Teknolojik gelişmeler, küresel ve milli düzeyde ihtiyaçlar, tehditler değiştikçe devletlerin güvenlik kurumlarının da değişmesi beklenir. İlk akla gelenlerden biri istihbarat örgütleridir. Örneğin, bilgisayar teknolojilerinin sıçrama yaptığı 1980’lerin başında, küresel okumaları kökten değiştiren soğuk savaşın sona ermesi ve 11 Eylül gibi terör saldırıları istihbarat örgütlerinin değişimini zorunluluk haline getirmişti.
Bugün koronavirüs salgınının benzeri ölçekte bir değişime neden olup olmayacağını bilmiyoruz. Ancak istihbarat örgütlerinin iş yükünün arttığını, bir yandan da iş yapma süreçleri, personel güvenliği konularının ciddi manada gündem olmaya başladığını söyleyebiliriz.
Koranavirüs bağlamında gelişmeleri altı başlık altında toplamak mümkün. İlk olarak, istihbarat örgütlerinin dikkatlerinin “koronavirüse” kaydığını söyleyebiliriz. Bu bağlamda virüsün yayılmasını önlemek için aşı, tedavi için ilaç geliştirme faaliyetleri, istihbarat örgütlerinin radarlarında yer alan öncelikli hedef/görev haline gelmiş olmalı. Nitekim ABD ile Çin arasında yıllardır devam eden “bilimsel ve teknolojik hırsızlığa konu olan mallar/bilgiler listesine” yeni bir fikrin/metanın girmesi sürpriz olmamış görünüyor. Ocak ayı sonlarında Boston Üniversitesi’nde okuyan iki Çinli öğrenci ve Harvard Üniversitesi’nden bazı bilim adamlarının Çin adına söz konusu alanlarda casusluk yapmaktan soruşturulmaya başlandığı medyada yer aldı. ABD istihbarat örgütleri hiçbir kurum veya bireyin Çinlilerle “teknik-bilgi değişimine” iş birliği yapmasına izin vermemekte. Çinlilerin de bilgi saklama eğilimleri dikkate alındığında, “Küresel bir sorunla mücadele küresel iş birliği gerektirir” yaklaşımının havada kaldığını görüyoruz.
İkinci olarak, başta ABD olmak üzere, sorgulama kapasitesi olan ülke istihbaratları virüsün kaynağının ne/neresi olduğunu bulmaya odaklanmış görünüyorlar. Virüsün laboratuvar kaynaklı olmasının doğuracağı ağır hukuki, siyasi, psikolojik, ekonomik sonuçlar istihbaratçıları cezbediyor. Ancak Çin, konunun bu şekilde gündeme getirilmesinden oldukça rahatsız görünüyor. Öyle ki, Avustralyalı yetkililerin bağımsız araştırmacılar bunu araştırmalı önerisine hakarete varan tepkiler göstermekteler.
Korona salgını istihbarat dünyasının kronik hastalığı olan “istihbaratın siyasallaşması” sorununu yeniden gündeme taşımış görünüyor. Birçok demokratik ülkede, istihbaratın siyasi liderleri vaktinde uyarıp uyarmadığı, eğer uyarmışsa siyasi liderin bu bilgiyi göz ardı edip etmediği sorgulanıyor. Verilecek cevap, istihbarat örgütlerinin profesyonelliğini veya ülkelerin politik kültürüyle bağlantılı “siyasallaşma sorununun” geldiği boyutu göstermesi açısından literatürdeki yerini alacaktır.
İstihbarat örgütlerinin dördüncü sorunu, koronavirüs salgını üzerinden yürüyen propaganda savaşlarına hızla “çekidüzen verememek” gibi görünüyor. Bir yandan olumsuz propagandaları etkisiz kılmaya çalışırken, bir yandan da kendi cephelerinde savaşı yeniden tasarlamaya çabalıyorlar. Nitekim virüs, hükümetleri yıpratmaktan sistem tartışmalarına doğru kaymakta. Koronavirüsün neden olduğu gelişmeler, medya ve sosyal medya üzerinde yürüyen mücadelede taraflar için yeni cephane ve cephede açılmış yeni bir gedik gibi görünüyor.
Üzerinde odaklanılacak beşinci sorun, salgının rakipler üzerindeki, ekonomik, siyasi, psikolojik, toplumsal ve askeri etkilerini objektif olarak ölçebilmektir. Bu bağlamda tehditlere, rakiplere, dostlara, kendi ülkelerine dair muhtemel siyasi, ekonomik, toplumsal gelişmeleri öngörmek, tutarlı gelecek öngörülerinde bulunmak ve karar alıcılara sağlıklı analiz sunma çabaları öncelikli çalışma alanı olarak görülüyor.
Son olarak istihbarat örgütleri salgında istihbarat üretmenin zorluklarıyla nasıl baş edeceklerini düşünmek zorundalar. Çoğu çatışma bölgeleri olmak üzere, farklı koşullarda çalışanlarını korumak, veri toplama yöntemlerini değişen koşullara ve ihtiyaçlara göre yeniden tasarlamak, en önemlisi de ciddiye alınmama sorununu aşmak çözüm bekleyen öncelikli sorunların başında geliyor olmalı.