›› Başbakan Davutoğlu, İngiltere ziyareti öncesinde, Güneydoğu’daki operasyon, akademisyenlerin bildirisi, yeni anayasa ve CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı’na dönük sert açıklamalarına ilişkin değerlendirmelerde bulundu
›› Bakanlar Kurulu’nda bu hafta görüşülecek terörle mücadele Master Planı’nın detayları hakkında da bilgi veren Davutoğlu, Hakkari il merkezinin Yüksekova’ya, Şırnak’ın ise Cizre’ye kaydırılması yönünde çalıştıklarını açıkladı
Londra
Başbakan Ahmet Davutoğlu, İngiltere’ye yaptığı ziyarete giderken, Türkiye’deki sıcak gündem başlıklarına ilişkin önemli açıklamalar yaptı. Davutoğlu’nun açıklamaları şöyle:
DAHA DÜZENLİ BİR GÜVENLİK VARLIĞI: (Bakanlar Kurulu’nda bu hafta görüşülecek terörle mücadele Master Planı’nın detaylarında neler var?) Yaklaşımımız sistematik olarak şu: 1-Operasyon öncesi, 2-Operasyon süreci ve sonrasında atılacak adımlar. Operasyon öncesi iyi planlanmazsa sivil kayıplara yol açar, hizmetler aksar. Operasyon süresince iyi bir koordinasyon olmazsa istenilen netice hasıl olmaz. Operasyon sonrasında iyi bir planlama yapmazsanız üç ay sonra bir operasyona daha ihtiyaç hissedersiniz. Operasyonlar öncesinde neredeyse sokaklara inene kadar bir brifing aldım. Hedef hiçbir illegal yapının, hiçbir sokağı dahi kontrolü altına alamayacağı bir kamu düzeni tesis etmek. Mesela Silopi’de şu anda hiçbir santimetrekaresi kontrol dışında değil. Ama sokağa çıkma yasağını bir müddet daha uzattık ki hayatın normale dönüşü sağlanırken yeni bir güvenlik yapılanması sağlayabilelim. Yani eskiden olduğu gibi sokaklar temizlenip geri çekilmeyecek, daha düzenli işleyen bir güvenlik varlığı söz konusu olacak. Sonraki aşama hayatın normale dönmesi. Silopi için mesela planlandı. Cizre’de de büyük ölçüde bu aşamaya doğru geliniyor. Sur’da da aynı şekilde. Yavaş yürümesinin sebebi o barikatlarda mayınların yerleştirilmesi.
ÖNCE DAĞDA, SONRA İLÇEDE İZOLE ETTİK: Sonrasında bir kere esnafın kayıpları karşılanacak. Sur’a tekrar 5 milyon Türk lirası gönderdik. (Afet bölgesi ilan edilsin talebi vardı?) Kalıcı bir afet bölgesi tanımı doğru değil. O zaman “hayatı normale döndürdük” diyemeyiz. Soma’daki gibi o imkanların çoğu sağlanacak. Bence en önemli başarı, bir, olayı izole ettik, yani onlar yaygın olarak bölgede kalkışmaya bunu dönüştürmek istediler. Birçok yerde özerklik ilanı, halk peşlerinden gidecek, büyük bir kalkışma olacak. Sonra bir şey ilan edecekler kendilerince, bir kere bu olmadı. Önce bunları dağlarda izole ettik. Oramar Tepe, İkiyaka, Tendürek vesaire buralarda. Sonra ilçelerde yoğunlaştıkları yerlerde izole ettik. Militanlarını ayakta tutmak için “Mart’tan sonra başka yerlerde de bu işlere kalkışacağız” diyorlar. İşte Van’da öyle bir niyet hissettiğimiz anda Edremit’te bir baskında ne kadar yoğun silah yakaladık. “Arkadaşlar Cizre’ye, Sur’a yoğunlaşıp diğer yerleri ihmal etmeyelim” demiştik. Çınar’daki saldırıyla dikkatleri başka yere çekmeye çalıştılar. İzole ettik, marjinalize ettik ve o mücadele böyle yürüyor.
