Oz Büyücüsü kim? Sam Raimi’nin yönettiği “Muhteşem ve Kudretli Oz” bu soruya yanıt arıyor. İzleyicisini 1939 yapımı klasik filmin öncesine götüren filmle L. Frank Baum’un dünyasını bir kez daha ziyaret ediyoruz
Michelle Williams filmde Glinda’yı, Mila Kunis ise Theodora’yı (altta) canlandırıyor.
1939 yapımı klasik film “Oz Büyücüsü / The Wizard of Oz”un final bölümünde Dorothy ve arkadaşları sonunda Oz Büyücüsü’ne kavuşuyordu. Ancak kendi ağzından “İyi bir adam ama kötü bir büyücü” olduğunu duyduğumuz, kudretini ‘teknik’ illüzyonla yaratan Kansaslı bu adam kimdi? Oz ülkesine nasıl gelmiş, nasıl tahta çıkmıştı? İşte Sam Raimi’nin “Muhteşem ve Kudretli Oz”u bu soruların yanıtlarına odaklanıyor.
“Oz Büyücüsü”nün öncesinde geçen film, “Oz Büyücüsü”nün yönetmeni Victor Fleming’e bir saygı duruşuyla siyah beyaz açılıyor çünkü aynı takip ettiği film gibi Oz Ülkesi’nde renklenecek.
1905 yılında Kansas’tayız. Sahtekar ve yalancı bir tip olan Oz, bir sirkte illüzyonistlik yapıyor. Sirkteki insanları kızdırıp onlardan kaçarken bir hava balonuna biniyor. Balon bir hortumun içine girince kendisini Oz Ülkesi’nde buluyor. Theodora adlı iyi bir cadıyla tanışıyor. Theodora ona,
40 yıllık kariyerinde sadece altı uzun metrajlı film çeken bir yönetmen. Hem de her filmi övgülere boğulmasına rağmen. Arada verdiği uzun yıllarda ne yaptığı tam olarak bilinmiyor. Avrupa’da yaşadığı, üniversitelerde felsefe dersleri verdiği tahmin ediliyor. Gizlilik konusunda J. D. Salinger’la yarışır. Filmlerinin galalarına, basın toplantılarına katılmıyor, söyleşi vermiyor. Ne zaman çekildiği belli olmayan birkaç fotoğrafı var. Ama bugün vizyona giren ‘To the Wonder/ Aşkın İzleri’ gibi beğenilmeyen filmleri olsa da, ismi hâlâ prestij demek. Terrence Malick’in ilginç kariyerine yakından bakalım.
Hayat AğacıThe Tree of Life (2011)
Malıck’in hayatından otobiyografik öğeler taşındığı iddia edilen ‘Hayat Ağacı’, Teksas’da sert bir baba, melek bir anne ve çocukla-rından oluşan bir ailenin hikayesiydi. Çocuk yaşta kardeşlerinden birini kaybeden Jack’in (Sean Penn) orta yaşlarında dönüp ailesini düşünme-sini konu alan film, varoluşsal sorgulamasında dinazor dönemine kadar dönüyordu. Robert De Niro başkanlığındaki Cannes jürisinin Altın Palmiye ile ödüllendirdiği film, bazıları tarafından varoluş ve inançla ilgili büyük bir film olarak kabul edildi. “Ne olduğunu hiç anlamadım”
Kısacık rolü Fantine’le Anne Hathaway’e Oscar kazandıran “Sefiller”, Victor Hugo’nun klasiğinden yola çıkan sahne müzikalinin beyaz perde uyarlaması
Hugh Jackman ve Anne Hathaway, filmde önemli rollerde. Hathaway bu rolüyle En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ını aldı.
Sefiller”, geçen hafta dağıtılan Akademi Ödülleri’nde Anne Hathaway’in En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ının yanı sıra makyaj ve ses dallarında teknik ödüllerle yetindi ama her saniyesiyle “Oscar’ları kapacak film” olmayı hedefleyen, her öğesi ‘büyük’ ve ‘dramatik’ olan, süresi ve şarkılarıyla sabır sınırlarını zorlayan bir yapım.
Victor Hugo’nun 19’uncu yüzyıl Fransa’sında geçen sosyal yönü ağır basan klasiği, ilk kez 1985’te Londra’da müzikal olarak sahnelendi. Eleştirmenler, bu romanın temalarının en basit haliyle pop şarkılarına dönüştürülmesini doğal olarak hoş karşılamasa da zamanla popülerlik kazanan müzikal, Londra’dan Broadway’e, oradan da sinemaya zıpladı.
