Terör örgütü lideri Öcalan, sekiz yıldan sonra, cezasını çektiği İmralı Cezaevi’nde önce avukatları, ardından da ailesiyle görüşmeye başladı. Görüşme izni birbiriyle uyumlu olmayan gelişmelere denk geldi. Bir yandan, ABD ile PYD kontrolündeki Fırat’ın doğusunda kurulması öngörülen “güvenli bölge” müzakereleri yürütülüyor. Bu çerçevede YPG’nin tutum değiştirmesi için Kandil’in, Kandil üzerinde de Öcalan’ın gücü biliniyor. Öte yandan, PKK fırsat buldukça Fırat’ın batısında terör eylemlerine devam ediyor. Dahası, TSK, PKK için oldukça önemli bir bölgede, Kuzey Irak/Hakurk’ta “Pençe” harekâtını yürütüyor.
Hem polisiye, hem askeri, hem de diplomatik ve siyasi gelişmelere bakınca, buz dağının görünen/görünmeyen kısımlarında oldukça ilginç bir tabloyla karşı karşıya olduğumuz açık. Aynı zaman diliminde, aynı aktörlerin çelişkili gibi görünen tutumları ve hamleleri bize bunu söyletiyor olsa da benzer gelişmelere pek yabancı değiliz. Nitekim, PKK’nın örgütsel kültürü, yakın tarih ve geçmiş tecrübeler tüm bunları bir çelişki gibi görmememiz gerektiğini söylüyor. Öyle olsa da Öcalan’ın açıklamalarından bazıları dikkat çekici.
Görüşmeciler Öcalan’ın “geleneksel” hale gelen siyasi mesajlarını
ABD Başkanı Trump İngiltere’de katıldığı bir televizyon programında İran’la ilgili önemli açıklamalarda bulundu. Trump, İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile konuşmaya hazır olduğunu, ancak İran’a karşı her zaman askeri bir adım atılması olasılığının bulunduğunu da belirtti. Bu açıklamanın bir anlamda İran üzerinde kurulan baskının istenen sonuçları doğurup doğurmadığını anlama isteğinden kaynaklandığı söylenebilir.
ABD İran’a, 2015’te imzalanan nükleer anlaşmadan çekildiğini açıkladığı 8 Mayıs 2018 tarihinden beri artan yoğunlukta yaptırım uyguluyor. Bu süreçte ABD’nin kullandığı yöntemler ve İran’ın cevapları farklı cephelerde, farklı araçlarla sürüyor. ABD ve müttefiklerinin gerek ekonomik gerekse askeri güç bakımında oldukça üstün oldukları bir gerçek. Dahası, İran’a gözdağı vermek isteyen ABD, bölgeye yeni askeri güç yığmaya devam ederken, bir yandan da kontrollü biçimde operasyon ihtimalini güçlendiren “kontrollü” haberler yayıyor. Pentagon’un harekât planlarından, kullanılacak asker sayısına kadar.
Ancak söz konusu güç asimetrisinde İran’ın da etkili/güçlü olduğu alanlar söz konusu. ABD yönetimi uyguladığı ekonomik yaptırımların yanı sıra İran’ın olası asimetrik tepkilerine
İçinde bulunduğumuz yüzyılın en karmaşık rekabetinin yaşanacağı bölgelerinden birinin Doğu Akdeniz olacağını ifade etmek abartılı olmaz. Söz konusu karmaşıklığı üreten, birbiriyle etkileşim halinde çok sayıda neden var.
İlk akla gelen elbette bölgenin jeopolitik konumu. Bölge sadece Avrupa’nın güneydoğusunda yer almakla kalmıyor. Ortadoğu’nun Batı’ya açılan kapısı Süveyş Kanalı ile son iki yüzyılda yeni ve çarpıcı anlamlar kazanmış durumda. Ticaretten ulaşıma, askeri hareketlenmeden istihbarat dünyası için hayati olan fiber optik kablo trafiğine, yasa dışı göçten terörizme kadar bir dizi gelişmenin merkezinde olmaya başladı. Bölgede keşfedilen doğal gaz kaynakları ise tüm bu faktörler üzerinde çarpan etkisi yarattı.
