ABD ile yürütülen meşakkatli bir dizi siyasi, diplomatik ve askeri görüşmenin nihayetinde mesafe alındığına dair önemli açıklamalar yapıldı. ABD ve Türkiye belli başlı konularda mutabakata vardılar. Suriye’nin kuzeyinde yapılacakları planlamak, koordine etmek ve hayata geçirmek için Şanlıurfa’da bir Müşterek Harekât Merkezi kuruldu. Nihayet tam kapasite çalışmaya başladı.
Bu çerçevede ilk icraat olarak sınırın Suriye tarafında iki ülke askerleri helikopter uçuşu gerçekleştirdi. ABD tarafı sosyal medya üzerinden de ikna turlarına girişti. ABD askerleri nezaretinde, PYD’nin yer altına inşa ettiği beton tünelin kazıcıyla yıkılışının videosu yayınlandı. Bütün bunlar askeri açıdan “heyecan verici” görülebilir. Fakat hâlâ bazı muğlak noktalar da yok değil. Özellikle de politik çıktılara dair.
Mutabakat ilan edilinceye kadar, ABD, Suriye’de “bölge dışı, istenmeyen aktör” konumundaydı. Bu sadece Türkiye’nin değil, bölgedeki birçok ülkenin de ortak görüşüydü. Anlaşma sonrası, bu görüşü paylaşan “koalisyon” dağılmış görünüyor. Türkiye, ABD’nin Suriye’de bulunmasına rıza gösteren, iş birliği yapan ülke konumuna geldi. Haliyle ABD, anlaşmanın sağladığı rahatlama ile yeni bir Suriye inşa edilinceye kadar Fırat’ın doğusunda kalmaya devam edebilecek.
Üstelik bunu az sayıda asker, düşük maliyet ve riskle sağlayabilecek. Ne de olsa Fırat’ın doğusunda ABD’nin PYD ile ilişkisine ve faaliyetlerine yüksek sesle itiraz eden Türkiye’nin konumu değişmiş bulunuyor. İyi haber, sorunun yönetilmesinin en zor ve tatsız kısmı yönetilir durumda. Dahası, ABD’nin “statüsü” de arabuluculuğa yükselmiş görünüyor. Suriye’de öne çıkan bu pozisyon, ileri aşamalarda PKK sorununun bütününde de yeni bir boyut kazanabilir!
Öte yandan, sürecin en etkileyici yanı SDG/PYD’nin tutumu. Suriye gibi karmaşık ve çatışmalı bir alanda, SDG/PYD oldukça “yumuşak, esnek ve edilgen”. Bu “uslu” ortak, daha uzun yıllar karmakarışık kalacak Ortadoğu’da, ABD’nin vekillerine verilmiş iyi bir mesaj gibi görünüyor. ABD, SDG örneğinde olduğu gibi, NATO üyesi bir “devletle” zorlu diplomasi yürütüp, devlet dışı bir aktöre, sahadaki “vekiline”, ihanet etmediğini herkese göstermiş oldu. Ne de olsa “itibar”, gelecek için iyi bir yatırım ve önemli bir sermaye. Sonuçta ABD, “bir taşla birkaç kuş” vurmuş görünüyor. Bir yandan Türkiye’nin pozisyonu değişirken, İran stratejisinde aksama olmadığı gibi, olası DAEŞ sorunu ve İsrail’in güvenliği ile Irak cephesi de rahatlamış oldu.
SDF/PYD’ye gelince, örgüt “uslu” durmasının, “esnek” tutumunun ve “realist” yaklaşımının karşılığında politik meşruiyet yolunda önemli bir mesafe aldı. Güvenlik “garantisi” de işin yan çıktısı. Askeri kapasitesini hattın güneyine çekerek muhafaza edebilecek. Politik ruhu ise sadece hattın güneyinde değil, ara hatta ve Suriye’nin geleceğinin tartışılacağı masada kalmaya devam edecek gibi görünüyor.
Gelişmelerden hoşnut olmayan Rusya, İran ve Esad ise bu mutsuzluklarını dışa vurmaktan çekinmeyeceklerdir. Örneğin, İdlib’de olduğu gibi. Türkiye’ye gelince, o başka bir yazının konusu olmayı hak ediyor.