Yunanistan’la ilişkiler, yine Türk dış politikasının öncelikli konusu haline gelmeye başladı. Sorunlar listesi oldukça uzun. Kıbrıs’tan Doğu Akdeniz’e, Ege’den düzensiz göçe, Libya’dan Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Saha’ya, sınır güvenliğinden FIR hattına kadar geniş bir alanda iki ülke sık sık karşı karşıya gelmeye devam ediyor. Türk ve Yunan yetkililer, kararlılık ifadeleriyle pozisyonlarını savunmaya devam ederken, gerektiğinde güç kullanmaktan geri kalmayacaklarına da dikkat çekiyorlar. Dahası, iki ülke askeri gemileri, savaş uçakları tehlikeli biçimde birbirine yaklaşıyor, kara sınırında itiş kakış yaşanabiliyor.
Türkiye’yi Yunanistan ile sıcak bir çatışmanın eşiğine getiren son büyük kriz, Öcalan’ın Suriye’den çıkartılması sürecinde yaşananlardı. Yunan istihbaratının Öcalan’ı, önce ülkesinde, ardından da Yunanistan’ın Kenya Büyükelçiliği’nde “misafir etmesi” krizin görünürdeki nedeniydi.
Suriye’de iç savaş on yıldır sürüyor. Esad’ın talihi Rusya’nın oyuna girmesiyle döndü. Bu iyi haberdi. Ülkenin yüzde 70’inde kontrolü sağlamış durumda. Sadece askeri haritalara bakarak yorum yapılacak olursa, Esad iç savaşın bu aşamasında “iyi iş” çıkarmış görünüyor.
Ancak Esad için iki de kötü haber var. Birincisi, artık iç savaşın konusu sadece Esad’ın egemenliği geri kazanmasına odaklı değil. Savaş, ABD ve Rusya’nın niyetlerinin/hedeflerinin taşıyıcısı haline gelmiş durumda. Nitekim ABD, Suriye’yi Rusya, İran ve Esad’a kelepir fiyatına bırakmak istemiyor. Esad için diğer kötü haber şu: ABD’nin Suriye’de izlediği karma stratejide askeri çatışmalar tali hale gelirken, ağırlık noktasını “ekonomi, diplomasi ve bunun üreteceği sosyal/silahlı hareketler” oluşturuyor.
ABD oyunun ağırlık noktasını, rakiplerinin en zayıf olduğu alana, ekonomi üstüne kurmuş durumda. Ne Esad ne Rusya ne de İran’ın ekonomik performansları on yıldır süren iç savaşın
Koranavirüs salgını, tüm dünyada olduğu gibi, Türkiye’de de gündemi ve öncelikleri değiştirdi. Ancak Suriye gibi sorunlarımız kendi dinamikleriyle dönüşmeye, farklı yönlere doğru ilerlemeye devam ediyor. Konunun gidişatını anlayabilmek için üç önemli aktörün penceresinden bakmak faydalı olabilir.
Amerikalılar, Esad ve Rusların Suriye’nin tamamını kolayca kontrol altına almalarına izin vermeyeceğini attığı adımlarla gösteriyor. Bir yandan petrol kuyularının denetimini sıkılaştırırken, bir yandan da finansal kuşatmayı sürdürüyorlar. Önümüzdeki günlerde “Ceasar yaptırımları” Suriye üzerindeki baskıları daha da artıracak. Korona salgınının iyice köşeye sıkıştırdığı Esad’ı dış yardımlardan mahrum bırakarak mali krize sürükledikleri açık. Öte yandan da Suriye muhalefetini bir araya getirme çabaları ağır da olsa yürüyor. Farklı siyasi/silahlı gruplar “birleşik cephe” kurma yolunda ilerliyorlar. Yine, Suriye’de faal olan İran güçleri üzerinde de
ABD’nin Minneapolis kentinde polisin bir zenciyi tutuklamak maksadıyla aşırı güç kullanması şüphelinin ölümüne neden oldu. Bu olayın ardından başlayan gösteriler şiddete dönüşerek kısa sürede ABD’nin çeşitli bölgelerine yayıldı. Halen olaylar sürüyor. Göstericilerin, “otoritenin, şiddetin sembolü” olarak gördükleri polise karşı büyük bir öfke biriktirdikleri görülüyor. Bazı şehirlerde ise iş kontrolden çıkarak, özel mülke saldırıya, “yağmalamaya” dönüşmüş durumda.
Gelişmeleri medya ve sosyal medyadan izlemek mümkün. Şimdiye kadar milyonlarca resim, video dolaşıma girdi. Polisin tavrı çoğunlukla pasifist. Bazı yerlerde göstericileri sakinleştirmek için onlarla iş birliği yapmaya ve gelişmeleri kontrol altına almaya çalışıyor. İşin kontrolden çıktığı bazı şehirlerde ise yerel yetkililer sokağa çıkma yasağı ilan etmiş durumdalar. Dahası, müdahale için askerler de hazır bekletiliyor.
