Suudi Arabistan ve mütte-fiklerinin hava kuvvetleri Husileri bombalamaya devam ediyor. Ne var ki konvansiyonel olmayan grupların havadan bombalanmasının işe yaramayacağını artık herkes biliyor. Halen konuştuğumuz, Irak, Suriye ve Libya’da olduğu gibi. Yemen de şimdi uzun süreli bir savaşa sahne oluyor.
Savaşın uzun süreli olmasının çeşitli nedenleri var. Suudi Arabistan ve İran’ın Yemen’de “vekâleten savaş” yürütmesi. Devlet kurumlarının çöküşü. Toplumun her yönüyle bölünmesi. Yemen coğrafyası ve jeopolitiği. Son olarak, asimetrik savaş.
“Vekâleten savaş”
Yemen’de, sadece yerel unsurlar değil, Suudi Arabistan’ın başını çektiği “Sünni cephe” ile Şii İran savaşa devam ediyor. Cumhurbaşkanı Hadi’yi destekleyen Suudiler, Husileri bastırmaya çalışıyorlar. Nitekim Suudi Arabistan, 2009’da Şii isyancılara karşı hava harekâtı düzenlemekten kaçınmadı. Yakın zamanda Husileri ‘terör örgütü’ ilan etti.
Arap Birliği zirvesine katılan Yemen Cumhurbaşkanı Mansur Hadi, Husi militanlarını, “İran’ın kuklası” olarak tanımladı. İran’ın önemli liderlerinden Rafsancani ise, “Arap ülkelerin liderleri 50 yıldır birkaç milyonluk Kudüs işgalcisine karşı etkili en küçük bir girişimde
Arap Baharı’nın ardından oluşan dip dalgaları Ortadoğu’yu sarsmaya devam ediyor. İran, sarsıntıların ortasında yeni fırsatlar arıyor. Bir yandan ABD/Batı ile ilişkilerini düzeltecek hamleler yaparken, bir yandan da bölgedeki tüm iç savaş ve çatışmalarda aktif rol oynuyor.
Obama, tarihe, İran nükleer görüşmelerini başarıyla sonuçlandıran lider olarak geçmek istiyor. Bunun için var gücüyle çalışıyor. İsrail’in devam eden sürece itirazları ise biliniyor. Sadece itiraz etmekle kalmıyor, farklı yöntem ve araçlarla gelişmelere müdahale etmeyi sürdürüyor. İsrail istihbaratının görüşmelerin içeriğini elde edip sızdırmasından, Netanyahu’nun ABD kongresinde yaptığı konuşma ile Obama’yı iç politikada zorlamasına kadar bir dizi girişimden söz ediyoruz. Her şeye rağmen Obama, imza konusunda kararlı görünüyor.
İmzaya rağmen, sorunların bitmeyeceğini düşünenler de var. Özellikle anlaşma kurallarının uygulamasından. Her şeye rağmen, petrol fiyatlarının tepetaklak gittiği, askeri harcamalarının arttığı bugünlerde İran’ın bu imzalara ihtiyacının olduğu da bir gerçek. ABD/Batı ile gerilimi azaltıp, ekonomik kısıtlamalardan kurtulmak, İran rejiminin öncelikli hedefi olduğu açık.
Müşter
Öcalan, “barış çalışmaları uzmanı” olarak, hapishaneden Türkiye’yi “demokra-tikleştirme” çabalarını sürdürüyor. Dolmabahçe’de HDP temsilcisi tarafından okunan on madde ve nevruz açıklamalarıyla gündemi işgal etmeye devam ediyor. Öcalan’ın muhayyel Türkiye’sini anlamak için iki metne birlikte bakmak gerekiyor. Başka bir ifade ile, “laf cambazlığından” arındırılmış yeni Türkiye, etnik temelli -Türkler ve Kürtler- “konfederal” olarak tarif ediliyor.