CENAZELERİ MEZBAHAYA GÖTÜRDÜLER: İkincisi Güneydoğu’daki vatandaşlarımıza müteşekkiriz, bir kitle desteği sağlayamadılar. Mesela haince bir plan yaptılar, Silopi’de 7 cenaze vardı. Israr ettiler, “Bize teslim edin” diye. 15 gün tutup ailelere veriyorduk öncesinde. Ondan sonra genelgeyi ben imzaladım. Üç gün tutulacak, üç gün sonra aile gelip almıyorsa defnedilecek. Çünkü istismar ediyorlar, “cenazelerimizi gömemiyoruz” diye. Belediye almıyor, aile almıyor, devlet ne yapsın? Elinde tutup aile gelip alsın diye bekliyor. Genelge çıktı, ertesi gün aldılar. Ailelere baskı yapıp cenazeleri mezbahaya götürdüler. Mezbahaya cenaze götürülür mü? “Eğer yarın gömmeyeceklerse alacaksınız ve siz gömeceksiniz” dedim. Bu kadar alçakça bir şey olur mu? Ertesi gün biz gömmeyi planlayınca halkı da kışkırtmak gayesiyle gömmeye niyetlendiler. Sur’da da benzer bir olay oldu. Aile Elazığ’dan geldi cenazeyi almak için milletvekili Feleknaz Uca aileyi tehdit etti. Bizimkiler aileyle konuşup cenazeyi teslim etti.
GEREKİRSE KARAKOL: Üçüncü önemli başarı bence asker-polis koordinasyonu mükemmel. İlk defa bu kapsamda bir harekatı birlikte yapıyorlar. Ben her hafta Genelkurmay Başkanı, MİT Müsteşarı, İçişleri Bakanını da çağırıp üçünden de bilgi alıyorum. Mesela Cizre’nin Nur mahallesi zaten 80’li yıllardan beri girilmezdi. Şimdi yok. Her mahallede bunu gerçekleştireceğiz. Orada yeni karakollar gerekirse yeni güvenlik şeyleriyle bunu yapacağız. Gereken yerde kentsel dönüşüm yapacağız. Yalnız kentsel dönüşüm denilince akla imar dönüşümü gelmesin. Hayır. Mesela Sur’da tarihi doku niteliği taşımayan, virane şeklindeki yapılar tasfiye edilip tarihi dokuya uygun yapılar söz konusu olacak. Evlerin oturulacak hali kalmamış, evlerden evlere geçişler yapmışlar, o duvarın bir depreme dayanması mümkün değil. Kıra kıra geçmişler.
İDARE GENİŞLEYEN YERE KAYDIRILACAK: İdari bazı tasarruflarımız olabilir. Cizre’nin ve Yüksekova’nın il merkezi haline dönüşmesi gibi; çünkü dokuları buna çok uygun. Şırnak’ta Cizre’nin, Hakkari’de Yüksekova’nın bu anlamda. Yüksekova havaalanı ve şehrin yayılması da dahil olmak üzere bunları da çalışıyoruz. İl merkezinin değişmesi. İçel ve Mersin denir ya mesela. Şırnak çok dar bir alanda. Halbuki Cizre çok geniş bir alan. Hakkari’nin genişlemesi zor, Yüksekova genişliyor. Ama vilayet olmadığından o genişlemeye uygun bir güvenlik ya da hizmet alt yapısı olmuyor. (Yani şehir merkezi taşınacak) Bunu planlıyoruz. Sur’u bizzat takip edeceğim. Bütün o tarihi eserler restore edilecek. Tek bir rant unsurunun oraya girmesine izin vermeyeceğiz. Gerekiyorsa özel bir kanun çıkaracağız. Çevre Şehircilik ve Kültür bakanlarımıza söyledim. Tarihi şehir niteliği taşıyan şehirlerin merkezi, kalbi, tarihi odağıyla ilgili hele sur içindeyse bir kanunla bunların korunması için özel bir düzenleme ile tasarrufta bulunulmasını sağlayacağız. Mardin’in Ulu Cami, Amasya’nın Yalı Boyu evleri, Konya’nın Mevlana ile Alaattin arasındaki alanı, İstanbul’da sur içi. Buraların terör odağı, virane yatağı olmasına izin vermeyeceğiz. Cizre’nin de eski mahalleleri, bu göçlerle viraleneleşmiş getto, varoş şekline dönüşmüş yapıları tümüyle düzenlenecek.
