Son birkaç filmiyle Hollywood’un en başarılı yönetmenlerinden biri olduğunu unutturan Steven Spielberg, güçlü bir tarihi dram ile eski formuna dönerek Oscar’ın en güçlü adayı oluyor
Steven Spielberg, kendisi için rüya projesi olduğu her halinden belli, En İyi Film ve En İyi Yönetmen de dahil olmak üzere 12 dalda Oscar adayı olan “Lincoln”de
ticari sinemanın kurallarıyla pek ilgilenmiyor ve kahramanlık söylemlerinden uzak bir tarihi
drama imza atıyor.
Abraham Lincoln’ün başkanlığının son dönemine odaklanan filmin geçtiği 1865’te pek çok insanın hayatına mal olan iç savaş yıllardır sürüyor ve güney eyaletleri yenilginin eşiğinde. Lincoln, bir kez barış sağlandığında yapması çok güç
olacak bir anayasa değişikliğini gerçekleştirmeye çalışıyor. O hamle, anayasaya köleliği kaldıran maddeyi ekleyebilmek... Ancak kısa sürede meclisten geçmesi için sadece kendi partisinin oyları (ki onların da tam destek vereceği şüpheli) yeterli olmadığı için karşı partiden de
destek toplamak zorunda. Bir yandan politik kulisler sürerken, barışın kapıda olduğu haberi,
Hollywood’un parlak çocuğu Quentin Tarantino alternatif tarih yaratarak çektiği filmlere bir yenisini ekledi. “Zincirsiz”de beyaz efendilerinden intikam alan bir köleyle izleyici karşısına çıkıyor
Hollywood’un ‘dâhi çocuğu’ Quentin Tarantino, bir önceki filmi “Soysuzlar Çetesi/ Inglourious Basterds”da 2. Dünya Savaşı’nda geçen bir hikaye yaratıp Yahudilere Nazilerden kanlı bir intikam aldırmıştı. Şimdi “Zincirsiz / Django Unchained”de aynı formülü, iç savaş öncesi Amerika’sında kölelerin efendilerinden intikam alması şeklinde uyguluyor. Sinema tarihinde seçtiği referans noktası spagetti Western’ler.
Tarantino’nun “Soysuzlar Çetesi” ile sinema dünyasına tanıttığı, Avusturyalı aktör Christoph Waltz, bu kez kölelikten nefret eden, eski dişçi yeni kafatası avcısı Alman King Schultz rolünde. Schultz, peşinde olduğu adamları tanıdığı için Django (Jamie Foxx) adında bir köleyi satın alıp ondan yardım istiyor. Kış boyunca birlikte çalışmalarının karşılığında Django’ya karısı Broomhilda’yı (Kerry Washington) kurtarma konusunda yardım etmeyi teklif ediyor. Broomhilda’yı bulmak için toprak sahibi, zengin Calvin Candie’nin (Leonardo DiCaprio) evine gidiyorlar.
Spagetti
Yıldız yönetmen denince ilk akla gelen isimlerden biri, şüphesiz Quentin Tarantino. Filmlerindeki şiddet kullanımı, lineer bir çizgiyi takip etmeyen kurguları ve tabii ki herkesin bildiği gibi bir video dükkanında çalıştığı yıllardan kalma sinefil haliyle her filmiyle olay yaratan bir isim. Son birkaç filminde sadık izleyici kitlesini genişlettiğinden söz edilemese de, 1992 yılında yönettiği ‘Rezervuar Köpekleri/Reservoir Dogs’dan beri hep göz önünde. Kölelerin efendilerinden intikam aldığı bir olay örgüsüne sahip ‘Zincirsiz/Django Unchained’ gösterime girerken, Tarantino filmlerine bakalım istedik.
