Erdoğan’ın kararlı tutumu sonrasında ABD devreden çıkarken, Suriye’ye askeri harekât için bir engel kalmamış gibi görünüyor. Bundan sonraki gelişmelerin cevabı, iç içe geçmiş olayların birlikte mercek altına alınmasıyla verilebilir. İlk akla gelen soru şu: ABD kurumlarının Trump’ın kararını nasıl hayata geçirecekleri ve süreci nasıl yönetecekleri. İkinci olarak, SDG/PYD/PKK’nın yeni dönem stratejisi ve DAEŞ kartını nasıl oynamaya çalışacağı. Üçüncü olarak, operasyon kararının ardından Rusya, Esad ve İran cephesinin olası tepkileri ve yaklaşımı. Dördüncü olarak, Avrupa Birliği, özellikle de Fransa ve perde arkasında sessizliğini koruyan İngiltere’nin gerek PYD/PKK gerekse DAEŞ konusundaki tutumunu izlemek gerek. Beşinci olarak, Suudi, İsrail, Mısır cephesinin verecekleri tepki ve sonraki tavırları sorunun yönetilmesi için önemli. Son olarak, Türkiye’nin konuyu nasıl tartışacağı, eş zamanlı olarak iki farklı karakterdeki tehditle (PKK, DAEŞ) farklı cephelerde nasıl mücadele edeceği, cevabı aranan
Gündem öylesine yoğun ki bazı gelişmeleri gözden kaçırabiliyoruz. Örneğin kangrene dönmüş Afganistan sorunu gibi. Geçtiğimiz cumartesi Afganistan’da seçim vardı. Seçimler gündemden düşmeyen yolsuzluk tartışmaları, iptal edilen Taliban’la müzakereler ve şiddet olaylarının gölgesinde gerçekleştirildi. Sayım ve sonuçlarının ilanı ise uzun bir zaman alacak.
Taliban aradan geçen 18 yıl sonra savaşmaya devam ediyor. İktidarı geri almak için askeri ve politik manada önemli bir mesafe kat etti. Bu nedenle seçimler Taliban için fazlaca bir mana taşımıyor. ABD ve müttefiklerinin tutumuna bakınca, onlar için de çok anlamlı olmadığını görebiliyoruz. Oysa 18 yıl önce, yola çıkarken, Afganistan’a demokrasi getirileceği ve iktidarı elde etmenin bundan gayri “meşru” yolunun seçim olacağı ileri sürülmüştü. O dönem çok heyecanlı nutuklar atıldı, yazılar yazıldı ve konferanslar düzenlendi.
Seçim, demokrasilerde halkın iradesini ve tercihlerini ortaya koyar.
Tüm dikkatler ABD iç politikasına kaydı. Trump’ın rakipleri, 2020 seçimlerinden önce, başkanın kariyer planlarını etkileyebilecek hamlelere başladılar. Uzun ve tartışmalı sürecin kimin yararına olacağına dair kesin bir görüş yok. Ancak daha uzun süre hem Amerika hem de dünya gündemini meşgul edeceği açık. Dikkatler bu sürece odaklanmış olsa da, ABD dış politikasının ana konuları masada duruyor.
Çin ile ticaret savaşından Kuzey Kore ile nükleer sorunlara, İran ambargosundan Suriye krizine, Rusya ile ilişkilerden Türkiye’ye kadar. Listede yer almayan sorunlar bile süreçten etkilenecek. Trump dikkatini iç politikaya kaydırınca ya bu konulara olan ilgisi zayıflayacak ya da içeride dikkatleri dağıtmak için dış politikada sert adımlar atacak.
Gündemin en sıcak, karmaşık ve çok yönlü sorunlarının başında İran nükleer krizi ve bu ülkeye uygulanan ambargo geliyor. Bu defteri açtığımızda gelişmelerin sadece İran ve ABD’yi ilgilendirmediğini görüyoruz. Aslında ön cephede İsrail, Suudi Arabistan, Yemen,
Uluslararası ilişkilerde ekonomik yaptırım sık sık başvurulan bir yöntem. Güçlü taraf, politik hedefini gerçekleştirmek için diğer tarafa ekonomik yaptırım uygular. Bazı malların satımını ya da ülkeye ithalini engeller. Örneğin, 1991’de Saddam Hüseyin’in Kuveyt’ten ordusunu çıkarmasını sağlamak için BM kararı ile uygulanan yaptırımlarda olduğu gibi. Böylece yaptırım uygulanan ülkenin kararlarından veya uygulamalarından vazgeçeceği beklenir.
