Geçen hafta, ORSAM Başkanı Doç. Dr. Şaban Kardaş ve Mehmet Şahin ile birlikte birkaç günümüzü Süleymaniye/Kuzey Irak’ta geçirdik. Siyasi alaka ve hassasiyetlerin yüksekliği sürpriz olmadı. ABD, Türkiye, Irak’taki durum, Suriye iç savaşı, İran ve DAİŞ’in yanı sıra bölgesel yönetimin iç politikaları konularında. Son gelişmeler, tartışmalara yeni boyutlar katarken, parti liderlerine de yeni risk ve fırsat kapılarını açmış görünüyor.
Güvenlik yoksa iş zor
Güvenlik sorunu hayatın her alanını etkiliyor. Öncelikle de ekonomiyi. Zaten üretimin olmadığı, çalışanların neredeyse yüzde sekseninin “parti” memuru olduğu, insanların geçinebilmek için ikinci bir iş yaptığı ortamdan söz ediyoruz. Petrol paraları gelmediğinden dolayı da maaşlar düzenli ödenemiyor. İşin ilginç yanı, ekonomiye dair bu kadar şikâyet varken, lüks araç trafiği yoğunluğu ve uzak doğulu işçilerden de geçilmiyor. Bağdat hükümeti ise petrol gelirlerini, ülke bütünlüğü yolunda “ehlileştirici araç” olarak görüyor.
Mültecilerin dramı
Kürt bölgesel yönetiminin Suriye ve Irak’tan gelen çok ciddi mülteciler sorunu var. Sayıları farklı telaffuz edilse de bir milyonu aşmış durumda. Neredeyse bölge nüfusunun
Bu yıl da “Ermeni soykırımı” iddiaları içeride ve dışarıda tartışıldı. Soykırımı tanıma kervanına yeni ülkeler katıldı. Anlaşılan, konu önümüzdeki yıllarda da farklı biçimlerde tartışılmaya devam edilecek.
“Çağdaş demokrat” olma testi
İlginç olan, “Ermeni soykırımı” üzerinden geliştirilen demokratlık testlerinin yapılmaya başlanması. Soykırım tezini savunanların “çağdaş demokrat”, savunmayanların ise demokrat olmadığı algısı inceden inceye işleniyor. “Standart belirleme yetkisine sahip” olanlar, içeride ve dışarıda “çağa uymanın” öncelikli koşulunun bu olduğuna inanmamızı istiyorlar.
Bu yaklaşım, “soykırım” tartışmalarını tarihi, askeri, hukuki, insani bir konu ve kavram olmaktan çıkarıyor. Günlük ideolojik ve politik tartışmalara göre şekillenen “saf belirleme” aygıtı haline dönüştürüyor. Nitekim bazılarının, içeride ve dışarıda, kanaatlerini biçimlendirenin günlük politik çıkarlar ve çatışmalar olduğu açık.
Konu, şimdiye kadar, hukuki ve siyasi çerçevede ele alındı. Daha az olan ve gözden kaçan ise askeri boyutu. Birinci Dünya Savaşı’na giden yol, sömürgecilik, milliyetçilik, sınıf mücadelesi gibi ideolojik çatışmalar, farklı jeopolitik okumalar, kitlesel üretime
Kronik “Ermeni soykırımı” tartışmaları yeniden ülke gündemine oturdu. Türkiye’nin “soykırım” yaptığını iddia eden ülkelerin sayısı 22’den 23’e çıktı. Türkiye karşıtlığının tepe yaptığı Avrupa Parlamentosu ve Katolik dünyasında etkinliğini tahkim etmeye soyunan Papa soykırım tartışmalarını fırsata çevirmeye çalışıyor. Özellikle Vatikan’ın radikal hamlesinin siyasi ve dini sonuçları üzerinde durmak gerekir.
Bu güne kadar “soykırım” iddiasını kabul eden ülkelerin ortak özelliği soruna “etnik milliyetçilik” bağlamında yaklaşmaları ve kararlarının günlük politik çıkarlarıyla örtüştürmeleriydi. Son tahlilde birer “ulus” devleti temsil etmekteydiler. Ancak, Katolik dünyasının merkezi olan Vatikan’ın oyuna girmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda “soykırım” yapıldı tezini ileri sürmesi, meseleyi farklı mecraya taşıdı.