Doğu Akdeniz aynı zamanda farklı ölçek, farklı konum ve farklı karakterde aktörlerin de karşılaşma sahası haline döndü. İngiltere, tarihsel misyonunun peşinden giderken, ABD, İsrail’i önceleyen ve bölgeye göz kulak olmayı hedefleyecek biçimde konumlanmış durumda. Tarihsel kökleri olan bu hengâmeye Fransızların da bigâne kalmadıklarını görüyoruz. 19’uncu yüzyıl refleksiyle, bölgede kuvvet bulundurmanın yollarını arıyor.
Rusya ise tıpkı Soğuk Savaş günlerinde olduğu
Bugün tanıklık ettiğimiz gelişmeler bize S-400 hava savunma füzesinin sadece Türkiye’nin hava savunmasını sağlamak için satın alınan ticari veya askeri bir malzeme olmanın ötesinde bir mana taşıdığını söylüyor. O halde tartışmaları daha geniş bir çerçevede ele almak gerekir.
Görünen o ki S-400 buz dağının görünen kısmı. Konuyu, küresel rekabet bağlamında mercek altına aldığımızda, ortaya oldukça ilginç bir tablo çıkıyor. Bu tablo, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri devam eden, zaman zaman iniş çıkışlar gösteren ABD-Rusya rekabetinin çok da alışık olmadığımız bir safhasıyla doğrudan ilintili.
1945’ten beri ABD ile Rusya arasında “takım belirleme” ve “alan paylaşımı” hususunda zımni bir uzlaşma söz konusu. Soğuk Savaş bitene kadar iki taraf mümkün olduğunca birbirlerinin alanına doğrudan girmedikleri gibi, asıl takım üyelerini ayartma işlerinden de uzak durdular.
Soğuk Savaş bitince Batı, Sovyetler’in içine düştüğü kaostan istifadeyle, onu Doğu’ya doğru itelerken, eski Sovyet takımı üyelerinden bazıları da formalarını değiştirdiler. Bugün Rusya karşıtı tutumu bilinen Polonya, Bulgaristan ve Romanya gibi ülkelerden söz ediyoruz.
Putin’in iktidara gelmesiyle yeni bir yola giren Rusya,
Kitaba göre, dış politika yapım araçlarından biri de “yaptırımlardır.” Yaptırımların nihai hedefi, rakibini politik, askeri kararlarından, tutumundan vazgeçirerek arzu edilen biçimde davranmaya zorlamak, gücünü sınırlamaktır.
Dahası, yaptırımlar, ABD örneğinde olduğu gibi, ülkelerin hukuk düzeninde bir yöntem olarak yer alabilir. Örneğin, ABD’nin CAATSA olarak adlandırılan böyle bir yasası var. (ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası). Rusya, İran, Çin ve Kuzey Kore’ye bazı durumlarda yaptırım uygulamanın yolunu açan bu yasa 2017’de onaylandı.
Ancak yaptırımlar “güç mefhumundan” bağımsız değildirler. Sonuç almak, “faydalı/uygun/etkin güç” kullanmayı gerektirir. Hedefler değiştikçe yaptırımın süresi, yöntemi, ağırlığı ve araçları değişir. Çoğu zaman yaptırımlar değişik araçların bileşiminden oluşur. Kişilere, kurumlara, devletlere çeşitli kısıtlamalar getirebilir. Esas olan ekonomik, finansal, diplomatik araçlardır. Çoğu zaman askeri güç talidir.
Çoğunlukla “yaptırımda” niyet gizlenmez ve açıktan hareket edilir. Ancak yaptırımın etkisini artırmak ya da daha çabuk sonuç almak için örtülü işlere de başvurulabilir. Propagandadan terörizme, sokak hareketlerinden
İlginç ve öngörülmesi zor zamanlardan geçiyoruz. Bu düşünceye kaynaklık eden gelişmelerden biri de Türkiye’nin gündemini işgal eden S-400 hadisesi. Askeri güvenlikle ilgili ve “operatif” düzeyde bir sorunun karakterinin değişimine tanıklık ediyoruz. Başka bir ifadeyle, yüksek irtifa hava savunma füzesi alarak çözmeye karar verdiğiniz sorununuz hızla ve beklenmedik biçimde “beka” sorunlarına dönüşebiliyor.