“Uzmanın” önerileri
Öcalan’ın -Irak’taki gibi- “demokratik” olacağına inanmamızı istediği “konfedaral” Türkiye’ye dair parlak fikirleri var. Öyle ki, etnik yerelde egemenliği kullanma biçimi, kurumları, ilişkileri genel kabul gören, demokrasi, özgürlük, kadın, ekoloji gibi parlak sözlerin gölgesinde kalıyor. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde bağımsızlığa yakın bir yönetim, ülkenin geri kalanında ise ortaklık için çeşitli “garantiler” talep ediyor. “Yeni Türkiye’nin” dış politikasını da tanzim etmeyi ihmal etmiyor. Özet olarak, nüfusun yüzde 14-15’inin ayrı konfederal yapı içinde yaşamasını öngörürken, bu tabloya nüfusun diğer kesiminin nasıl tepki vereceğini göz ardı ediyor. Öcalan’ın “demokratik siyasetinde” merkezle egemenliği
Seçim yaklaştıkça PKK’nın dağdaki sorumlularının medyada görünürlükleri artmaya başladı. Bir yandan genel stratejinin gereklerini yerine getirirken, bir yandan da yaklaşan seçimlerde HDP için takviye kuvvet rolü oynuyorlar.
Yapılan açıklamalar analiz edildiğinde dört hedef olduğu görülüyor. Örgüt içi disiplini sağlamak, HDP’nin “yoldan” çıkmasına engel olmak ve gücün kimde olduğunu göstermek. Kamuoyunda, özellikle Kürtler arasında, “zafer kazanmış” algısıyla seçime gitmek. Üçüncüsü, Türkiye’ye “demokrasi” getirecek güç rolü oynamak. Bunu için, başkanlık dahil, yeni anayasal düzeni etkileyecek güç algısı yaratmak. Böylece daha geniş bir yelpazeden oy toplamak. Son olarak, uluslararası aktörlere Türkiye ve bölgede etkili oldukları mesajını vermek.
Seçime giderken
Tartışmaların arttığı bu günlerde PKK, bazı koşulların yerine getirilmesi halinde silahları bırakmaktan değil, Türkiye’ye yönelik silahlı mücadeleyi sonlandırmaktan söz ediyor. Gerekçe olarak Ortadoğu’daki kaosu ileri sürüyor. Sonuçta, kaostan çıkışın, Türkiye’nin değil, PKK’nın kendi karar ve araçlarıyla mümkün olduğunu düşünüyor. Bu bağlamda sınır dışında kalan silahlı gücün kullanım şekli, yer ve zamanına
Suriye iç savaşı dört yılı geride bıraktı. Esad rejimi, onca ölüm, göç, kayıp ve yıkıma karşın, şimdilik, ayakta kalmayı başarmış görünüyor. Özellikle de ABD’nin fikrini ve stratejisini değiştirmeye başladığı bu günlerde.
ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, ABD’nin iç savaşın bitmesi için Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad ile müzakere etmek zorunda olduğunu söyledi. CIA Direktörü John Brennan da “Ne Rusya, ne ABD, ne (IŞİD’e karşı) koalisyon ne de bölgedeki devletler... Hiçbirimiz Şam’daki hükümetin ve siyasi kurumların çökmesini istemiyoruz” derken değişimi gözler önüne sermiş oldu. Bu açıklamaların ardından Esad yerinin sağlamlaştığını düşünüyor olmalı.
Ayakta kalma stratejileri
Esad rejimi, hazin bir şekilde sonuçlanan Arap Baharı’ndan büyük hasarlar aldı. Birkaç defa gitti geldi. Şimdi ise, çözümün bir parçası olarak görülmeye başlandı. Rejimin bunu nasıl başardığı her zaman merak konusu olacaktır. Bazı konulara odaklanmak açıklayıcı olabilir.
Esad ayakta kalmasını, kendisi/rejimi açısından, en doğru adımları atmış olmasına borçlu. Kendi gücünü, rejimini, ülkesinin toplumsal yapısını, iç dengelerini ve jeopolitik avantajlarını, geçmişin tecrübeleri ışığında doğru
Seçimler yaklaştıkça, iç politika ve ekonomi gündemimizi fazlaca meşgul ediyor. Dikkatlerimizden kaçmış olsa da Irak’ta operasyon mevsimi açıldı. Tikrit, İran’ın perde arkasında yer aldığı operasyonun merkezi. İran özel kuvvetleri, farklı kisvelerle, Yemen, Suriye, Irak ve Lübnan’da oldukça meşgul görünüyor.
