Başbakan Binali Yıldırım, geçen hafta sonu Diyarbakır ve Çukurca ziyaretlerinde PKK ile mücadele stratejisinde değişiklik yapıldığını söyledi. Anlaşılan mücadele dört ayaktan oluşuyor. İlki, PKK ile kararlı askeri/polisiye mücadele ve inisiyatifin geri alınması. İkincisi, ekonomik ve sosyal hamlelerle bölge halkının kalbinin kazanılması. Üçüncüsü, dış politika değişikliğiyle PKK üzerinde doğrudan, dolaylı baskı kurmak. Son olarak, genel kamuoyu desteğini devam ettirmek.
Yazının özünü, Başbakan Binali’nin “Bundan böyle güvenlik güçleri savunmada olmayacak, taarruza geçecekler” ifadesi oluşturuyor. Evet, uzunca bir süreden beri güvenlik güçleri, siyasi direktifler çerçevesinde, PKK ile mücadelelerini “statik” bir yaklaşımla sürdürdüler. Kışlada, üs bölgesinde, karakollarda, şehir girişlerinde kalarak. İş, o kadar abartıldı ki PKK ile mücadelenin “kalekollar” sayesinde başarılacağına ikna olduk.
Oysa PKK gibi bir sorunda mücadele “halkın kimi yanında olacağı” üzerine yürütülür. Issız tepeleri elde tutmak için tespih tanesi gibi dizilmiş “kalekollar”da oturarak bunu sağlayamazsınız. Önemli olan, halkın içinde, onun doğal, meşru bir parçası olmak ve güven vermektir. Şüphesiz kalekolların faydalı yönleri de var. Ancak kalekolları PKK ile mücadelede “stratejik başarının anahtarı” olarak görmek hata olur.
Anlaşılan, güvenlik güçleri daha hareketli olacaklar ve PKK’yı baskılayarak, hareket edemez hale getirmeyi planlıyorlar. Fikir, kâğıt üzerinde heyecan verici olsa da bazı teknik konuları göz ardı etmemek gerekir.
Eğer, PKK gibi sınır aşan, hibrit taktikler kullanan, hatırı sayılır destekçisi olan, tecrübeli bir terör örgütüyle mücadele ediyorsanız ve gidişattan memnun değilseniz, oyunun kurallarını değiştirme zamanınız gelmiş demektir. Oyunu etkili olduğunuz alanda kabul etmelisiniz ve güçlü olduğunuz araçlarla yürütmelisiniz. Stratejinizi sık sık, taktiklerinizi ise her gün gözden geçirmelisiniz.
PKK, farklı coğrafyalarda farklı karakterde faaliyet göstermektedir. Polis, jandarma, MİT, KKK ve Hava Kuvvetleri birbirlerine güvenerek, birlikte ve uyumlu çalışmak zorundalar. Kurumlardan birisinin/birkaçının işini iyi yapması ya da bu gün iyi bir iş yapması, hiçbir başarının garantisi değildir. Başarı, herkesin işini her gün iyi yapmasıyla mümkündür.
İkinci konu istihbarattır. İnisiyatifi ele geçirmenin yolu, dağlarda fazla sayıda askerle çok dolaşmak değildir. Operasyonlar mutlaka istihbarata dayanmalıdır. Karar verici, operasyon istatistiklerinden çok, istihbaratın doğruluğu, kalite ve yeterliliğine odaklanmalı ve denetlemelidir.
Aksi takdirde, masa başında oturan, “atarak tutturmayı” uman uzmanlar, aferin almak isteyen amirler, birlikleri dağlarda dolaştırır dururlar. Hor kullanma, askerleri/polisi yorar, yıpratır, motivasyonu düşürür, disiplini bozar ve kayıpları artırır. Bu nedenle “uygun ölçek ve nitelikte” kuvvet kullanılması esas olmalıdır.
Kitap, PKK tarzı tehditlerle uğraşan orduların mevcudunun ancak %7 sinin 7 gün 24 saat operasyonda olabileceğini söylüyor. Bu oran az gibi görülebilir. Ancak sorun asker/polis olmakla ilgili değildir. Fiziki ve ruhsal sınırlıklıları bilinen insan olmakla ilgilidir.