Hafta sonu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile HDP Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in yan yana yaptıkları açıklamalar gündemdeki yerini koruyor. Önder, Öcalan tarafından kaleme alınan “muhayyel yeni Türkiye”nin anayasal resmini çizdi. Öcalan’ın ettiği her laf, 1987’den 1999’a kadar örgütün “redaksiyon birimi”, bu tarihten itibaren de devlet ve avukatları tarafından kayıt altına alındı. Doktora tezim nedeniyle bunların binlercesini okudum, analiz ettim. Eğer destek almamışsa işi oldukça ilerletmiş görünüyor.
Metin, politik hedefleri, an itibarıyla sıkıntıları, tecrübe ve yetenekleri göstermesi açısından önemli. Her zaman ki gibi muğlak, nereye çekersen oraya gidebilen, elastiki, açıklanmaya muhtaçtı. Herkesin ilgi, saygı ve ihtiyatla yaklaştığı eleştirilemez kavramlarla doldurulmuştu. Demokrasi, özgürlük, eşitlik gibi kavramlar on maddede dokuz defa tekrar edilmişti.
Hükümet kanadı
Akdoğan ise sorunun varlığını kabul ederken, usul ve esasta ayrıldığını “profesyonelce” ortaya koydu. Meşru yollarla sorumluluğunu üslendikleri Türkiye’yi bir bütün olarak ele aldıklarını, var olan sorunun muhataplarından biriyle yan yana durduklarını gizlemedi.
Ak Parti hükümeti, geçmiş
Operasyon tartışmaları devam ediyor. Özellikle de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’i hedefe koyan eleştirilerden söz ediyoruz.
Suriye’deki mevcut güvenlik koşulları bu güne kadar aşina olmadığımız özellikler gösteriyor. Politik resim hızla değişirken, dost düşman ayrımı muğlaklaşıyor. Devlet gibi davranan çok sayıda aktörün bulunduğu, sınırsız şiddetin hâkim olduğu bir coğrafyadan ve zaman diliminden söz ediyoruz.
Böylesine kaotik bir ortamda geleneksel anlayış, yöntem, araç ve tepkilerle sorunların üstesinden gelinemez. Hükümetin, Süleyman Şah Türbesi’ni tahliye kararı böyle bir ortamda gerçekleşti ve TSK tarafından uygulandı. Uygulama kadar, kararın alınma sürecinde de TSK’nın ve MİT’in ağırlıklı rolünün olduğu bir gerçek. Sorun gündeme geldiğinde, masada farklı hareket tarzlarının olması da muhtemel. Her biri diplomatik, askeri, hukuki ve kamu diplomasisi yönünden ele alınmış ve sonuçları tartışılmıştır.
Senaryolar
Askerlerden her ne pahasına olursa olsun, “sekiz dönümlük alanı (40X20m)” savunmaları istenebilirdi. Öte yandan, kayıp riskini azaltmak, takviye için zaman kazanmak amacıyla ek yerler işgal edilebilirdi. Ya da türbenin Türkiye ile
Türkiye’nin DAİŞ karşıtı eylem ve söylemleri her geçen gün sertleşiyor. Bu değişimi gösteren birden fazla emare var. Orta vadede ilginç çıktılarının olması kaçınılmaz. Örgütün “terörist” olarak tanımlanması, sınır güvenliğinin artırılması, koalisyon ülkeleriyle artan işbirliği değişimin önemli işaretlerinden. Son olarak, Süleyman Şah Türbesi ve Saygı Karakolu'nun boşaltılması da bölgeye dair öngörü ve beklentilerin kritik eşiği geçtiğini gösteriyor. Listeye eklenmesi gereken bir diğer konu ABD ile Türk yetkililerce imzalanan “eğit-donat” programı olduğunu söyleyebiliriz.
Suriye’de üzerinde uzlaşılan tek konu, mevcut güvenlik koşullarının kısa sürede değişmeyeceğidir. Buna rağmen, başta ABD olmak üzere, koalisyon ülkeleri sahadaki siyasi ve askeri tabloyu değiştirmeyi hedefliyorlar. Bu amaçla Suriye içinde “dost” unsurlar yaratmak, çevre ülkelerin siyasi duruşlarını aynı çizgide tutmak öncelikli hedefler arasında.