‘Ucuz Roman / Pulp Fiction’ (1994)
Hem prestij hem gişe başarısı olarak adını duyurdu. Katıldığı Cannes Film Festivali’nde büyük ödül Altın Palmiye’ye uzandı. Ayrıca ABD gişesinde 100 milyon doları geçen ilk bağımsız film oldu ve sektörü değiştirdi. Bu filmin ardından stüdyolar bağımsız filmlerin de gişe başarısı getirebileceğini fark ettiler ve her stüdyo kendi Tarantino’sunu aramaya başladı. Film ayrıca başroldeki John Travolta’nın bitik kariyerini yeniden canlandırdı ve Tarantino’nun gözde oyuncularından Samuel L. Jackson ve Uma Thurman’a övgü ve ün kazandırdı. Mafya patronu
Donald Westlake’in romanlarına konu olan anti kahraman Parker, daha önce de sinemada kendisini gösterdi ama ilk kez kendi adıyla izleyici karşısına çıkıyor
Jason Statham, filmde prensiplerine bağlı suçlu Parker rolünde.
Yazar Donald Westlake’in 1960’larda yarattığı ‘anti-kahraman’ Parker, 20’yi aşkın kitapla okuyucuyla buluştu. Aslında sinema izleyicisi de ona yabancı değil: Mesela 1967 yapımı kara film “Point Blank” ve 1999 tarihli “Payback”, Westlake’in Parker serisinin uyarlamalarından bazıları... Yani, onu izledik izlemesine ama kendi ismiyle değil çünkü Westlake, kahramanının kendi ismiyle kullanılmasına izin vermiyordu.
Yazarın 2008’de hayatını kaybetmesinin ardından Parker, ilk kez kendi ismiyle sinema izleyicisinin karşısına “Parker” ile çıkıyor. İngiliz aksiyon yıldızı Jason Statham’ın canlandırdığı “Parker”, kendi gibi profesyonel suçlulardan oluşan bir ekiple bir eğlence parkını soyuyor. Soygunun ardından Parker’ın birlikte çalıştığı ekip ve Parker arasında bir anlaşmazlık çıkınca, Parker kurşunların hedefi oluyor ve öldü diye yol kenarına atılıyor.
Hayatta kalan Parker, Palm Beach’te büyük bir vurgun planlayan ekibin peşine intikam için düşüyor. Palm
New York şehrinin yoz belediye başkanını konu alan “Bitik Şehir”, karanlık atmosferiyle öne çıkan bir polisiye gerilim filmi. Başrollerdeki Mark Whalberg ve Russel Crowe da bu roller için çok uygun isimler
New York’u kirli politikacıların, kendi intikamlarını alan polislerin mekanı olarak resmeden, bir tür Batman’in şehri Gotham muamelesi yapan “Bitik Şehir”in ana karakteri Billy Taggart, tecavüz ve cinayetten suçlu olduğuna emin olduğu bir adamı infaz ediyor. Mahkemede, nefsi müdafaa savunmasıyla cinayet suçlamasından kurtulsa da, uzun süredir belediye başkanlığı yapan Hostetler, polis şefiyle birlikte Billy’den istifasını istiyor. Özel dedektif olarak çalışmaya başlayan Billy’yi yıllar sonra çağıran Hostetler, ondan seçim arifesinde karısı Cathleen’in bir ilişkisi olduğundan şüphelendiğini anlatıyor. Billy araştırdıkça meselenin ihanetle değil, kirli politik oyunlarla ilgili olduğunu keşfediyor.
Yine bireysel adalet
Genellikle kardeşi Albert’la birlikte film çeken Allen Hughes’un yalnız yönettiği filmin en önemli avantajı ana rollerde, Mark Wahlberg ve Russell Crowe’un; yan rollerde ise polis şefini canlandıran Jeffrey Wright ve belediye başkanının rakibini
Meksikalı sinemacı Guillermo Del Toro, geniş bir hayalgücüne sahip, fantastik hikayelerde büyük başarılar elde eden bir yönetmen. Arada ‘Blade 2’ veya ‘Hellboy’ filmleri gibi Hollywood işlerine el atsa da, ‘Pan’ın Labirenti’ gibi kendi kişisel filmlerini çekmeyi de ihmal etmiyor. Son dönemde çeşitli projelere başlayıp sonunu getirmeyen Del Toro, ağırlıklı olarak yapımcı sıfatıyla karşımıza çıkıyor. Bugün vizyona giren ‘Mama’ da, Del Toro’nun yürütücü yapımcılığını üstlendiği filmlerden bir diğeri. Bu vesileyle Del Toro’nun yönetmenlik kariyerine yakından bakalım istedik
‘Cronos’ (1993)
Guillermo Del Toro’nun bu ilk uzun metrajlı filmi, yıllar içinde kült değer kazandı. Filmin alışılmadık bir vampir hikayesi anlattığını söylemek mümkün. ‘Cronos’, yaşlı bir antikacının yüzyıllar öncesinden gelen ve sonsuz hayat veren bir alet bulmasının ardından zamanla vampire dönüşmesini anlatıyordu. Ama vampire dönüşen yaşlı adamın torunuyla ilişkisine de yer veren Del Toro, tüm korku öğelerinin yanında bir dokunaklılık yakalıyordu. Özetle ‘Cronos’, kendi üslubunu oluşturacak önemli bir yönetmenin gelişini müjdeleyen bir ilk filmdi.
