Seçimlere iki gün kaldı. Pazar günü yeni parlamentoyu seçeceğiz. Ardından da yeni hükümetin kurulması için çalışmalar başlayacak. Her ne kadar seçmen tercihlerinde dış politikanın fazlaca etkili olmadığı ileri sürülse de, iç politikayı dış politikadan ayırmak gittikçe zorlaşıyor.
Bu çerçevede, ilişkiyi belirleyen, liderlerin, kurumların, medyanın rolü, politika seçimine ekonominin etkisidir. Öte yandan, dini, etnik, mezhepsel yapıların siyasi ve fiziki sınırları aşan özellikleri de unutulmamalı. Üstelik göç, terör, kaçakçılık gibi sınır aşan insani ve güvenlik sorunları listeyi uzatıyor.
Yeni parlamento ve hükümetin önceliğinin iç sorunlar olacağı açık. Ancak, iç ve dış politikanın iç içe geçmesi nedeniyle, hükümetin dış politikayı geri plana atma şansı yok. Üstelik bu kadar çok, müzminleşmiş tarihi sorun ve jeopolitiğin dayattığı konular yaşanırken.
Yeni hükümet dış politika alanında uzun bir listeyle yola çıkacak. Ukrayna-Rusya krizinden Kafkaslara, Ortadoğu’da devam eden çatışmalardan bölgesel güç mücadelesine, Kıbrıs’tan enerjiye farklı özellikte sorunlardan söz ediyoruz. İşin içine ABD ve Avrupa Birliği ile ilişkiler de girince, cevabı aranan sorular ve olası
Türkiye, seçimin ardından, yeni boyut ve ölçü kazanmış eski sorunlarıyla yeniden yüzleşecek. Siyasilerin önünde, sorunlu bir coğrafyanın, dinamik nüfusun, ekonominin ve tarihi mirasın şekillendirdiği uzun bir liste var.
Nitekim Başbakan Ahmet Davutoğlu, iki gün önce, seçim sonrası olası hükümetin öncelikler listesini açıkladı. İlk iki maddeye Kürt sorunuyla ilişkili konuları yerleştirdi. “Yeni Anayasa” ve “Çözüm Süreci”. Anlaşılan müzminleşen sorun, seçim sonrası daha yoğun gündemde olacak. Ancak koşullar tarafların pozisyonu ve beklentiler seçim öncesinde farklı biçimde tezahür edebilir.
Yeni arayışlar
Seçim sonrasında, PKK ya da Kürt sorununun yeni boyutlar kazanacak olmasının birçok nedeni var. İlk olarak, çözüm sürecinin seçim öncesinde ulaştığı aşamaya bakmak gerekiyor. Artık çözüm arayışları “ete kemiğe büründürme” aşamasına gelmiş bulunuyor. Bunun anlamı, yeni anayasa, yeni devlet yapısı, yeni kurumlar ve etnik gruplar arası ilişkiler demektir. Üstelik PKK, mevcut ortamda çıtayı oldukça yüksek tutma iddiasını da sürdürüyor. Seçim ve uluslararası ortam bu iddia için “çarpan etkisi” yapmaya devam edecektir.
Sonuçta, zaten karmaşık olan sorun, seçim sonrası oluşacak daha karmaşık
Irak ve Suriye’de durum her geçen gün daha da karmaşık hale geliyor. Artık iki ülkede devlet sadece kâğıt üzerinde var. Neredeyse elli milyon insanın yaşadığı böylesine büyük bir coğrafyada otorite, düzen ve her şeyden önce de “güvenlik” kalmadı. İki ülkenin iç savaşları birbirini beslemeye devam ediyor. Üstelik istikrarsızlık ve çatışmaların etrafa yayılma istidadı da var. Yakın zamanda Ürdün’ün de bu girdaba kapılması sürpriz olmaz. Tablo böyle olunca, milyonlarca insanın yarına dair ne planları ne de umutları var.
Harabeye dönmüş şehirler, köyler, savaşan gruplar arasında sürekli el değiştiriyor. Stratejik öneme sahip Ramadi bu şehirlerin sonuncusu. Gelişmelerden en büyük zararı yine siviller gördü. Ramadi’nin düşmesinin ardından binlerce insan yollara döküldü.
