İçeride ve dışarıda yeni ve sürprizlerle dolu gelişmelere tanıklık ediyoruz. Hadiselerin yoğunluğundan dolayı bazen önemli olayları, konuları gözden kaçırabiliyoruz.
Nitekim bu çerçevede elimizde uzun bir liste var. İçeride başkanlık tartışmaları, PKK’ya karşı operasyonlar, Suriye’de çatışmalar, Irak’ta operasyonlar, Suudi Arabistan-İran gerilimi derken, Kuzey Kore’nin nükleer denemesi ciddi manada konu enflasyonu yaratıyor.
Tam da çok kutuplu, çok başlı, farklı boyut ve ölçekte gelişmelerin yaşandığı bir ortamda, Rusya 2015’in son gününde yeni “Güvenlik Strateji Belgesi”ni açıkladı.
Sadece Rusya değil, büyük ve orta ölçekli çoğu ülke benzer belgeleri yayımlar ve dünya kamuoyuyla paylaşırlar. Bu, iç ve dış kamuoyuna, rakiplerine mesaj vermek için işe yarar bir yöntemdir. Belge sahibi ülkenin milli çıkarlarını, dünyayı nasıl okuduğunu, güvenlik ve tehdit algısını, önceliklerini, geleceğe dair öngörülerini anlamak için bu türden belgeleri izlemek faydalı olabilir.
Belge bir öncekinden ciddi farklılıklar içeriyor. Putin bu defa Rusya’nın dünya çapında politika izleyeceğini ilan ederken, NATO’nun “sınırlarını aştığına” vurgu yapıyor. Öte yandan, işbirliği kapılarını da kapatmıyor. Ancak,
Suudi Arabistan aralarında Şii dini lider Şeyh Bakır el Nimr’in de bulunduğu mahkumların idam cezasını infaz etti. Bu durum zaten gerilimli olan İran İslam Cumhuriyeti ile ilişkileri daha da gerdi.
Bazı uzmanlar Arap Baharı’nın sona ermesinin, İran’la nükleer anlaşmanın imzalanmasının bölgede dengeleri, ilişkileri, öncelikleri ve beklentileri değiştirdiği kanaatindeler. Nitekim Suriye ve Yemen iç savaşı, İran’ın Irak’ta her geçen gün artan nüfuzu Suudi Arabistan’ın tutumunu değiştirdi. Üstelik yeni kralın göreve gelmesi ve aile içi iktidar mücadelesinin yeni politika arayışlarındaki etkisini göz ardı etmemek gerekir. Bu gelişmeler Suudi tarafını sertleştirdiği gibi, idamların İran’a verilmiş bir mesaj olduğu da açık.
İnfazın ardından İran’daki Suudi diplomatik temsilcilikleri saldırıya uğradı. Suudi diplomatlar İran’ı terk ettiler. Dini lider Ayetullah Ali Hamaney, El Nimr’in idamını kınarken, “İlahi intikam şüphesiz Suudi siyasetçilerin yakasına yapışacak” ifadelerini kullandı. Açıklama, açıkça Suudi ailesini tehdit anlamına gelirken, şimdi herkes gerilimin ne yönde ilerleyeceğini merak ediyor.
Sorun her ne kadar İran ile Suudi Arabistan arasındaymış gibi görünse de gerçekte tablo
Yeni yıla eski bir hikâyenin yeni tartışmalarıyla girdik. PKK’dan söz ediyorum. Sorunun yeni bir aşamaya geldiği gerçek. Artık, PKK ve türevlerinin siyasi taleplerinin, şimdilik kaydıyla, ne olduğunu net olarak biliyoruz. Egemenliğin etnik kökene göre paylaşıldığı, iki uluslu “gevşek bir konfederasyon”.
Görünen o ki önümüzdeki yüzyıl boyunca PKK kadroları “ulus inşası” ile epey meşgul olacaklar. Bu arada Türkiye’yi de bir hayli meşgul edecekler. Siyaseti, bazen parlamento ve sokakta, bazen de silahlı olarak “hendek” gerisinde yapacaklar.
Konu Türkiye’nin meşguliyeti olunca haliyle ilgi ve ilgililerin sayısı da bir hayli yüksek oluyor. Öte yandan, ilgililerin sayısı kadar, öncelikleri, çıkarları, yöntemleri de farklılaşıyor, bazen de çelişiyor.