Bu gün Suriye’de, gerilla savaşı yürütecek “dost” unsurların eğitilmesi-donatılması öncelikli hedef. Her ne kadar açıklamalarda ABD ile Türkiye eğitilecek ve donatılacak grupların asli “düşmanının” kim olacağı hususunda ortak görüşe sahip olmasalar da yakında bu
Libya’da Kaddafi’nin devrilme-sinin üzerinden üç buçuk yıl geçti. Buna rağmen işlevsel bir devlet otoritesi inşa edilemedi. Ülkede iç savaş sürüyor. Süreci başlatan, ardından da hızlandıranlar ise ortalıkta pek görünmüyorlar.
Ülkeye daha yakından bakınca, kâğıt üzerinde otoriteymiş gibi davranan aktörleri görüyoruz. Güçleri, meşruiyetleri ve rolleri sınırlı ve tartışmalı olsa da. Tablo böyle olunca da farklı gruplardan eylem ve açıklama salvoları da gelmeye devam ediyor. Tıpkı Türkiye’yi tehdit eden bazı gruplar gibi.
Libya, genel olarak iki, özelde ise silahlı grup oluşturmaya müsait oyuncu sayısı kadar parçalara bölünmüş durumda. Altyapı, ekonomi, petrol üretimi, sağlık çökmüş, güvenlik ve adalet sistemi ise işlemiyor. Bu manzara, “çökmüş devlet” tarifine bire bir uyuyor. Böyle olunca, bir dizi sorunun çıkması da kaçınılmaz.
Kâğıttan otoriteler
Libya’da görünen iki otoriteden batıda olanın merkezi Trablus. Çoğunluğunu Berberiler oluşturuyor ve Müslüman Kardeşler’in etkisindeler. Katar, Sudan ve Türkiye’den destek alıyorlar.
Doğuda ise Tobruk’ta, Kaddafi’nin ordusunda general olduğu söylenen -ABD’nin ön plana çıkardığı- Halife Haftar’ın başında olduğu grup
Genel seçim yaklaşırken, PKK ile yürütülen “çözüm sürecinde” bazı “tatsızlıklar” olduğuna dair güçlü emareler var. Tatsızlığın ilk nedeni hükümet ile PKK kanadı arasında yürütülen görüşmelerin yöntem zamanlama ve beklentilerden, diğeri ise PKK’nın örgütsel yapısından kaynaklanıyor. Özellikle, politik ortamı farklı analiz etme, görüşme stratejisi, siyaset araçları, örgüt bileşenlerinin rolleri, kuşak farkı ve zamanlama konularında.
En karmaşık sorun
Abartılı gibi görünse de Türkiye’nin Kürt sorununun günümüzde yeryüzünün en karmaşık “etnik” sorunu olduğunu ileri sürebiliriz. Bu açıdan sadece Türkiye’yi yönetenleri değil PKK’yı da her aşamada zorlamaktadır. Bundan sonrada daha fazla zorlayacaktır.
Sorunun karmaşık olmasında PKK’nın izlediği “ayaklanma” stratejisinin büyük bir katkısı söz konusu. “Uzun süreli halk savaşı” stratejisi meseleyi kronikleştirirken, zamana yaymakta, şiddet kullanımıyla da bireyler ve kurumlarda travmalara yol açmaktadır. Üstelik sorunu uluslararası hale getirmektedir.
Gerek hükümet, gerek PKK açısından işleri karmaşık hale getiren bir diğer neden temsil sorunudur. PKK, içeride ve dışarıda bütün Kürtleri temsil etmemektedir.
PKK, batıya
Genel seçimler nedeniyle Türk kamuoyu iç politikaya odaklanmış durumda. Oysa Türkiye’yi de yakından ilgilendiren önemli bölgesel gelişmeler söz konusu. Irak ve Suriye merkezli siyaset ve güvenlik konularından söz ediyoruz. Esad’ın pozisyonu gittikçe değişirken, DAİŞ’le mücadele çerçevesinde bölge her geçen gün silah deposu haline geliyor. En dikkat çekici olan ise, ABD’nin DAİŞ’e karşı askeri müdahale seviyesini yükseltme kararı almış olması.