Vatikan’dan söz açıldığında, özellikle İslam coğrafyasında, hikâyenin temelini “Haçlı Seferleri” üzerinden tarih ve siyaset okumaları oluşturur. Bu bağlamda Vatikan, imparatorluk sınırları içinde baş gösteren etnik referanslı siyasi bir hareketi, dini bir zemine taşıyarak, orta vadede “cepheyi” genişletip farklılaştırdı. “Soykırımın” nedenlerini ise kökten değiştirmiş
Politik gündemin yoğun olduğu bir ortamda “Ağrı olayı” güncelliğini yitirmiş görünebilir. Ancak yarın sabah benzer bir hadisenin patlak vermeyeceğinin garantisi yok. Neredeyse kırk yıldır, silahlı “Ulusal Kurtuluş Mücadelesi” verdiğini söyleyen bir örgütten söz ediyoruz. Uzatılmış politik-askeri strateji izliyor, iç ve dış gelişmeler nedeniyle de motivasyonu oldukça yüksek. Devletle de görüşmeleri sürüyor.
PKK’nın siyaset yapma biçim ve araçları, demokrasinin olmazsa olmaz koşulu iktidara sandıkla gelme prensibinden farklıdır. O, dağda şehirde silahlı, ovada fırsat yakaladığı bütün alanlarda legal, siyaset yapan “cephe” örgütüne sahip. HDP’yi bu açıdan ele alan bir hareketten söz ediyoruz. Sonuçta Öcalan, istediği kadar “demokrasi” türküsü söylesin, onun siyasetinin esas belirleyicisi silahtır.
Ağrı’dan dersler
Ağrı’da olanları anlamlandırmak, onu zaman, mekân ve süreç bağlamında PKK stratejisinin bir parçası olarak görmekle mümkündür. Ayrıca bölgesel gelişmeler, seçim ve yeni iç güvenlik yasası da göz önüne alınmalı. Yaşananların karar alıcılar, sorumlular ve kurumlar için öğretici olması umulur.
Meydana gelen çatışmayı, “tekil” ve “festivalde yaşanmış bir polisiye
Türkiye, kısa süre önce, dünya casusluk tarihine “mümtaz katkılarda” bulundu. Üç yüz general, subay, astsubay sanıklı İstanbul, İzmir casusluk davalarından söz ediyorum. Bu günlerde yeni bir kafileye tanıklık ediyoruz. Mevzu, “MİT’e ait kamyonların aranması ile başlayan davalar serisi”. Bu sefer, soruşturmadaki kitlesel “casuslar” öncekinden sayıca az olsa da 17 si tutuklu 34 kişi, subay, astsubay, uzman çavuşlardan oluşuyor.
Paralelle mekanik mücadele
Hükümetin, hukuk içinde kalarak, “paralel” ile mücadelesi doğru ve gerekli bir yaklaşım. Ancak, “organik ağlarla mücadele” mekanik bir mantık ve yaklaşımla yapılmaz. İşin doğasının iyi anlaşılması ve doğru stratejilerle mümkündür. Aksi takdirde beklenmedik çıktıları olacaktır. “MİT TIR’ları” hadisesi buna müsait bu konudur.
Paralel “birlik” Öncelikle, farklı rütbeden 34 jandarma personeli ile “cemaatçi-paralel” bir birliği çok isteseniz de teşkil edemezsiniz. Jandarma sınıfının tayin, terfi, ast üst kuralları, personelin safahatı buna manidir. Emniyet teşkilatından da farklıdır. Aralarında “cemaate” sempati duyan, destekleyen elbette olabilir. Gerçi ileride toptancı, “cemaatçi”, “casus” kanaatinin nasıl oluştuğunu dava
ABD’nin silah, lojistik ve istihbarat desteği sağladığı Suudi Arabistan’ın Yemen’e havadan müdahalesi üçüncü haftaya girdi. Hava alanları, kışlalar, askeri depo gibi kolay, fiziki hedefler bombalanıyor. Bombardımana kimliği belirlenemeyen bazı harp gemilerinin de katıldığı bildiriliyor. Suudi Kralı, operasyonların kesin sonuç alınıncaya kadar süreceğini ilan etti. Şu ana kadar Husilerin ilerlemesi durdurulamadığı gibi, liman kenti Aden’in iç kesimlerine doğru ilerledikleri görülüyor.
