Libya’da iç savaş dokuz yılını geride bıraktı. Koronavirüs salgınına rağmen siyasi ve askeri gelişmeler hız kesmiyor. Son bir yılda ise askeri ve siyasi gelişmeler farklı biçimlerde seyretmeye başladı. Gerek koronavirüs salgınının ülkelerin iç gündemini meşgul etmesi, gerekse politik pozisyonların netleşmeye başlaması diğer bölgelerde göreceli olarak çatışmaların temposunu düşürürken, Libya gündemdeki yerini koruyor.
Müdahillerin çokluğu, uzlaşmaz çıkarlar, nüfusun az, çatışma temposunun düşüklüğü, coğrafya ve doğal kaynaklar Libya’yı ilginç bir laboratuvara dönüştürmüş durumda. Birleşmiş Milletlerin meşru hükümet olarak gördüğü Serrac’ın kaderi Türkiye’nin müdahil olmasıyla diplomatik, askeri ve psikolojik olarak hızla değişmeye başladı. Türkiye, açık, örtülü operasyon kapasite ve yeteneğiyle alana ağırlığını koydu. En büyük avantajlarından birinin BM’nin Serrac’ın yönetimine sağladığı
Sağlık Bakanı Dr. Fahrettin Koca, 29 Nisan 2020’de yaptığı açıklamada koronavirüs salgınından etkilenen sağlık personelinin sayısını 7428 olarak açıkladı. Virüse yakalanan sağlık personelinin oranını da %6.5 olarak verdi. Gerçekten bu oldukça büyük bir oran. Temennimiz, sağlık personelinin bir an önce sağlıklarına kavuşarak sevdikleriyle uzun bir hayat sürmeleri.
Elimizde yeterli veri olmasa da salgından etkilenen sağlık çalışanlarından bazılarının hayatlarını kaybettiklerini medyadan öğreniyoruz. Koronavirüs ve benzeri salgınların olabileceğini alanın uzmanları zaman zaman dile getirirler. Araştırmalar yapılır, raporlar yazılır. Ancak bu defa salgın tahminlerin ötesinde tüm dünyayı vurdu ve vurmaya devam ediyor. Dünya ciddi bir kiriz sarmalında. Korku ve endişe sürerken, mücadele de devam ediyor.
Geleneksel olmayan, görünmez düşmanla savaşın ön cephesinde sağlık çalışanları var. Her bir hasta için bire bir mücadeleyi takım olarak yürütüyorlar. Tıpkı geleneksel savaşlarda olduğu gibi. Virüsle savaşan
Şu anda fazlaca gündemimizde olmasa da koronavirüs salgınının ardından çokça konuşacağımız konulardan birinin de düzensiz göç olacağı muhakkak. Salgın bir yandan düzensiz göç hadiselerini hızlandıracak olumsuzluklara yol açarken, düzensiz göç olgusunun yönetilmesini de zorlaştıracaktır.
Koronavirüs salgınının ekonomik hayatı nasıl ve ne ölçekte etkilediğini, krizin ne kadar sürebileceğini çok sayıda ekonomist tahmin etmeye çalışıyor. Bu konuyla ilgili fikirlerini kamuoyuyla paylaşıyor. Örneğin, TEPAV’dan Prof. Dr. Fatih Özatay ve Prof. Dr. Güven Sak’ın birlikte hazırladıkları raporda Türkiye için önemli öngörüler yer alıyor. Bkz. https://www.tepav.org.tr/upload/mce/2020/notlar/covid19_salgini_bir_degil_bir_kac_ceyrek_surerse_ne_olur.pdf Krizin devamının Türk ekonomisini ciddi manada olumsuz etkileyeceği açık. Tüm dünyada benzer şekilde ekonomi daralırken, tedarik zincirlerinin kopabileceği, bunun da işsizliğin büyük oranda artıracağı anlaşılıyor. Özellikle de
Teknolojik gelişmeler, küresel ve milli düzeyde ihtiyaçlar, tehditler değiştikçe devletlerin güvenlik kurumlarının da değişmesi beklenir. İlk akla gelenlerden biri istihbarat örgütleridir. Örneğin, bilgisayar teknolojilerinin sıçrama yaptığı 1980’lerin başında, küresel okumaları kökten değiştiren soğuk savaşın sona ermesi ve 11 Eylül gibi terör saldırıları istihbarat örgütlerinin değişimini zorunluluk haline getirmişti.
Bugün koronavirüs salgınının benzeri ölçekte bir değişime neden olup olmayacağını bilmiyoruz. Ancak istihbarat örgütlerinin iş yükünün arttığını, bir yandan da iş yapma süreçleri, personel güvenliği konularının ciddi manada gündem olmaya başladığını söyleyebiliriz.