‘Her şeyi denemeye değer’
(Anayasa konusunda somut bir neticeye ulaşılması mümkün mü?) Diplomaside onlarca kriz yönetimi ve bu tür süreçlerin içinde olduk. Anayasa da böyle. İran nükleer görüşmelerinin ne kadar çetin geçtiğini hatırlıyorum. Oraya giderken bir gazeteci dostumuz “yüzde 5 ihtimal var” dedi. Diplomaside yüzde 5 çok büyük oran. Başarı şansı varsa her türlü emeği vermeye değer. Anayasa için yüzde 5 değil, daha yüksek görüyorum. Eğer bir mutabakatı başarabilirsek bu değil demokrasi tarihinin tanzimattan bu yana çağdaşlaşma tarihinin de en büyük adımı olur. Yüzde çok düşük bir oran bile olsa bütün emeği sarf etmeye değer. Bu Meclis’in ya da bizim hükümetimizin ya da şu andaki AK Parti’nin bütün hizmet silsilesi ne olursa olsun, eğer bir sivil anayasa yapımını gerçekleştirirse tarihe onunla geçer. Onun ağırlığı bütün icraatların ağırlığından daha fazladır. Onun için her şeyi denemeye değer. Görüşmelerdeki nezaket ortamı, konuyu ele alış biçimi beni ümitlendirdi. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu’nun ifadesi “darbe hukukunu tümden yıkalım.” Benim altına hemen imza atacağım bir söz. Bu önemli bir sözdür. Anayasa Uzlaşma Komisyonu inşallah oluşacak.
‘O açıklamalar üzücü’
Ama son bir hafta içinde beni üzen konjonktürel gelişmeler. Mesela Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları üzücü. Heyetlerarası görüşmede dikta demişti. “Parlamenter sistem 140 yıldır uygulanıyor ne kötülüğünü gördük ki, başkanlık diktaya yönelir” dedi. Ben de “bir kere 140 yıldır bizde parlamenter sistem tam anlamıyla uygulanmadı. Parlamenter sistem milli şef gibi bir kavram üretiyorsa bu diktanın kendisi. Herhalde siz milli şef kavramını savunmaya-caksınız” dedim. “Doğru, biz de o kavramı benimsemiyoruz” dedi. Bütün bunlar üzerinden, 1 sene önce halkın yüzde 52’sinin desteğini almış, Cumhurbaşkanı seçilmiş birini sen dikta diye suçlarsan tartışmayı başlatmayız, tartışmayı sürdürmeyiz. 1 Kasım seçimlerinden sonraki temel ödevim; toplumsal gerilimi, tansiyonu düşürerek bu yapısal reformların makul şekilde konuşulabileceği ortam hazırlamak. Akademisyenlerin yayımladığı bildiri, Kılıçdaroğlu’nun yaptığı kongre konuşması bir anda kutuplaştırıcı ortam çıkardı. Tehlike burada.
SURİYE RUSYA İŞGALİ ALTINDA: (ABD Genelkurmay Başkanı ile görüştünüz, ortak noktada buluşuldu mu?) Uzun bir görüşme yapmıştım. Döndüğümüzde de Biden gelmiş olacak. Sayın Obama’ya da daha önce ifade ettim. Önemli olan Türkiye ile ABD’nin aynı perspektiften olaya bakmasını temin etmek. Karşılıklı güvensizlik hali olursa bu her iki ülkenin de çıkarlarına aykırı. Bölgeye de en fazla zararı verecek olan husus budur. Türkiye’nin güvenlik kaygılarını gözetmeyen bir çözüm Suriye’de yaşayamaz. Türkiye ile iyi geçinmeyen bir rejim de Suriye’de rahat edemez. Öylesine atalet, öyle bir strateji eksikliği yaşandı ki alan Rusya ve Suriye’ye bırakıldı. “Bari güvenlik hattı oluşturalım, halkı koruyalım” teklifi getirdik. Fiilen Suriye, Rusya’nın işgali altında. Böyle bir tablonun ortaya çıkmasının sebebi batı ülkelerinde ortak bir anlayışın getirilmemesi. Şimdi bunu getirmeye çalışıyoruz.
