Suriye öncelikli konumuz olmayı sürdürüyor. Çünkü Türkiye’yi derinden etkiliyor. Dış politikadan iç politikaya, güvenlikten ekonomiye, insani sorunlardan gündelik tartışmalara kadar. Haliyle gidişatı değiştirmek için arayışlar da sürüyor. Farklı görüşler ve öneriler tartışılıyor. Bunlardan biri de, geçmişi bir yana bırakarak, Esad ile ilişkileri düzeltmenin sorunu çözebileceği, yönetmeyi kolaylaştıracağı, maliyeti azaltabileceği tezi.
Basit ve mantıklı gibi görünen bu tezin en zayıf yönü, soruna legalistik siyasi harita merkezli yaklaşması, aktörleri dışlaması ve egemenliğin mevcut duruma yabancılığıdır. Oysa siyasi haritalar hâlâ Suriye’yi bir bütün olarak gösterse de, sahadaki gerçeklik farklılaşmış durumdadır. Bu ne iç savaş öncesine ne de iç savaşın sonunda gelinen bugünkü aşamaya uymaktadır. İç savaşın mikro düzeyde parçaladığı hükümet etme olgusu bugün, büyük güçlerin himayesinde iki parçalı olarak
ABD ve Rusya’nın Suriye’deki rekabeti her alanda hissediliyor. İki ülke, Suriye’nin geleceğini şekillendirecek hamleler yaparken, farklı araçlar kullanıyor. Birbirlerinin hareket alanını daraltacak hamleleri ardı ardına sıralıyorlar. Özellikle, “kontrol edilecek” fiziki alanlar daralıp, harita son şeklini almaya başladıkça taktik hamlelerinin ağırlık merkezi de yer değiştiriyor. Nitekim Türkiye ve SDG/PYD/PKK’nın Suriye gündeminde belirleyici olması söz konusu gelişmelerle yakından ilgili. Haliyle, ABD ve Rusya’nın attığı adımlara yakından bakmakta fayda var.
İki ülke uzun vadeli ve sürdürülebilir bir Suriye politikasında birbirlerinin öncelikli rakip olduklarının farkındalar. Başka bir ifadeyle, Suriye’nin siyasi geleceği, ağırlıklı olarak, ABD ve Rusya’nın politik niyetleri, hedefleri ve yol haritası ışığında şekillenecek. Öte yandan, tarafların yönetmesi/uzlaşması gereken bölgesel aktörler ve sorunlar da yok değil. Göz önünde bulundurulması gereken önemli bölgesel oyunculardan birinin de Türkiye olduğu açık.
ABD ile yürütülen meşakkatli bir dizi siyasi, diplomatik ve askeri görüşmenin nihayetinde mesafe alındığına dair önemli açıklamalar yapıldı. ABD ve Türkiye belli başlı konularda mutabakata vardılar. Suriye’nin kuzeyinde yapılacakları planlamak, koordine etmek ve hayata geçirmek için Şanlıurfa’da bir Müşterek Harekât Merkezi kuruldu. Nihayet tam kapasite çalışmaya başladı.
Bu çerçevede ilk icraat olarak sınırın Suriye tarafında iki ülke askerleri helikopter uçuşu gerçekleştirdi. ABD tarafı sosyal medya üzerinden de ikna turlarına girişti. ABD askerleri nezaretinde, PYD’nin yer altına inşa ettiği beton tünelin kazıcıyla yıkılışının videosu yayınlandı. Bütün bunlar askeri açıdan “heyecan verici” görülebilir. Fakat hâlâ bazı muğlak noktalar da yok değil. Özellikle de politik çıktılara dair.
Mutabakat ilan edilinceye kadar, ABD, Suriye’de “bölge dışı, istenmeyen aktör” konumundaydı. Bu sadece Türkiye’nin değil, bölgedeki birçok ülkenin de
Bu aralar Suriye ile çok meşgulüz. Ancak öte yandan, Irak’ta, İran’da, Afganistan’da, Pakistan’da, Hindistan’da ve Yemen’de de ilginç gelişmeler yaşanıyor. Bağdat yakınlarında bulunan, İran destekli Haşdi Şabi’ye ait mühimmat deposunda yaşanan patlama Irak için sıradan gibi görünse de olağan şüphelinin ABD ya da İsrail olması, sonrası için hiç de hayra alamet değil. Öte yandan, Keşmir sorunu içten içe ısınmaya devam ediyor. Pakistan ve Hindistan dikkat kesilmiş durumda. Bu arada ABD’nin Afganistan’dan çekilme görüşmeleri de Katar’da sürüyor.
ABD’nin 18 yıllık uzatılmış savaşı bitirme arzusu Trump’ın gündeminden hiç düşmedi. Trump, kendisinden önceki başkanlar gibi, ABD’nin küresel polis rolü oynamasından rahatsız olduğunu dile getirmeye devam ediyor. Nitekim 11 Eylül terör saldırısının ardından başlayan savaş uzadıkça uzadı. Savaşa 60’tan fazla ülke çeşitli şekillerde destek verdi. NATO üyesi ülkeler, ittifakın 5.