‘The Devil’s Backbone/El espinazo del diablo’ (2001)
Sinemanın sık sık değindiği bir dönem olan Amerika’nın “Büyük Buhran”ı, bu kez Nick Cave’in yazıp John Hillcoat’un yönettiği bir yapımla ele alınıyor. 20’lerin içki yasaklı Amerika’sında geçen film maçoluk şovundan öteye gidemiyor
Ünlü müzik adamı Nick Cave, arada sırada bir senaryo yazıp memleketlisi Avustralyalı John Hillcoat’un yönetimine teslim ediyor. Hapishane gerilimi “Ghosts... of the Civil Dead...” (1988) ve Avustralya’da geçen Western “Kanlı Teklif / The Proposition”ın (2005) ardından geçen yıl Cannes’da yarışan “Kanunsuzlar”, bu heyecan verici işbirliğinin üçüncü ürünü...
Bir Nick Cave senaryosunda alışılageldiği gibi “Kanunsuzlar”da da erkeklerin dünyasındayız. Matt Bondurant’ın tarihi romanı “The Wettest Country in the World”ün uyarlaması olan film, 1920’ler Amerika’sı denince en sevilen mevzulardan birini, içki yasağını ve bunun sonucu olan içki kaçaklığını ele alıyor. Sert abiler Forrest ve Howard ile onların nispeten yumuşak huylu kardeşi Jack, içki üretimi ve kaçakçılığı işindeler...Yıllardır tıkırında giden kaçakçılıkları, yeni şerif yardımcısı Charlie Rakes’in kârlarından önemli bir yüzde istemesiyle sarsılıyor. Sert kardeşler, bu parayı vermemek için
John Hillcoat imzalı ‘Kanunsuzlar/Lawless’, ABD’nin 1920 ve 1930’larının yani Büyük Buhran döneminin klasik konularından biri olan içki yasağı ve içki kaçakçılığını ele alıyor. Bu vesileyle sinemanın çok önemli yapımlarına kaynaklık eden bu dönemi işleyen filmleri hatırlayalım istedik.
‘Bir Zamanlar Amerika’da/Once Upon A Time in America’ (1984)
Spagetti westernleriyle tanınan Sergio Leone’nin filmi, başyapıtlarından biri olarak kabul ediliyor. Filmde, New York’un gettolarında 1920’lerde Noodles liderliğinde kurulan, yakın arkadaşlardan oluşan bir sokak çetesinin 1930’larda içki kaçakçılığı işine girmesini takip ediyorduk. 1970’lerde de geçen bir bölümü olan film, Büyük Buhran dönemindeki düzen ve değerler değişimini benzersiz bir şekilde gözler önüne seriyordu. Noodles rolünde Robert De Niro’nun kariyerinin en iyi performanslarından birini sergilediği film, hırs, sadakat, arkadaşlık, ihanet gibi pekçok konuyu da ele alıyordu. Uzun süresi nedeniyle kesilen ABD’de kısa versiyonuyla gösterime giren yapım, bu nedenle sinema tarihindeki yerini bir hayli geç buldu.
‘Bazıları Sıcak Sever/ Some Like It Hot’ (1959)
1929’un Şikago’sunda Tony Curtis’le Jack Lemmon’ın