığı vasıtasıyla sokağın girişinde bir otelin zemin katında, koğuşa benzer yüksek tavanlı odada yer bulduk. Odanın penceresi sokağa bakıyordu, bir dönem burası postane olarak kullanılmış… Otel kâtibinin; otelin Latife Hanım’ın dedesinden kalma konak olduğunu söylemesi binaya ilgimi daha da artırdı. Latife Hanım’ın dedesi Uşakizade Sadık Bey’in adını taşıyan otel ve diğer oteller tıka basa doluydu. Otel lobisinde, koltuklarda, yerlerde uyuyanlar vardı… Üçüncü sınıf otele dönüştürülmüş İzmir köşkünde Latife Hanım’ın hatırası var mıydı? Mesela, koridordaki taş aynaya bakıp saçlarını taradı mı? O