Koranavirüs bağlamında gelişmeleri altı başlık altında toplamak mümkün. İlk olarak, istihbarat örgütlerinin dikkatlerinin “koronavirüse” kaydığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda virüsün yayılmasını önlemek için aşı, tedavi için ilaç geliştirme faaliyetleri,
Tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de koronavirüs konuşuluyor. Bu süreçte dikkatlerimizi ağırlıklı olarak içeriye çevirmiş durumdayız. Ancak bizim gündemimizde olmasa da komşularımızda olup bitenler uzun vadede önemli sonuçlar üretecek cinsten. Olabileceklerin sonuçları bu ülkelerin içinde kalmayacağı/kalamayacağından, bizler de etkileneceğiz. Bu çerçevede abartılı gibi görünse de çevremizde vuku bulacak bazı gelişmelerin felakete dönüşme kapasitesi yüksek.
Kısa vadede işlerin düzelebileceğine dair umut vaat etmeyen komşularımızın başında Irak geliyor. Ülke, siyasi istikrarsızlıktan koronavirüs salgınına, yeniden artmaya başlayan DAEŞ eylemlerinden ABD-İran güç mücadelesine, düşen petrol üretimi ve fiyatlarından kuzey ve güneyde ayrılık fikirlerinin güç kazanmasına kadar bir dizi ciddi ve karmaşık sorunla karşı karşıya.
Seçimlerin yapıldığı Mayıs 2018’den beri bir hükümet kurulamadı. Bu durum hayati konularda karar alınamamasına ve merkezi otoritenin her
Dün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutladık. Bir defa daha milletimizin fedakârlıklarını, Milli Mücadele’nin her alandaki kahramanlarını saygıyla andık. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun üstünden tam 100 yıl geçmiş. Günlük tartışmalar bir yana, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini koruyarak ve daha da güçlenerek yoluna devam edeceğine dair umutlarımızı koruyoruz.
TBMM’nin önemi, dönemin koşullarını anlamadan, onun Milli Mücadele’deki rolünü kavramadan anlaşılamaz. Elbette tarihçiler, siyaset bilimciler, hukukçular TBMM’nin açılışının anlamını, sonraki süreçte oynadığı rolü farklı yönleriyle ele alacaklardır. Sanırım kuruluş döneminin en önemli rolü, bu günkü tanımıyla, “çökmüş bir devletin” enkazından, iddiaları ve idealleri olan bir devletin kuruluşuna “koza” olmak ve bunu “savaşan meclis” olarak tarihe tescil ettirmektir. Bu nokta Gazi TBMM, Milli Mücadele’nin “vicdanı” ve
Korona salgını öncelikleri değiştirmiş, kamuoyunun dikkatlerini dağıtmış görünüyor. Yine de bazı alanlarda etkisi pek hissedilmiyor. Medyada fazla yer almamasına rağmen bazı bölgelerde gerilim ve çatışmalar sürüyor. Genelde Suriye’de, özelde İdlib’de olduğu gibi. Üstelik mevsimin bahara dönmesiyle birlikte siyasi ve askeri havanın ısınmaya başlayacağına dair güçlü emareler var.
Söz konusu değişimi anlamak için bazı konulara odaklanmak faydalı olabilir. Rusya, Esad ve İran cephesinin gelişmeleri nasıl ele aldığına bakmak önemli. Üçlü, korona salgınına rağmen, üç koldan ve uyumlu bir biçimde hareket ediyor. Bir yandan İdlib’de ateşkesi ihlal ederek gerilimi artırıyor ve zemini askeri bir harekâta elverişli hale getiriyor. Bir yandan da bölgeye kuvvet kaydırmayı sürdürüyor. Aynı zamanda da M-4 karayolunun ulaşıma açılamadığını kayıt altına alıyor. Muhtemelen yığınak bitince, tüm dünyanın koronayla meşguliyetini fırsat bilerek, yeni bir harekâta girişecektir.
Rusya, İran ve Esad
Koronavirüs salgını sürerken tanık olduğumuz olaylara bakınca sadece bir “sağlık” sorunuyla karşı karşıya olmadığımızı görebiliyoruz. Virüs, etkisi arttıkça, hayatın her alanında varlığını hissettiren bir dizi gelişmeyi tetikliyor. İç siyasetten uluslararası sorunlara kadar. Örneğin salgın, İngiltere Başbakanını yatağa düşürürken, ABD ekonomisine, yaşam tarzına, askeri kapasitesine verdiği zarar nedeniyle de Trump’ın yeniden başkan seçilme planlarını sarsıyor. Birçok ülkede muhalefet iktidarın süreci iyi yönetmediğini ileri sürmekte, huzursuzlukların baş gösterdiği, şikâyetlerin başladığı görülmekte. Korona sorununun otoriter Çin yönetimini bile zora sokabileceği ileri sürülmekte. Yine petrol fiyatlarının düştüğü bir dünyada bazı Arap ülkelerinin krize sürüklenebileceği, Putin’i işinin zora gireceği öngörülüyor. Uluslararası alanda en çarpıcı etkinin ise Çin-ABD ilişkilerinde görüleceği aşikâr.
Koronavirüs salgınının