S-400 gibi, Yüksek İrtifa Hava Savunma Sistemi devletler düzeyinde yaşanacak bir askeri çatışma ve öncesinde sizi düşman hava saldırısına karşı “kısmen” korur. Burada üç önemli konu ön plana çıkıyor. Birincisi, devletler arası simetrik bir savaştan söz ediyoruz. İki veya daha fazla devletin birbiriyle savaşı halinde. Örneğin, Türkiye’yi hedef alan terör örgütlerinin orta/uzun menzilli füzelerinin ve uçaklarının olmadığı biliniyor. Bu yüzden eğer “terörle” temel güvenlik sorununuz var ise, böyle bir silaha bu kadar çok para ödeyemeye ihtiyacınız yok demektir. Eğer almışsanız, söz konusu tehdide karşı işe yaramaz. Sadece askeri geçit törenlerinde göstererek kamuoyunu rahatlatırsınız. Haliyle öncelikli tehdit tanımında böylesi bir seçimin rasyonel olup olmadığı tartışılır. Elbette
Kısa zaman öncesine kadar gündemi meşgul eden Fırat’ın doğusu bugünlerde daha az konuşuluyor. Bu, sorunun çözüldüğü ve Türkiye’nin kaygılarının sona erdiği anlamına gelmiyor. Nitekim kapalı kapılar ardında bir dizi görüşmenin yapıldığına, siyasi, askeri tablo değişikliğini hedefleyen yeni stratejilerin masada olduğuna dair yeterince alamet var.
ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi, Büyükelçi James Jeffry’nin medyaya yaptığı açıklamalarda görüşmelerde “umut verici” ilerleme sağlandığını belirtmesi bunun en güçlü işareti. ABD temsilcisinin işi gerçekten zor. Bir yandan Türkiye’nin kaygılarını gidermeye, bir yandan da PKK/PYD’nin Suriye’deki kazanımlarını kısmen muhafazaya imkân verecek bir çözüm üretme peşinde.
Türkiye, PKK/PYD’nin sınır boyunca siyasi ve askeri kontrolü elde bulundurmasının kabul edilemez olduğunu defalarca dile getirdi. ABD tarafı, Türkiye’nin kaygılarını anladıklarını ifade etti. Bugün söz konusu kaygıları (!) giderecek adımları içeren plan, PKK/PYD’nin “askeri güçlerini” sınırdan belirli bir uzaklığa çekerek muhafaza etmeyi esas alıyor. Yeni pozisyonu ile PKK/PYD Türkiye için askeri tehdit oluşturmazken (!) bölgede siyasi varlığını sürdürebilecek. Bu siyasi varlık,
Trump, İran’ı ekonomik yaptırımların yanı sıra, askeri ve psikolojik yöntemlerle baskılamaya devam ediyor. Petrol sevkiyatının durma noktasına gelmesi, değerli madenlerin ihracatında kısıtlamalar ülkenin ekonomik ve toplumsal hayatını olumsuz etkiliyor. Bu süreçte bölgeye Uçak gemisi ve B 52 Stratejik Bombardıman uçaklarının gönderilmesi de askeri baskının artması çatışma algısı yaratma anlamına geliyor. Üstüne Trump’ın gece yarıları attığı twitlerde eklenince tablo tamamlanmamış oluyor.
Başta Suudi Arabistan ve İsrail olmak üzere bölgedeki müttefikleri ile hareket eden ABD’nin nihai politik hedefinin rejim değişikliği olduğu açık. Söz konusu hedefin tahakkuku için izlenen strateji ise, şimdilik ilk aşamada, savaş dışı politik/askeri/örtülü operasyonlar bileşkesinden oluşuyor. Tıpkı renkli devrimler ve Arap Baharın da olduğu gibi. Ancak bu niyet, gerilimin kontrolden çıkarak geniş çaplı sıcak bir çatışmaya dönüşmeyeceği anlamına da gelmiyor.
“Rejim değişikliğine neden olacak” gelişmelerin İran halkından gelmesi planlanıyor/umut ediliyor. Bunun için yapılanlar şunlar: Sıradan halk için hayatı çekilmez hale getirmek, yarınlara dair umutların sistem içinde çözülebileceği algısını