Hükümet, uzunca bir aradan sonra, PKK ile çatışmalı bir ortamda karşı karşıya geldi. Örgüt hendek ve patlayıcılarla tahkim ettiği “kofulları ve sakinlerini” devlet kontrolünün dışında tutmaya çalışıyor. Devlet ise buraları eski haline getirmekte kararlı.
Başbakan Davutoğlu, açıklamalarında sık sık bu konuya vurgu yapıyor. İlk olarak çukur kapatma, belediyecilik gibi “fiziki” manada eski hale getirme operasyonları için jandarma ve polisin yanı sıra Kara Kuvvetleri’ni de harekete geçirdi. Devlet otoritesinin inşası ile halkın “kalbini ve beynini” kazanma süreçlerinin nasıl ilerleyeceğini ise önümüzdeki günlerde göreceğiz.
Hükümeti “güvenlik” konularında, yeni ve etkili adımlar atmaya zorlayan gelişmeleri üç başlık altında toplamak mümkün: PKK’nın eylemleriyle hükümetin politik ve güvenlik kaygılarını tetiklemesi. Sorunun melez karakteri ve teknik boyutunun iç güvenlikten sorumlu polis ve jandarmanın teknik kapasitesini, organizasyon yapısını çoktan aşmış bulunması. Son olarak da şehirlerin fiziki temizliğinin ardından PKK’nın geri dönüşünün sorun olabileceğinin öngörülmesi.
Bu günlerde PKK, özgüveninin yüksekliğinin yanı sıra içeride ve dışarıda oldukça aktif. Örgüt, huyunu suyunu iyi bildiği, birlikte çalışma tecrübesine sahip olduğu İran ve Rusya ile yeni işbirliği imkânlarının ufukta göründüğünün farkında. Yine devlet otoritesinin çöktüğü Suriye ve Irak, PKK’ya sınırsız fırsatlar sunuyor. ABD ile farklı alanlarda işbirliği ise ayrı bir konu.
Sayısal zayıflıktan mustarip PKK, tüm terör örgütleri gibi stratejisini halkın üzerine kurmuş bulunuyor. Bu nedenle de halkı takip ediyor. Köyler boşaldıkça, o da eylemlerinin ağırlık merkezini şehirlere kaydırmak zorunda. Issız coğrafyanın hiçbir işe yaramayacağını biliyor.
Şimdi şehirlerde birbirinden farklı karakterde hareketlilik var: Yasal hakların kullanılmasından terör eylemlerine, askeri patlayıcılardan vurkaça dayalı şehir gerillasına kadar. Öyle ki PKK savaşta olduğunu iddia ediyor. İddia etmekle kalmıyor, “savaşır” gibi eylemler yapıyor. Polisi “düşman” gibi görüyor ve ona düşman gibi davranıyor. Yasalar ve devlet ise polise, kendisine karşı “savaşan” PKK’lıya sıradan suçlu gibi davranmasını emrediyor.
Oysa polisin yasalarını çıkaranlar, örgütlenme modelini oluşturanlar, teçhizatını alanlar, ikmal sistemini kuranlar ve eğitimini planlayanlar onun “savaşan” PKK ile mücadelesini öngörmemişlerdi. Unutulmaması gereken husus PKK ile mücadele, ülkenin bir bölümünde polisiye bir görev iken, bir bölümünde de hükümet etme sorununa dönüşmüş bulunuyor.