ABD ve müttefikleri bitmez tükenmez politik/bürokratik işlemlerle uğraşırken İran, Irak’ta kara operasyonu mevsimini erkenden açıverdi. İran özel kuvvetlerinin sevk idare ettiği Irak ordusu ve Şii militanlar Tikrit’in dış mahallelerine ulaştılar. Kuzeyde ise, ABD Hava Kuvvetleri desteğindeki peşmerge küçük çaplı operasyonlarla oyalanıyor.
İran, Bağdat yönetimi ve Şii milisler işin kolay kısmında ilerleme kaydettiler. Bundan sonrası “meskun mahallerde” silahlı mücadeleyi gerektiriyor. Bu tip bir savaş zordur. Eğitimli personel, özel teçhizat, sürprizlerle dolu karmaşık fiziki koşullarla baş etmeyi gerektirir.
Neler olabilir?
Önümüzdeki haftalarda Tikrit operasyonu askeri, politik ve psikolojik gelişmeleri tetikleyecektir. Irak ordusu ve Şii unsurlar bir yandan Tikrit’i elde tutmak için daha fazla askeri baskı ve şiddet uygularken, bir yandan da değişen muharebe
ABD’nin başını çektiği müttefik ülkeler DAİŞ’e karşı farklı cephelerde mücadele yürütüyorlar. Bunlardan biri, DAİŞ’in ülkelerindeki yerel kollarını işlevsiz hale getirmek. Diğeri, ana gövdeyi oluşturan Irak ve Suriye’de DAİŞ’i önce çevrelemek ve ardından yok etmek. En azından kâğıt üzerinde böyle görünüyor.
DAİŞ’e karşı devletler ülkelerindeki güvenlik açıklarını kapatamaya çalışıyorlar. Yasal boşlukları, istihbarat zayıflıklarını, kurumlar ve ülkeler arası koordinasyon eksikliğinden söz ediyoruz. Yine, potansiyel yerel DAİŞ militanlarını fiziksel ve psikolojik olarak engellemeye çabalıyorlar.
DAİŞ’in ana gövdesi
İçeride DAİŞ’le bu mücadele devam ederken, ana gövdeyi oluşturan Irak ve Suriye’de işler daha da zor görünüyor. Özellikle de mücadelenin sıklet merkezini oluşturan Irak’ta işler üç nedenden kâğıt üzerindeki gibi gitmiyor: DAİŞ’in özellikleri, Irak hükümeti, ordusu ve peşmergenin kapasitesi. Son olarak, ABD öncülüğündeki ittifak içinde yer almayan ama sahada oyun kurma kapasitesine sahip, İran.
Irak ordusu ve Şii milislerin Tikrit’te DAİŞ’e yönelik askeri harekâtı sürüyor. Medyaya göre harekâtı Irak hükümeti ve ordusu planladı ancak İran icra ve ateş desteği
Ortadoğu yine çalkantılı günlerini yaşıyor. Politik görünüm, aktörler arası ilişkiler sorunlu ve elimizde uzun bir liste var. Irak’ta DAİŞ operasyonu, Suriye iç savaşı, İran nükleer görüşmeleri, Mısır, ABD-İsrail ilişkileri, Hamas’ın durumu, Yemen darbesi ve kilitlenen Lübnan iç siyaseti bu bağlamda ele alınabilir. İlginç olan ise bir şekilde tüm yolların İran’a çıkıyor olması.
Irak’ta olanlar
Irak ordusu Şii milislerle birlikte Tikrit’e operasyona başlarken, bir adım sonrası için kimse garanti veremiyor. En önemli sebep Şii-Sünni karşıtlığının derinliği ve sebep olabileceği hasarlar. Özellikle de bir sonraki adım olan Musul’un DAİŞ’ten temizlenmesi sürecinde. Bu tablonun oluşumunda İran’ın rolü yadsınamaz. Şiilerin arkasında/arasında askeri gücünün bulunması Irak’ta kendi oyununu oynamayı sürdüreceğini gösteriyor.
Tarafların birbirinden nefreti kadar yapılan/yapılacak askeri operasyonların karmaşıklığı da bu fikri destekliyor. Sivillerin yaşadığı meskun mahallerde gerillaya karşı yapılacak operasyonların, tabiatı itibarıyla planlaması ve icrası zordur. Çoğu zaman sivil kayıplar kaçınılmazdır. Irak ordusunun ideolojik bölünmüşlüğü, eğitim, planlama ve operasyon