Mülteci denilince Suriye akla gelse de Birleşmiş Milletler verilerine göre, şu anda üç milyon Iraklı da benzer durumda. Bunun da neredeyse % 85’i Sünni Araplardan oluşuyor. Dikkat çekici olan taraf, Irak’tan kaçanların büyük kısmının, nispeten daha sakin olan, DAİŞ denetimindeki Suriye’nin doğusuna sığınıyor olmaları.
İşler nereye gider?
Her ne kadar ABD yönetimi farklı ve teselli edici açıklamalar
Geçen hafta Obama Körfez ülkelerinin liderlerini ağırladı. Suudi Arabistan Kralı heyete katılmamış olsa da ziyaret kendisini de yakından ilgilendiriyordu. Nitekim İran’ın bölgesel siyaseti Körfez ülkelerini kaygılandırmaya devam ediyor. Obama onları bu bağlamda teskin etmeye çalıştı. Yardım sözü verdi. Ancak açıklamalar ve yorumlar misafirlerin pek tatmin olmadıklarını gösteriyor. Sonuçta Körfez ülkelerinin güvenlik sorunlarının üstesinden gelebilmek için yeni arayışlara girecekleri ve kesenin ağzını açarak silahlanmaya hız verecekleri anlaşılıyor.
Silah piyasası kızışırken
Haziran ayında imzalanması beklenen Nükleer Silahsızlanma Antlaşması İran’ın elini çeşitli konularda rahatlatacak. Obama’nın “düşük teknolojili, düşük maliyetli” olarak tanımladığı geleneksel “örtülü operasyon” kapasitesinin kullanımında olduğu gibi. Nitekim İran resmi haber ajansı (İRNA), dini lider Ali Hamaney’in, İran’ın Yemen, Bahreyn ve Filistin gibi ‘bölgenin ezilen haklarına’ yapabildiği kadar yardım yapacağını açıklaması bunu en iyi göstergesi. Gerekli yardımı alan Lübnan ve Suriye açıklamada yer almaması ise normal. Ancak isimleri zikredilmese de önemli oranda Şii nüfusa sahip (siz onu ezilen
Ortadoğu bildiğiniz gibi. Yine hareketli. Başkentlerde, cephelerde tartışmalar, görüşmeler ve silahlı çatışmalar devam ediyor. Bu defa hareketlenmenin sebebi Obama’nın dış politikası. Bölge ülkelerine verdiği “Kendi işinizi kendiniz görün” mesajının ardından yeni arayışlar başladı. İran ile yürüttüğü nükleer müzakerelerin sonunda varılan taslak anlaşma da bu arayışları hızlandırdı. Bu, Obama için başarı hikâyesi olsa da, bölge de kaygıları artırmış görünüyor.
Ziyaretler
Obama, geçen hafta Irak Kürt Bölgesel Yönetim Başkanı Barzani’yi misafir etti. Üst düzeyde ilgi gören Barzani, bağımsız Kürt devleti konusunda istediği cevabı alamadı. ABD, Barzani’nin beklentilerine olumlu cevap vermediği gibi, gayet diplomatik ve nazik bir dille Irak’ın bütünlüğüne vurgu yapmayı da ihmal etmedi.
İlginçtir, Irak’ın bütünlüğü konusunda benzer bir açıklamada Tahran yönetiminden geldi. İran Cumhurbaşkanı Ruhani, ülkesini ziyaret eden Irak Cumhurbaşkanı F. Masum’la yaptığı basın toplantısında, bir yandan Irak’ın toprak bütünlüğüne vurgu yaparken bir yandan da ABD’yi suçladı. İran ve Irak arasında işbirliğinin daha da artacağına işaret etti.
Taşlar oynarken
İran, ABD ile imza aşamasına
Esad rejiminin bugünlerde çok ciddi politik ve askeri kriz yaşadığına dair güçlü işaretler var. Rejim şimdiye kadar ayakta kalmayı başarmış olsa da topraklarının büyük kısmında kontrolü kaybetti. İnsan kaynakları azaldı. Ekonomisi hızla küçüldü. Askeri gücü zayıfladı. Meşruiyeti önemli ölçüde erozyona uğradı.