Hava operasyonlarının gidişatı etkileyememesi sürpriz olmadı. Bunun tek başına yeterli olamayacağı, Suriye, Irak ve Libya tecrübelerinden bilinen bir gerçekti. Mutlaka, “Temizle, elde tut ve yeniden inşa et” kuralını işletecek kara unsurlarının devreye girmesi gerekmektedir.
Nitekim ABD ve müttefikleri, Irak ve Suriye’de havadan müdahalede bulunurken, kara operasyonu için çözüm aramaya başladılar. Bu bağlamda yerel “potansiyel güçlerin” eğitilip-donatılmasına karar kılındı. Müttefikler, Irak merkezi ordusunu ve Kürtleri, İran ise Şii milisleri eğitip donattı.
Arap Gücü
İç savaş nedeniyle Yemen’de bir otorite boşluğu oluştuğu bundan da El Kaide’nin istifade ettiği ortada. Bu
Sayın Cumhur-başkanı Erdoğan’ın İran ziyareti, Yemen müdahalesi ve nükleer anlaşma sonrasında gerçekleşiyor. Son halini haziranda alacak olan, “İran’ı nükleer silah üretmekten vazgeçiren” anlaşma çeşitli açılardan ele alınmayı hak ediyor. İran, önümüzdeki 10-15 yıl boyunca nükleer silah üretmeyeceği garantisi verirken, masanın diğer tarafındakiler yaptırımları kaldırmayı taahhüt ettiler. Şüphesiz anlaşma metnin imzalanması kadar, uygulaması da önemli olacak.
Anlaşmanın yansımaları
Nükleer güç olma hedefini erteleyen/vazgeçen İran, iç politikada elini rahatlatırken, orta vadede küresel sistemde daha fazla yer almayı umut ediyor. Özellikle de Ortadoğu’da. Nitekim İran’ın nükleer silahlara sahip olmadan da bölgeyi etkileyebilecek kapasiteye sahip olduğu bir gerçek. Kadı ki “Arap Baharı’nın” başında rejimin geleceğinden kaygılanan İran, baharın kışa dönmesinden en fazla istifade eden ülke oldu. Bu gelişmede güçlü devlet geleneği önemliydi ve kırk yıl önceki rejim değişikliği bunu etkilememişti.
Jeopolitik avantaj
İran’ın Şiiliği mezhepten öte siyasal-ideolojik “güç” olarak görmesi, bunu jeopolitik konumuyla bütünleştirmesi ona nükleer projelerden bağımsız ve önemli
Terör saldırısında şehit olan Savcı Mehmet Selim Kiraz’a Allah’tan rahmet diliyorum. Eylemi “terör” olarak tanımlamak için, teröristlerin kimliği, politik amaçları ve ileri sürdükleri nedenlerin hiçbir önemi yok.
Konu terör olunca, söz alan yorumcular bu ülkenin terörden çok çektiğini söylerler. Ancak her terör saldırısından sonra yapılan analizler, şikâyetler ve eleştirilerden geçmişten fazlaca ders almadığımız ortada.
Sorun politik olunca
Toplumun terör ve teröristler konusunda ortak bir görüşe sahip olmamasının temel nedeni, sorunun “politik” olmasıyla ilgili. Teröristler eylemlerini meşrulaştırmak için “siyasi” nedenler sıraladıklarında, ahlaken kabul etmemiz mümkün olmayan taktiklerde bile kendimizce mazeret üretmeye çalışıyoruz. Bu tavrımızla yalınız da değiliz. Çoğu zaman devletlerde “siyasi” nedenlerle böyle davranırlar.
Teoride, terör saldırılarının büyük sosyal, siyasal ve ekonomik altüst oluş dönemlerinde yoğunlaştığı ileri sürülür. Bu bağlamda, ülkenin etrafında olup bitenlere iyi bakmak gerekir. Üstelik seçimlere giderken politik tartışmaların yoğunlaşması, toplumun gerilmesi ve bölünmesi de “terör” eylemleri için uygun bir vasat oluşturur.
Teröristler