ABD’nin küresel öncelik ve dikkatinin Çin’e kaymasıyla iki ülke ilişkileri her geçen gün gerilmeye devam ediyor. Her ne kadar Obama yönetimi de Çin’i öncelikli rakip olarak görmüş olsa da, Trump konuyu daha da ileri götürdü. Çin’in ekonomik, teknolojik ve askeri açıdan yükseliş hızını düşürecek hamleleri ardı ardına hayata geçirmeye girişti. Amaç ABD’nin küresel tahtını zorlayan Çin ile aradaki mesafenin kapanmasına izin vermemek ve liderliği sürdürmek olduğunu söyleyebiliriz.
İki ülke arasındaki rekabette kamuoyunun en fazla dikkatini çeken konu, “ticaret savaşı” ile teknolojik üstünlüğün sürdürülmesi. Üstelik her iki alan içe içe geçmiş ve sınırları kolaylıkla ayırt edilmeyen bir husus. Trump’ın muharebe alanı olarak ticaretin seçilmiş olması bu nedenle tesadüf değil. Çünkü teknoloji ve ticaret, “üstünlük mücadelesinin” en önemli
DAEŞ’in Suriye’de askeri olarak yenildiğinin ilanın hemen ardından ABD başkanı Trump Suriye’den askerlerini çekme kararını ilan etti. Bu ilan, hemen herkesi hazırlıksız yakaladı. Sadece Suriye ile ilgili ülkelerin/aktörlerin değil ABD’nin kendi kurumlarının da ikinci bir planının olmadığı kısa sürede anlaşıldı. Türkiye hızla bu kararın önemli ve yeni gelişmeler için bir fırsat olabileceğini gördü.
Trump’ın kararına en fazla itiraz ABD’nin Orta doğudan sorumlu ve Suriye operasyonun yürüten “Merkezi Kuvvetler Komutanlığından” geldi. Askerler, Başkanın “baskın tarzı” kararının kendi planlarına etkisini azaltacak girişimlere başladılar. Bir yandan karara uygun çıkış stratejisi için kamuoyu oluştururken bir yandan da Suriye’de ABD’nin nüfuzunu sürdürecek düzen inşasına hız verdiler. Bunun için ihtiyaç duydukları zamanı kazandıracak hamlelere giriştiler.
Olası çekilme sonrası geride bırakılacak SDG/PYD/PKK’nın askeri, ekonomik, sosyal ve siyasi kapasitesini arttıracak düzenleme ve
Türkiye’nin PKK ile mücadelesi farklı zeminlerde ve artan yoğunlukta hız kesmeden sürüyor. Siyasi ve diplomatik sahadaki mücadelenin sonuçları fazlaca hissedilmese de kolluk/askeri mücadelenin temposunda dikkat çekici bir artış var. Artışın esasını da tam zamanlı istihbarat imkânları ile desteklenmiş operasyonlar oluşturuyor.
Bu kanaat, sadece güvenlik birimlerinin açıklamalarına dayanmıyor. Aynı zamanda PKK terör örgütünün verdiği tepki, taktiksel değişim ve liderlerinin ifadeleri ile de kendisini belli ediyor. Örgüt çok sayıda orta ve üst düzey yöneticisini kaybetmenin sarsıntısını telafi etme çabasında. Bir yandan da Türkiye içinde izlediği taktiklerini gözden geçirmeye ve değiştirmeye zorlanıyor.
Örgütün kimyasını olumsuz etkileyen değişimin nedeni, Türkiye’nin de sıklıkla başvurduğu, “liderlerin” elimine edilmesini merkeze alan “taktilerin” yoğun kullanılması. İlginç olan ise söz konusu yöntemin etkisi ve sonuçları konusunda
Türk-Amerikan ilişkilerinin en sıcak konularından birinin de Suriye olduğu açık. Nitekim ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Büyükelçi James Jeffrey, bu netameli konuyla alakalı sayısını unuttuğumuz mutat turlarından birini daha yürüttü. Jefry görüşmeler için Türkiye’ye gelmeden önce tüm taraflar diplomatik, askeri ve psikolojik hamlelerini art arda sıraladılar. Böylece, hem karşı tarafı baskı altına almaya hem de beklentilerini kamuoyuyla paylaşma yoluna gittiler. Örneğin, Türkiye kararlılığını göstermek için önemli sayıda askeri kışlalardan çıkartarak Suriye sınırına yığdı. SDG’nin (siz onu PKK olarak okuyun) yöneticisi Kobani ise geniş kapsamlı bir basın turu düzenleyerek örgütün beklentilerine dair mesajlar verdi.
Heyetler görüşmelere devam ederken, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, “ABD’nin getirdiği öneriler bizi tatmin eder düzeyde değil. Adeta bir oyalama sürecine gitmek istedikleri izlenimini edindik” dedi. MSB Bakanlığı ise yaptığı açıklamada “güvenli
ABD yönetiminin İran’a uyguladığı baskılar her geçen gün artıyor. Başta petrol ihracatının kısıtlanması olmak üzere finansal engellerden askeri hareketlerin sınırlandırılmasına, diplomatik yalnızlaştırmadan psikolojik baskıya kadar geniş bir yelpazeden söz ediyoruz. Bu süreçte İran yönetimi de boş durmuyor. O da tüm diplomatik, askeri, örtülü yeteneklerini ve psikolojik gücünü seferber etmiş durumda.