Özetlersek; ekmek çaldığı için 20 yıl hapis yatan Jean Valjean, şartlı tahliye ile salınır ama sabıkası yüzünden iş bulamaz. Bir pederin merhameti ile hayatta ikinci bir şans elde eden Valjean, eski kimliğini yırtıp atar ve kısa sürede
Pek çok dalda Akademi Ödülleri’ne aday olduktan sonra Anne Hathaway’in En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Oscar’ının yanı sıra makyaj ve ses miksajı dalında ödül alan ‘Sefiller/Les Miserables’, bugün gösterime giriyor. Victor Hugo’nun klasiğinden beyazperdeye aktarılan filmde, Hugh Jackman ve Russell Crowe’u başrollerde Jean Valjean ve Javert olarak izliyoruz. ‘Zoraki Kral’ın yönetmeni Tom Hooper’ın çektiği bu filmden yola çıkarak değişik dönemlerden önemli müzikalleri hatırladık.
Oz Büyücüsü‘The Wizard of Oz’ (1939)
Sadece müzikal türünün değil, sinemanın en ünlü yapımlarından biri. Victor Fleming’in yönetmenliğindeki film, Judy Garland’ın canlandırdığı Dorothy adlı bir kızın Korkuluk, Teneke Adam gibi yol arkadaşlarıyla Oz Büyücüsü’nün yanına gitme çabalarını konu alır. Gelecek ay vizyona girecek Sam Raimi imzalı, ‘Muhteşem ve Kudretli Oz’la bir kez daha hatırlanacak film, ‘Over the Rainbow’dan ‘Follow the Yellow Brick Road’a şarkılarıyla akıllarda yer etmişti. ‘Oz Büyücüsü’, pek çok okuma ve yoruma yer açmasıyla da ünlü.
Kabare‘Cabaret’ (1972)
1930’da Berlin’de geçen müzikalin yıldızı, şüphesiz kabare yıldızı Amerikalı Sally’i canlandıran Liza Minnelli’ydi.
85. Akademi Ödülleri, önceki gece ‘Family Guy’ın yaratıcısı Seth MacFarlane’nin sunduğu bir törenle sahiplerini buldu. Daniel Day-Lewis üç Oscar’la tarihe geçti
DANIEL DAY-LEWIS TARİHE GEÇTİ
* Gecenin diğer bir önemli anı, Daniel Day Lewis’in ‘Lincoln’daki Abraham Lincoln performansıyla üçüncü kez En İyi Erkek Oyuncu dalında Oscar almasıydı. Üç kez bu dalda Oscar alarak tarihe geçen Lewis, ödülünü geçen yıl Margaret Thatcher’ı canlandırdığı ‘Demir Leydi’yle Oscar kazanan Meryl Streep’ten aldı ve gecenin en eğlenceli kabul konuşmasını yaptı: “Aslında ben Thatcher’ı canlandıracaktım. Streep ise Steven Spielberg’ün Lincoln rolü için ilk seçimiydi. Streep’in Lincoln’ü oynadığı filmi izlemeyi çok isterdim. Spielberg beni Lincoln’ı canlandırmam için ikna etmedi, ben onu filmi müzikal türünde çekmemesi için ikna ettim.” Britanyalı aktör bundan önce 1989’da ‘My Left Foot’la ve 2007’de ‘There Will Be Blood’daki performanslarıyla Oscar kazandı. Metot oyunculuğuna olan bağlılığı, proje seçiminde kılı kırk yarması ve endüstrinin dışında kalmaya çalışmasıyla bilinen Day Lewis, bütün çekim sürecinde karakteri üzerine giyinen bir aktör. Mesela ‘Sol Ayağım’da çekim aralarında engelli
Yılmaz Erdoğan, “Kelebeğin Rüyası”nda 1940’lar Türkiye’sindeki gerçek bir hikayeden yola çıkıyor ve Behçet Necatigil’in iki öğrencisini konu alan bir drama imza atıyor
Kelebeğin Rüyası”, Yılmaz Erdoğan’ın uzun yıllardır üzerinde çalıştığı rüya projesi. 1940’larda geçen, trajik bir hikayeyi anlatan film, Türkiye’nin ticari sinemasında özlenen kaliteyi izleyicisine sunan, her şey bir yana sırf bu yüzden bile takdiri fazlasıyla hak eden bir yapım.