‘Bir el zehirliyor’
Son dönemde bir hafta içinde bu pozitif atmosferi zehirleyebilecek nitelikte açıklamalar oluyor. Nedense bir el Türkiye’de tansiyonun düşmesini nezaket kuralları içinde bir fikir alışverişini bozmaya dönük hamleler yapıyor. Anayasada da böyle bir şey geçerli. Bence meselenin yüzde 70’i psikolojiktir. Yüzde 20-25’i siyasi iradedir. Teknik detay yüzde 5-10 düzeyindedir. Mesela 20 sene önce bunu tartışıyor olsaydık muhtemelen MHP başkanlık lehine konuşuyor olurdu. Sayın Türkeş’le ilgili ciddi bir tez yazmış biri olarak ne yazdığını biliyorum. Kendilerine de söyledim. “Ne olur şu konjonktürden çıkalım. 30-40 sene sonra hiçbirimiz yaşıyor olmayacağız. Sayın Cumhurbaşkanımızı meselenin içine çekmeyin. Sayın Cumhurbaşkanımız da hiçbirimiz de olmayacağız. Ama bu ülke olacak.”
Güneş Motel’e izin vermem
(B planınız var mı? Partiler içerisinden 14-15 vekille uzlaşma aranabilir mi?) 257 vekile sahip olduğumuzda hatırlarsanız Meclis Başkanlığı seçimi vardı. Dedim ki “tek tek milletvekilleri üzerinde Güneş Motel gibi yöntemlere dayalı bir siyasi çözümü doğru bulmam.” Birilerinin bize ithamı; “Aslında anlaşmaya niyetleri yok, 14 milletvekilini bir şekilde kazanacaklarını düşünüyorlar.” Böyle bir şeye ben izin vermem. Ama ne olur; milletvekillerimizin hepsi onurlu insanlardır. Nihayetinde oylamaya gidildiğinde herkes tek başına karar verir. Anayasa konusunda ben bütün milletvekilerinin kendi vicdanlarıyla karar almaları gerektiğini düşünüyorum. O aşamaya gelmeden başarmamız gereken husus partiler arası mutabakat. Anayasa bir partinin tek başına yapacağı bir süreç değil. Kişileri tek tek ikna etmeye dayalı bir pazarlık konusu olmasina ben şahsen asla izin vermem.
O metin akademisyenlerin elinden çıkmadı
O metin kesinlikle bu akademisyenlerin elinden çıkmamıştır, o metin bir yerden çıktı, onlar da imza attı. Aydının en önemli vasfı sürü psikolojine kapılmamasıdır. Birçok arkadaşım “görmeden imza attık” dedi. Bu kabul edilebilir bir tutum değil. Esas sorumlu o metni bu şekilde çıkaranlar. Yoksa ben metne imza atanların özeleştiri yapacaklarına inanıyorum. Onların okuyarak, ciddiyetle imza attıkları kanaatinde değilim. Ümit ederim ki bu tartışma zihniyet düzeyinde kalır. İki zihniyetin burada yüzleşmesi var. Orada eleştiri varsa bunu göğüslemeye hazırız. Bir polis aracına cenaze takılıp sürüklendiğinde biz özeleştiri yaptık. “Yüksekova’da yere yatırılanlar doğru değil” dedik. Bizim de aynı eleştiriyi aydınlardan beklememiz doğrudur.
Hesaplaşmaya hazırım
(Akademisyenlerin bildirisi hakkında) Ben metnin arkasındaki zihniyeti deşifre etmeye çalıştım. Burada bir zihniyet sapması ve yanlış bir zihniyetin egemenliği var. Güneydoğuda bir devlet katliamı var ve hiç terör örgütü yok mu? Olgusal gerçekliğe bu uyuyor mu? Hiçbir akademisyenin “uyuyor” demesi mümkün değil. Akademisyenin fikir özgürlüğü denildiğinde uyması gereken ahlaki kriterlere de uymuyor. Birçok akademisyeni özeleştiriye zorlamamız lazım. Yoksa bugün bu dosya kapanır yarın başka bir dosya açılır. Benimle hesaplaşmak istiyorlarsa hazırım. Bana tek demokratik hukuk devleti göstersinler ki meşru güvenlik güçleri dışında başka bir güce izin vermiş olsun. PKK’nın silahı orada dursun ama polis dokunmasın. Bunu savunmak demokratik bir ülkede mümkün mü? İkincisi herhangi bir demokratik ülke göstersinler ki yerelden marjinal bir deklarasyonla anayasal düzeni değiştirmeye kalksın.