Olaylar siyasiler arasında da
Arap Baharı’nın tetiklediği iç savaşlar, terörizm, devletlerin çöküşü, güvenlikle ilgili yeni gelişmelere yol açmasının yanı sıra var olan olguların da karakterini değiştirmeye devam ediyor. Vekâlet savaşlarından hibrit savaşlara, yabancı terörist savaşçılardan daha fazla görünür hale gelen “özel askeri şirketler”e kadar.
Vekâlet savaşlarının sahadaki oyuncularını izlemek, tasnif etmek her geçen gün zorlaşıyor. Sadece dini, etnik, mezhepsel gruplar, suç, terör örgütleri ya da aşiretler gibi endemik devlet dışı örgütlerden söz etmiyoruz. Bazen de bireysel olarak savaşmaya giden paralı askerler ya da ticari, özel/kamu “girişimcilik” örneği olarak, özel askeri şirketlerle de karşılaşıyoruz. Bunun en ilginç örneklerinden birinin Libya’da sıklıkla görmeye alıştığımız, kapasitesi ve nitelikleriyle üzerinde düşünmeye değer olan Rus Wagner özel askeri şirketi.
Özel askeri şirketler, soğuk savaşın sona ermesiyle daha fazla görünür hale
Koronavirüs salgını öncesinde küresel rekabetin doğuya, Çin’e, kaydığı genel kabul gören bir fikirdi. Her ne kadar konu ağırlıklı olarak “ticaret savaşları” çerçevesinde ele alınsa da, farklı yönleri olduğu da bir gerçekti. Buna rağmen yorumlarda iyimser bir hava hakimdi. Beklentiler sürecin zamana yayılacağı ve fazlaca sertleşmeden yönetilebileceği yönündeydi. Ne var ki koronavirüs salgınının ardından ABD-Çin ilişkilerinin karakterinin ve geleceğinin değiştiği gözlemleniyor. Dahası, ilişkilerin geleceğine dair eski iyimser hava da yavaş yavaş değişiyor. Sebep çok açık. Koronavirüs Çin’den çıkmış ve dünyaya da buradan yayılmıştı.
Koronavirüsün yayılma sürecinde Çin’in muğlak tutumu gri bir alan yarattı. Konunun etrafında bitmez tükenmez komplo teorileri, hikâyeler ve efsaneler üretildi. Popülizmin ilgi gösterdiği efsanelerle bezenmiş bu gündem çok sayıda taraftar yarattı. Bu gelişmelere politik rekabet, korku, kızgınlık ve sosyal medyanın gücü de eklenince,
Kışa dönen Arap baharını tetikleyen ilk kıvılcımının üstünden neredeyse on yıl geçti. Yemen’de, Suriye’de, Libya’da, Irak’ta etkileri hâlâ canlı. İnsani dramlar, ekonomik çöküş, siyasi kaos ve güvenlik sorunları her alanda kendisini hissettiriyor. Bu gelişmeler, Ortadoğu’nun “kronik” sorunlarını bir süreliğine geri plana itti. Ancak bazı gelişmeler, açıklamalar kadim sorunları hızla ön plana taşıma potansiyeline sahip. Filistin sorunu, Arap İsrail gerilimi gibi.
Trump’ın, ocak ayında ilan ettiği “asrın projesi”nin yeni İsrail hükümeti tarafından hayata geçirileceğinin açıklanması kaygıları artırmaya yetti. Seçimden çıkan koalisyon hükümeti kendisini bir şeyler yapmaya mecbur hissediyor. Buna göre “Yahudi yerleşimleri ve Ürdün Vadisi İsrail’in egemenliği altına girecek.” Ancak hedefe ulaşmak çok da kolay olmayacağa benziyor.
Nitekim İsrail tarafının açıklamalarına tepki fazla gecikmedi. Filistin yönetimi konuyu görüşmek üzere Abbas
Korona salgınının devam ettiği bu günlerde Suriye eskisi kadar gündemde değil. Yine de İdlib’de hayata geçirilmeye çalışılan M-4 karayolunun açılması ve bölgede gerçekleşen terör saldırıları kendisine yer bulabiliyor. Oysa Suriye’de, sessiz ve derinden başkaca gelişmeler de yaşanıyor. Özellikle PKK bağlamında. PKK’dan söz edince, haliyle, tartışmanın çerçevesi birdenbire Suriye dışına taşarak farklı bir boyut kazanıyor. Suriye referans alınınca da oyuncular, niyetler, çatışan çıkarlar çoğalıyor.
ABD, birkaç koldan Suriye’de faaliyetlerini yürütüyor. Bir yandan da Rusya ve İran’a odaklanmış durumda. Öte yandan, bir gözü de Türkiye’de ve iş birliğini genişletmenin yollarını arıyor. Dahası, bölgede rol kapmaya çalışan Fransa ile PYD/PKK’yı Suriye’deki diğer Kürt gruplarla bir araya getirmeye uğraşıyor. Böylece masada kendisinin desteklediği, meşruiyeti tescilli “endemik” ve homojen bir grupla hareket etmenin peşinde. Rusya ise Suriye’nin geleceğinin konuşulacağı