1940’ların Zongundak’ındayız. Türkiye, 2. Dünya Savaşı’na girmediği halde yoksulluk ve hastalıkla örülü yıllar. Film, çalışma kamplarını anımsatan bir sahneyle, Zonguldak madenlerine zorla götürülen işçilerin görüntüleriyle başlıyor. Sosyal tabloyu güçlü bir şekilde sunan bu açılışın ardından liseden yeni mezun olmuş, elektrik ölçümleriyle ilgili bir memuriyet yapan Muzaffer ve Rüştü ile tanışıyoruz. Bu iki arkadaşın aklı fikri ise şiirde. En büyük heyecanları şiirlerinin Varlık Dergisi’ne yayınlanmak üzere seçilip seçilmediği... Bu sevinci yaşamıyorlar ama hocaları ve en büyük destekçileri Behçet Necatigil’in şiirleri Varlık Dergisi’nde çıkıyor. Derken bir gün, zengin bir adamın kızı olan Suzan’ı görüyorlar ve zamanla çok
Yılmaz Erdoğan, bugün vizyona giren yeni filmi ‘Kelebeğin Rüyası’yla beşinci kez yönetmen koltuğuna oturuyor. 1940’larda geçen dönem filminde Behçet Necatigil’in iki öğrencisinin; iki genç şairin hazin öyküsünü anlatan Erdoğan filmle, bundan önceki beyazperdedeki başarılı projelerini devam ettiriyor. Ancak komedi ağırlıklı bir filmografiye sahip Erdoğan, ilk kez ‘Kelebeğin Rüyası’nda başından sonuna kadar dramla yoğrulmuş bir filme imza atıyor. Başrollerini Mert Fırat’la Kıvanç Tatlıtuğ’un paylaştığı ‘Kelebeğin Rüyası’ndan yola çıkarak, Erdoğan’ın önceki filmlerini hatırlayalım.
‘Organize işler’ (2005)
Yılmaz Erdoğan bu filmde mekân değiştirip, taşradan metropole; İstanbul’a uzandı. Tolga Çevik’in canlandırdığı Süpermen Samet’in dolandırıcılık yapan Asım Noyan’la (Yılmaz Erdoğan) tanışmasından sonra gelişen olayları konu alan film, suç dünyası, mafya ve sıradan insan karşılaşmaları sunan komedisiyle çok sevildi. Replikleri gösterimde olduğu dönemde ezberlenen film, gişede de başarılı oldu ve 2.6 milyondan fazla izleyiciyi salonlara çekti.
‘Vizontele Tuuba’ (2004)
İlk filmin başarısının ardından aynı yerde, aynı karakterlerle öyküyü 6 yıl ileriye taşıdı. Dolayısıyla
Hollywood’un en ünlü serilerinden “Zor Ölüm”ün beşinci filminde yine Bruce Willis’in canlandırdığı John McClaine’i bu sefer oğluyla atıldığı bir macerada göreceğiz
1980’lerin sonlarında başlayan aksiyon serisi “Zor Ölüm / Die Hard”, Bruce Willis’in başrolünde günümüze kadar uzandı. Serinin beşinci filmi “Zor Ölüm: Ölmek İçin Güzel Bir Gün / A Good Day To Die Hard”da Willis’i yine ünlü karakteri John McClane rolünde izleyeceğiz.
Yine amansız mücadele
“Kendisini John Wayne sanan bir Amerikalı” olan New York’lu dedektif McClane, Rusya’da otoriterle başı derde giren oğlu Jack’e yardımcı olmak için soluğu Rusya’da alıyor. Ancak oğlunun tutuklanmasının basit bir olay olmadığı ve büyük bir terörist planının küçük bir bölümü olduğunu fark ediyor. Tabii ki, McClaine bütün dünyanın güvenliğini tehdit eden teröristlere karşı amansız bir mücadeleye giriyor.
Seriden bir film daha çekmesi beklenen Willis’e kadroda katılan isimlerden biri, oğlunu canlandıran Jai Courtney. Avustralyalı aktörü “Spartacus” dizisinden ve Tom Cruise aksiyonu “Jack Reacher”dan hatırlamak mümkün.