Müşterek Harekât Merkezi inşası İdlib’de gözetleme postalarının güvenliğinin sağlanması, göçmen sorunu ve benzerleri, sonuna yaklaştığını düşündüğümüz Suriye dosyasının daha ilk sayfalarında dolaştığımızı gösteriyor. Neden mi? Sadece şu manzara bile bize bir fikir verebilir. Birincisi, Suriye, farklı özelliklere sahip aktörlerin yeteneklerinin ve gücünün sahnelendiği bir oyun alanı. İkincisi, olayların karakteri bu tip olaylarda hızlı çözüm ve kesin başarı olmadığını söylemekte. Son olarak, benzer örneklerden ders çıkartabiliriz.
Suriye’de iç savaşla başlayan yolculuk iç içe geçmiş mücadele tipleri, çatışan politik hedefler bağlamında devam ediyor. Büyük güçlerin gölgesinde bölgesel güçler de doğrudan veya dolaylı sahnedeler. Devlet dışı aktörler (terör örgütleri, insan kaçakçıları, suç şebekleri, aşiretler, dini ağlar) sponsorlarıyla birlikte hareket ediyorlar. Dahası, ülke farklı ölçek ve özellikte
Milli Savunma Bakanlı-ğı’nın yaptığı açıklamaya göre, ABD’nin Avrupa Kuvvetler Komutan Yardımcısı dün Türkiye’ye geldi. Ziyaret sebebi uzun süredir gündemi işgal eden Fırat’ın doğusu ve kurulacak “güvenli bölgenin” teknik hazırlıkları. Başka bir ifadeyle, “Müşterek Harekât Merkezi’nin” inşası ve güvenli bölge için askeri manada yapılacakları kararlaştırmak.
İlginç olan şu: ABD’nin tüm Ortadoğu’dan sorumlu birimi CENTCOM ancak ziyaretçi başka komutanlıktan. CENTCOM, 2015 Ekim’inde Suriye’de hayata geçirilen SDG/PYD/PKK stratejisinin sorumlusu. Örgütle derin askeri, siyasi ve duygusal bağları var. Dikkat çekici olan, CENTCOM’un kendi sorumluluk alanında işleri düzene koyacak müşterek karargâhın kuruluşunda geri planda kalması.
Bu görevi ABD’nin Avrupa Kuvvetleri Komutanlığı üstlenmiş görünüyor. Karar her ne kadar bize ABD ordusunun müşterek iş yapma kural ve tarzı olarak görünse de, genel tabloyu anlamamıza, bazı sorular sormamıza
ABD, Çin ticaret savaşından, Rusya’nın nüfuzunu genişletme hamlelerine, İran’dan Suriye’ye, Libya’dan Yemen’e, Afganistan’dan Kuzey Kore’ye kadar uzunca bir listeye dikkat kesilmişken eski bir sorunun yeniden gündeme oturacağını görüyoruz. Bu, İngiliz sömürge yönetiminin son bulduğu 1947 yılından miras kalan, Hindistan ile Pakistan arasında devam eden Keşmir sorunu.
Keşmir’in Hindistan yönetiminde kalan bölümünün nüfusunun neredeyse yüzde 60’nı Müslümanlar oluşturuyor. Sömürge yönetimi sona ererken bu oranla bölgenin Pakistan’da kalması bekleniyordu. Ancak Keşmir’in o dönemki yerel yönetimi Hindistan’a katılmayı tercih edince, iki ülke iki yıl süren bir savaşa tutuştu. Ateşkesin ardından bölgenin bir kısmı Pakistan’da bir kısmı da Hindistan’da kaldı. Böylece Keşmir ikiye bölündü. Ancak bölgedeki karışıklıktan faydalanan Çin, 1950’lerin sonuna doğru Keşmir’in bazı bölgelerini parça parça işgal etti.
Çarşamba günü, Türk ve Amerikan heyetlerini oldukça geren, her an kontrolden çıkmasından korkulan Suriye meselesinde, taraflar ortak bir noktada buluştukları açıkladılar. Önümüzdeki günlerde iki ülkenin Fırat’ın doğusunda “barış koridoru” için “müşterek harekât merkezi” kurulacağı belirtildi. Ardından da sahadaki uygulamalar hayata geçirilecek. Şüphesiz bu kararın alınmasında Türkiye’nin kararlı tutumu ve ısrarları etkili oldu. Henüz detaylarına tam hâkim olmadığımız için anlaşmanın maddelerini ve uygulama takvimini bilmiyoruz. ABD’nin velayetini üstlendiği PKK/PYD’nin nelere, nasıl ve neden razı olduğu anlaşmanın en gizemli yanı olsa gerek. Öte yandan her ne kadar zihinlerde bir dizi şüphe olsa da, açıklamanın ardından bazı merkezlerin hareketleneceği de açık.
Nitekim geçmiş tecrübelerimiz “barış koridoru” açıklamasına “ihtiyatlı” yaklaşmakta fayda olduğunu söylüyor. Elbette bu kanaatin oluşmasında