ABD’nin İran’ı baskılama stratejisinin ağırlık merkezinde İran Körfezi olduğu açık. Tarafların zaman zaman sıcak bir çatışmanın eşiğine gelmesi sürpriz değil. İkinci öncelikli alan ise Suriye’ye uzanan hatlar. Bir yanda İran, Irak, Suriye kara bağlantısı, öte yanda da Akdeniz üzerinden Suriye’ye uzanan deniz hattı. Her iki hat ABD’nin İran’ı Suriye’den uzak tutma stratejisinde önemli bir yere sahip. Böylece ABD, İran’ın Suriye ile fiziki, ekonomik askeri ilişkilerini en aza indirme çabasını sürdürüyor.
ABD-İran ilişkisinde son kriz, 4 Temmuz günü petrol dolu bir İran tankerine
Kitaba göre S-400 gibi, pahalı ve stratejik değerde silah sistemleri bir dizi analiz ve karar süreçlerinden sonra edinilir. Bu amaçla önce güvenlik ve tehdit analizi yapılır. Eğer hesaplamalar “yüksek irtifa hava savunma” sisteminin eksikliğine işaret ediyorsa en iyilerinden bir takım temin edilir. Elbette “Herkesin var bizim de olsun” diye alınmaz. Türkiye de öyle yaptı ve söylenenlere göre en iyilerinden birisi olan S-400’ü Rusya’dan satın aldı.
Ancak yine kitaba göre iş burada bitmiyor. Çünkü belirsizliklerin hâkim olduğu günümüzün kaotik dünyasında “potansiyel tehditler” en az sizin kadar hızlı öğrenen ve kitap okuyan aktörler olarak yeni kötülükler üretebilirler.
Türkiye S-400 aldıktan sonra ulaştığı “üstün” konuma uygun olarak, politik ve stratejik pozisyonunu, taktik araçlarını gözden geçirme ve yeniden tanımlama ihtiyacı duyacaktır. Benzer şekilde, Türkiye’yi tehdit olarak görenler de S-400’ün değiştirdiği
Mao’nun Doğu Türkis-tan’ı ele geçirdiği 1949’dan beri Çin yönetiminin bu topraklarda yaşayan Uygur, Kazak ve diğer Müslüman Çinliler ile ilişkileri hep sorunlu oldu. Komünist Çin, sistematik olarak bölgede nüfus kompozisyonunu değiştirecek, kendi kültürünü baskın hale getirecek hamlelerini düşük profilli olarak sürdürdü. Söz konusu politika, 1980’lerin ortasından itibaren daha da görünür olmaya başladı. Nitekim Uygurlar, Kazak ve Çinli Müslümanlar arasında dini ve etnik kimliğin yok edilmesini hedefleyen farklı yol ve yöntemler denemeye başladı. Amacını kısa sürede gerçekleştirmek için de toplama kampı benzeri uygulamalara girişti. Ayrımcı, baskıcı, yoksun bırakıcı ve zor kullanmayı içeren yeni uygulamalar ve organizasyon doğal olarak kısa sürede karşı tepkinin doğmasına neden oldu. Özellikle Çin’in kültürel asimilasyon politikalarıyla eş zamanlı olarak yükselişe geçen radikal İslamcılık, bütüncül bir ideoloji ve önerdiği yöntemlerle dünyada olduğu gibi bölgede de bazı gruplar arasında kabul görmesini kolaylaştırdı.
Çin’in Uygur bölgesine odaklanmasının ve sosyal, dini, kültürel değişimi hızlandırma isteğinin gerisinde bölgenin zengin doğal kaynakları ile Çin’in hırslı kuşak yol
Basra Körfezi’ni Hint Okyanusu’na bağlayan Hürmüz Boğazı dünya enerji piyasası için oldukça önemli. Dünya petrolünün neredeyse %20’si söz konusu su yolundan geçerek dünyanın çeşitli yerlerindeki alıcılara ulaşıyor. Öte yandan, su yolu sadece petrol için değil aynı zamanda doğal gaz ve bölge ülkelerinin ticareti içinde önemli. Çünkü ucuz ve kitlesel taşımaya imkân vermekte. Ancak Körfez ülkelerinin birbirleriyle siyasi rekabeti, gerilimli ilişkileri bölgede güvenliği ön plana çıkartırken, bölge dışındaki ülkeleri de kaygılandırıyor.
Petrol, doğal gaz ve diğer ticari meta oranlarının yüksekliği küresel ölçekte ekonomiden askeri harekâta, diplomasiden ulaşıma kadar geniş bir alanda etki yapacağı açık. Haliyle sorun sadece bölge ülkelerini değil, tüm dünyayı ilgilendirme potansiyeline sahip görünüyor. Nitekim bu anlayış sonucu sahada sadece bölge ülkelerinin değil, ABD’nin de büyük bir askeri gücü konuşlanmış durumda.
ABD ve müttefikleri İran’la sıcak bir çatışma öncesi ekonomik, askeri ve siyasi alanlarda sıkıştırmaya devam ediyorlar. İran’ın ise bu mücadeleye kendi bildiği yöntemlerle cevap vereceği öngörülmekte. Sürprizle karşılaşmak istemeyen taraflar her türlü yöntemlerle veri