Büyük lokma ye...
Obama, iktidara geldiğinde Afganistan ve Irak’ta savaşlara son veren lider olarak tarihe geçmeyi hedeflemişti. Önce Irak’ı boşalttı. Ardından da Afganistan’dan çekildi. “Büyük lokma ye, büyük konuşma” ilkesini göz ardı etmiş olmalı ki çarşamba günü Kongre’ye “coğrafi sınırları belirsiz” askeri harekât izni için başvuruda bulundu.
Başvuru, üç yıl için, sayısal bir sınırlama getirmeksizin askeri gücün DAİŞ’e karşı kullanımını kapsıyor. Söz konusu askeri gücün, konvansiyonel kara birliklerinden değil, “özel kuvvetlerden” oluşacağı ifade ediliyor. Süre açısından ise yeni seçilecek başkanın ilk yılını da ipotek altına alacağı anlaşılıyor. Başka bir ifadeyle, başlangıcı belli ama sonu belli olmayan, uzun soluklu bir
Geçen hafta, ulus-lararası gündemin en hararetli tartışma konusu Ukrayna idi. Gerek yoğun diplomasi trafiği, gerekse hafta sonu Münih’te yapılan Güvenlik Konferansı krizle ilgili ilginç tartışmalara sahne oldu. On ayda 5400 kişinin hayatını kaybettiği Ukrayna, diplomatik ziyaretlerin ve açıklamaların merkezinde olmaya devam edecek gibi görünüyor. Ufukta ise olayın kahramanlarının mutabık kaldıkları bir görüş ve çözüm önerisinin olmadığı da görülüyor.
Gururu kırılmış aslan
Kırım konusunu unutturmayı başaran Putin, Ukrayna’da çatışmaların başladığı ilk günden beri görüşünü değiştirmedi. Sadece Ukrayna’da olanlardan değil, Rusya’nın karşı karşıya kaldığı ekonomik sorunlardan da Batı’yı, özelliklede ABD’yi sorumlu tutuyor. Petrol fiyatlarının düşüşü nedeniyle uğradığı 135 milyar dolarlık zararı, yaptırımların finansal etkilerini, Batılı ülkelerin “örtülü operasyonu” olarak gördüğünü saklamıyor. Çoğu zaman da hikâyenin başlangıcını Soğuk Savaş’ın bittiği 1990’lara kadar götürüyor.
Batı’nın tutumuna cevap olarak çatışmaları körüklemeyi sürdürüyor. Özelikle de Doğu Avrupa’nın tarihsel Rus işgali korkusunu hatırlatacak hamleler yapıyor. Başta Almanya olmak üzere ekonomik
Seçimler yaklaştıkça HDP’nin parti olarak seçime girmesi daha fazla tartışılmaya başlandı. Tecrübeler, bağımsız adaylarla seçime girildiğinde Meclis’te temsil edilebileceğini gösteriyor. Bu defa Meclis dışında kalma riskine rağmen HDP parti olarak seçime girmekte kararlı görülüyor.
HDP’nin kararı, parçası olduğu ideolojik, siyasal ve silahlı mücadele eko sistemi göz ardı edilerek analiz edilemez. Bu nedenle “empoze kararın” merkezinde tek başına HDP yer alamaz. Ne Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki kişisel performansı, ne adayların niteliği ne de halkın teveccühü bu kararı açıklamaya yetmez.
Paralel hayatlar
Siyasi hayatımızda parti, seçim, rekabet, demokrasi, aday, özgürlük gibi sözcükler “iki farklı dünya”nın anlamını taşıyor. Birincisi, demokratik bir sistemde seçimlerin halkın iradesini “parlamento”ya yansıttığı varsayımına dayanıyor. AK Parti, CHP ve MHP liderleri, parti yöneticileri ve taraftarları daha başlangıçta oyunun tüm kurallarında mutabıktırlar. Oy yolsuzluğu gibi ağır seçim hilesi yoksa seçim sonuçlarına itiraz etmez, rıza gösterir ve bir dahaki seçimlere hazırlanmak için çalışırlar. Diğer meşru araçlar ve yöntemlerle hukukun içinde kalarak