Suriye öncelikli konumuz olmayı sürdürüyor. Çünkü Türkiye’yi derinden etkiliyor. Dış politikadan iç politikaya, güvenlikten ekonomiye, insani sorunlardan gündelik tartışmalara kadar. Haliyle gidişatı değiştirmek için arayışlar da sürüyor. Farklı görüşler ve öneriler tartışılıyor. Bunlardan biri de, geçmişi bir yana bırakarak, Esad ile ilişkileri düzeltmenin sorunu çözebileceği, yönetmeyi kolaylaştıracağı, maliyeti azaltabileceği tezi.
Basit ve mantıklı gibi görünen bu tezin en zayıf yönü, soruna legalistik siyasi harita merkezli yaklaşması, aktörleri dışlaması ve egemenliğin mevcut duruma yabancılığıdır. Oysa siyasi haritalar hâlâ Suriye’yi bir bütün olarak gösterse de, sahadaki gerçeklik farklılaşmış durumdadır. Bu ne iç savaş öncesine ne de iç savaşın sonunda gelinen bugünkü aşamaya uymaktadır. İç savaşın mikro düzeyde parçaladığı hükümet etme olgusu bugün, büyük güçlerin himayesinde iki parçalı olarak yeniden inşa ediliyor.
Haliyle Suriye sorunu askeri haritada sadeleşirken, siyasi haritada göründüğünden daha karmaşık haliyle yeniden doğuyor. Bu çerçevede cevabı aranan soru şu: Esad’la konuşmak, her alanda iş birliği yapmak, Suriye’nin bütünlüğünü sağlamaya ve Türkiye’nin beklentilerini karşılamaya yeter mi? “Suriye’nin toprak bütünlüğü” kavramı, Esad’ın/Türkiye’nin aklından geçenin aynısı mıdır? Siyasi haritada toprak bütünlüğü korunsa da, zayıflamış merkezi yönetimin hâkim olduğu bir Suriye mimarisinde mülteci sorunu, etnik ve mezhepsel bölünmeler ne kadar çözülebilir? Bunlar ne kadar sürede gerçekleşebilir?
Elimizde bir uluslararası belge yok. Ancak Suriye’nin ikiye bölündüğü de bir gerçek. İşi zora sokan en önemli unsur, bölünme işinin ana failinin iki büyük güç olması. Böyle bir hamlenin olası siyasi, askeri, ideolojik sonuçlarını, alabileceği seyri tarihten biliyoruz. Afganistan’dan Vietnam’a, Kore’den Yemen’e, Sudan’dan Irak’a kadar. Bu tarihsel tecrübe bize Suriye’de ne olduğunu, neler olacağının göstermektedir. En kestirmeden, Suriye sorununun geleceği Rusya ve ABD ilişkilerinden bağımsız değildir. Başka bir ifadeyle, bölünmenin, Suriye üzerinden iki büyük güç rekabetinin sahnelendiği bir arenaya dönüşmüş olmasıdır. Üstelik bu rekabette Rusya İran’la, ABD ise daha sıkı biçimde İngiltere ve Fransa ile iş tutmaktadır.
Belgesi olmayan bölünme kavramına “coğrafi isimlendirmenin” ötesinde yaklaşmak geleceği kurgulamak için daha verimli olabilir. Fırat’ın doğusu, batısı gibi basit coğrafi bölünmenin hamileri, bu gerçekliği ileriye taşıyacak biçimde farklı alanlarda bölünmeyi derinleştirmeye devam ediyorlar. Parçaların mimarı ABD ve Rusya hamilik ilişkisini kurumsallaştırırken, parçaların bölgesel ilişkilerine de yeni bir şekil vermeye, yerel egemenliklerini pekiştirmede değerler inşa etmeye, kurumlar oluşturmaya devam ediyorlar. Bu gelecek beklentilerini de kapsıyor. Esad, Rus modeli ile Fırat’ın batısında “savaş sonrası yeniden inşayı” merkeze alırken, SDG/PYD, ABD anlayışı ile “yeni devlet inşası” modeliyle işe yaklaşıyor.
Bu tablo bize, Esad ile ilişkinin Fırat’ın batısında işe yarayabileceğini, ancak doğusu için bir fırsat sunmadığını söylüyor. Birleşmiş Milletler düzeni Esad’ı meşru hükümet olarak tanısa da, o Suriye’nin tamamına hâkim değil ve çaresiz durumda. Ne kendisi ne de Rusya, ABD ve müttefiklerinin Fırat’ın doğusundaki varlığına son verebilecek kapasitede. Bu noktada Türkiye umudunu ne BM’ye ne Esad’a ne de onun imzaladığı Adana mutabakatına bağlayabilir. Türkiye’nin Esad’ı da içine alan, fiziki coğrafyadan öte kavramları içeren, kapsayıcı bir stratejiye ihtiyacının olduğu açık.