Geçen ay, ülkenin kuzey ve güneyinde askeri alanda önemli gelişmeler yaşandı. Şimdiye kadar bir araya gelemeyen muhalifler tek bir emir komuta zincirinde hareket etmeye başladılar. Bu yeknesaklığın ardında, Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’nin olduğu sır değil. Özellikle de lojistik, koordinasyon, muhabere, istihbarat ve mali konularda. Yardımlar, farklı motivasyonla hareket eden muhaliflere ciddi bir askeri kapasite kazandırmış görünüyor.
Cevabı aranan sorular
Yeni tablo, farklı cephelerde bir dizi tartışmayı tetiklemiş durumda. Esad rejiminin sadık destekçisi İran ve Rusya’nın tutumu merak edilen konuların başında geliyor. Yine, ABD’nin (İngiltere olarak okuyun) Suriye ve Irak’ı birlikte ele alan ve DAİŞ’i merkeze koyan “terörle mücadele stratejisinin” gelişmelerden nasıl etkileneceği henüz belli değil. Müttefikler, DAİŞ’i Musul’dan çıkarmak için uygun koşulları
Geçen ay Avrupa Birliği devlet ve hükümet başkanları yasa dışı göç sorunuyla ilgili bir araya geldiler. Toplantı, Akdeniz’de derme çatma teknelerle Libya’dan İtalya’ya ulaşmaya çalışan göçmenlerin dramının ardından gerçekleşti. Tek bir olayda hayatını kaybedenlerin sayısı 700 civarındaydı. Üstelik bir milyon kişi de Avrupa’ya ulaşmak için Libya sahillerinde bekliyordu.
Avrupa’yı cazibe merkezi haline getiren bir dizi neden var. Daha iyi bir hayat kurma umudu en başta geliyor. Bu ülkelerdeki yaşlanma, demografik değişim işgücü ihtiyacını artırıyor. Göçmenler ise “çağdaş köleler” olarak hizmet vermeye hazırlar. Yine göçmenler için cazip sayılabilecek politikalar ile yetersiz denetimlerden de sıkça söz ediliyor.
Neden yasa dışı göç?
İnsanların hayatlarını tehlikeye atarak, yollara düşmesinin bir dizi itici nedeni var. Hızlı nüfus artışı, iklim değişikliği, politik baskılar, yolsuzluk, yoksulluk, kötü yönetim, iç savaş, çatışma, güvenlik gibi. Sebebi her ne olursa olsun, sonuçta ciddi bir insanlık trajedisinden söz ediyoruz.
Bugünlerde insani trajediyi artıran, Avrupa Birliği’ni kara kara düşündüren Afrika-Libya-İtalya/Fransa rotası. Libya dikkatinizi çekmiş olmalı. Arap
Obama, geçen eylül ayında ülkesinin El Kaide ile mücadelesinde Yemen’le işbirliğini başarı örneği olarak gösterdi. Arap Yarımadası’ndaki bu önemli ileri karakol, teknolojiye dayalı terörle mücadele stratejisinin önemli “test alanlarından” biriydi. İki ülkenin üst düzey siyasi ve askeri işbirliği sayesinde, İHA (insansız hava araçları) etkili ve yoğun bir şekilde kullanıldı. Öyle ki çoğu zaman ABD askerlerinin yerde operasyon yapmasına lüzum bile yoktu. Ne var ki Yemen’de başlayan siyasi istikrarsızlık ve iç savaş, Obama yönetiminin terörle mücadele fikrinin çok kırılgan olduğunu gösterdi.
Stratejinin öteki ayağı
ABD’nin “en az zayiatla” mücadele stratejisinin diğer ayağını bölgesel müttefikleri ön plana çıkaran yaklaşım oluşturacaktı. Bölge de askeri harekâtı gerektirecek bir durum ortaya çıktığında, ABD doğrudan müdahil olmayacaktı. Onun yerine, harekât için bölgedeki müttefiklerini cesaretlendirecek ve destekleyecekti.
Nitekim yeni stratejinin ilanının üzerinden bir yıl geçmeden ilk örneğini Arap Yarımadası’nda görmeye başladık. Suudi Arabistan, Yemen operasyonuna siyasi ve “askeri” olarak liderlik ediyor. ABD ise, siyasi, diplomatik, pasif askeri ve istihbarat