Sıkı bir mücadelenin yaşandığı Ortadoğu’da iç çelişkileri olan iki bloğun ortaya çıktığı görülüyor. Tıpkı Soğuk Savaş günlerinde olduğu gibi. Bir yanda Avrupa Birliği ve ABD var. Öte yanda
Rusya, İran ve Suriye.
Rekabet ve çelişkiler IŞİD sorunundan Suriye’nin geleceğine, Irak’ta çöken devlet yapısından İsrail’in güvenliğine, Körfez bölgesindeki güç mücadelesinden İran’ın hamlelerine ve son olarak geniş bir yelpazedeki Türk-Rus ilişkilerine
PKK ile mücadelenin çok yönlü bir süreç olduğu ortada. Üstelik iç ve dış gelişmeler sorunu her geçen gün daha da karmaşık hale getiriyor.
Yıl biterken gündemi işgal eden can sıkıcı konu yine güvenlik. Devlet, bazı şehir ve kasabalarda erozyona uğrayan otoritesini yeniden inşa etmeye çalışıyor. Ancak sorunun boyutları tahminlerin de ötesinde. Öyle ki karakol polislerinin üstesinden gelemeyeceği boyuttaki güvenlik sorunlarına müdahale amacıyla kurulan Polis ve Jandarma Özel Harekât birimlerinin bile sayı ve teknik kapasitesini aşmış durumda. Bu nedenle, ilgili yasalar esnetilerek Kara Kuvvetleri birlikleri devreye girmiş görünüyor.
PKK ise hukuk kurallarına uymak zorunda olmayışının avantajlarını kullanıyor. Askeri ve politik hedefleri için kazdığı hendekleri patlayıcılarla tahkim etmeyi sürdürüyor. Sivilleri sahaya çekerek, öz yönetim ilan ederek, kendi konumunu güçlendirmeye, hamlelerine yeni boyutlar kazandırmaya çalışıyor.
Bu çerçevede Demirtaş’ın iddia ettiği gibi “barikattakilerin hafif silahlı” olması, PKK’lı teröristlere hukuki ve ahlaki meşruiyet sağlamayacağı gibi, eylemleri birer “polisiye hadise” ölçüsünde tutmaya da yetmez. Çünkü örgütün uyguladığı politik-askeri strateji,
PKK’nın neyi neden yaptığını anlamak için şunların mercek altına alınması gerekir. İlki, siyasi hedef ve stratejisi ile kapasitesi bakımından devlet. İkincisi halk desteği, silahlı militanları ve uluslararası koşulları okuma kapasitesi açısından örgüt. Üçüncüsü de her iki aktörü kuşatan küresel ve bölgesel eko sistemde görülen önemli değişiklikler ve çıkar mücadeleleri.
Bu gün en dikkati çekeni eko sistemdeki değişim. Değişim PKK’nın uzun tarihinde bazen krizden çıkış bazen de yeni fırsatlar anlamına gelir. İran-Irak savaşı, Soğuk Savaş’ın bitmesi, Birinci Körfez savaşı, 11 Eylül saldırısı, Irak’ın işgali, Arap Baharı, Ukrayna krizi ve Kırım’ın işgali gibi. Bugünlerde yine önemli değişimler yaşanıyor.
Hükümet, şehirlerde “hendek” operasyonlarını sürdürüyor. PKK, kesin sonuçlu bir çatışmaya girmesinin mümkün olmadığını biliyor. Bu nedenle hükümeti geri adım atmaya zorlamak, provoke etmek için terör eylemlerini derinleştirmeye, geniş alanlara yaymaya çalışıyor.
Tam bu noktada olup bitenler bize 1992-93 yıllarını hatırlatıyor. Soğuk Savaş’ın sona erdiği, Türkiye karşıtı, Rusya, İran, Suriye ve Ermenistan ekseninin inşa edildiği günlerden söz ediyoruz. Hatırlatmak gerekirse, o yıllarda
BM Güvenlik Konseyi 18 Aralık’ta Suriye tasarısını kabul etti. İyi haber, tasarının oybirliğiyle kabul edilmiş olması. Kötü haber, Suriye krizi gibi karmaşık bir sorunun tek bir kararla çözülmesinin mümkün olmaması. Nitekim ortada bir dizi belirsizlik var.
Tasarının en muğlak yanı Esad’ın geleceğinin belirsiz olması. Bu durum, kurulacak siyasal sistem kadar Rusya ve İran’ın planlarıyla da ilgili görülebilir. Öte yandan, Suriye’de aktif tüm tarafların politik pozisyonlarına etki edecek askeri tablo oldukça dinamik ve değişken. Bu dinamizm sözü edilen “terörle mücadele” sürecinde de devam edecektir.
Diğer sorun, sahada faaliyet gösteren silahlı gruplardan hangilerinin “terörist” ilan edileceğidir. Bu konuya açıklık getirilmemiş olması, bölgede istikrarı ötelerken, “vekâleten savaşları”nı da daha karmaşık hale getirmesi kaçınılmazdır. Nitekim hazırlanacak “teröristler listesi” kimin kimle nasıl mücadele edeceğini, kimlerin Suriye’de oyundan düşeceğini de gösterecektir.
Rusya’nın yukarıda belirtilen belirsizlikleri kendi planları doğrultusunda yorumlaması sürpriz değil. Özellikle, Esad’ın siyasi geleceği, askeri tablonun hızla değiştirilmesi ve kimlerin terörist sayılacağı konularında.
Ru
Hükümet, uzunca bir aradan sonra, PKK ile çatışmalı bir ortamda karşı karşıya geldi. Örgüt hendek ve patlayıcılarla tahkim ettiği “kofulları ve sakinlerini” devlet kontrolünün dışında tutmaya çalışıyor. Devlet ise buraları eski haline getirmekte kararlı.
Başbakan Davutoğlu, açıklamalarında sık sık bu konuya vurgu yapıyor. İlk olarak çukur kapatma, belediyecilik gibi “fiziki” manada eski hale getirme operasyonları için jandarma ve polisin yanı sıra Kara Kuvvetleri’ni de harekete geçirdi. Devlet otoritesinin inşası ile halkın “kalbini ve beynini” kazanma süreçlerinin nasıl ilerleyeceğini ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Hükümeti “güvenlik” konularında, yeni ve etkili adımlar atmaya zorlayan gelişmeleri üç başlık altında toplamak mümkün: PKK’nın eylemleriyle hükümetin politik ve güvenlik kaygılarını tetiklemesi. Sorunun melez karakteri ve teknik boyutunun iç güvenlikten sorumlu polis ve jandarmanın teknik kapasitesini, organizasyon yapısını çoktan aşmış bulunması. Son olarak da şehirlerin fiziki temizliğinin ardından PKK’nın geri dönüşünün sorun olabileceğinin öngörülmesi.
Bu günlerde PKK, özgüveninin yüksekliğinin yanı sıra içeride ve dışarıda oldukça aktif. Örgüt,
Terör örgütlerinin en önemli özelliklerinden biri, öğrenen örgütler olmaları. Tecrübeler çoğu zaman devletlerden daha hızlı öğrendiklerini gösteriyor. PKK terör örgütü de benzer karaktere sahip. Bu günlerde ayaklanma tarihinin farklı tecrübelerini günümüze, şehir ve kasabalara uyarlamakla meşgul.
Terör örgütleri ideoloji ve amaçlarından bağımsız, çevrede olup bitenlerden esinlenerek yeni stratejiler, taktikler ve teknikler geliştirebiliyor. Lübnan’da Hizbullah’ın şehir savaşlarına yaklaşımı buna dair ilginç bir örnekti. Irak’ta Sünni Arapların Felluce direnişi de öyle. Gazze’de Hamas’ın tünel savaşları ise en çarpıcı olanlardan biriydi. Son olarak PKK’nın Kobani’de IŞİD’le giriştiği mücadelede öğrendiği taktikleri şimdilerde Türkiye’nin şehirlerine/kasabalarına taşıdığı görülüyor.
PKK, “devletin en temel işlevlerinden meşru güç kullanma tekeline” karşı meydan okuyor. Böylece, ülkenin bazı bölgelerinde, şehirlerinde meşru ve tek otorite haline gelerek devleti sınırlamak istiyor. Nitekim daha şimdiden devlet otoritesinin bazı yerlerde erozyona uğradığı, “kofulların” oluştuğu görülüyor.
Kofullar, tıpkı su kabının üstüne serpilen yağ damlacıkları gibiler. PKK’nın amacı, bu yağ