Bazı uzmanlar yaptırım uygulanan ülkenin vatandaşları ciddi ekonomik sıkıntılar yaşasa da bu yöntemin savaştan daha insani olduğunu söylerler. Ancak bu sıkıntılar sıradan insanlar için geçerli olduğu gibi, bazı temel malların ithal edilememesi çoğu zaman ciddi sayıda can kaybına da neden olabilir. Ayrıca, milliyetçi eğilimlerin yüksek olduğu ya da otoriter rejimlerle yönetilen ülkelerde direnç daha fazla olabilir. Tüm bu tecrübelere rağmen yaptırımların işe yarayıp yarmadığı tartışılmaya devam ediyor. Dahası, bazı uzmanlar ortaya çıkan insani dramlardan mahcup,
Suriye iç savaşı PKK terör örgütüne hayal edemeyeceği kadar kapasite, müttefiklik ve yetenek kazandırdı. Buna karşılık, geniş ve huzursuz bir coğrafya, kontrol edilmesi gereken büyük bir nüfus, ciddi bir askeri baskı, ideolojik ikilem ve gittikçe artan “büyük güç bağımlılığı” ile karşı karşıya bıraktı.
PKK’nın geçmiş tecrübelerinin örgüte kazandırdığı en büyük yetenek belirsizlikleri fırsata çevirmek, riskleri minimize etmek için mozaik, birleşik bir strateji izlemeyi zorunluluk olarak görmesidir. Burada belirleyici ve dönüştürücü olan zaman, coğrafya, teknoloji ve baskıdır. Taktiksel düzeyde üretilen çözüm ise hibrit yaklaşımlardır. Nitekim örgüt, Suriye, Irak, İran, Türkiye ve iletişim teknolojisiyle ulaşabildiği tüm ülkelerde bazen terör faaliyetlerine bazen de yasal/yasa dışı politik aktivitelere ağırlık verir. Yoğunluğu ise dönemsel ihtiyaçlara göre ayarlamaya çalışır.
Son yıllarda PKK cephesinde üç husus dikkat
Son yazımda belirttiğim üzere, PKK’nın Suriye’deki varlığının uzun dönem örgüt stratejisine etkisi ancak “bütünlük” kavramı çerçevesinde anlaşılabilir. PKK, üç alanda uyumlu bir yaklaşıma sahiptir. Bunların ilki coğrafyayı bütüncül olarak ele almaktır. Örgüt, coğrafyayı mevcut siyasi ve idari sınırlarla ele almaz. Kendi zihnindeki sınır anlayışıyla, bütüncül ve fonksiyonel olarak yaklaşır. İkincisi, örgütsel yapılanma bir bütündür. Yatay ve dikey ağın herkesi bir şekilde kapsaması hedeflenir; bütünlük, disiplin ve hiyerarşi esastır. Örgüt geleneksel parti, ordu ve cephe yapısını her durumda muhafaza eder. Son olarak, PKK terör örgütü silahlı/askeri/politik faaliyetlerini stratejik düzeyde merkezi yapı içinde planlar. Sıklet merkezinin hangi bölgede olacağı, hangi araçların öncelikli kullanılacağı merkezi olarak planlanır. Harekât alanının geniş, karakterlerinin farklı, kaynakların sınırlı, fırsatların değişken olması sıklet merkezinin zamanla değişmesini
Suriye kaynaklı gelişmelerin PKK sorununa etkisini kavrayabilmek için üç konuya odaklanmak ufuk açıcı olabilir. Birincisi, PKK’nın siyasi hedefini ortaya koymak. İkincisi, bölgeyi nasıl okuduğunu, gelişmelere nasıl cevap verdiğini açıklamak. Son olarak, Suriye kaynaklı siyasi, askeri, coğrafi, ekonomik gelişmelerin PKK’nın hedeflerini, stratejisini, ilişkilerini kapasite ve önceliklerini nasıl değiştirmekte olduğunu belirlemek.
PKK, dün olduğu gibi bugünde “bağımsız bir devlet” kurma fikrinden vazgeçmemiştir. Bu noktada kafa karıştıran husus, örgütün söylem bazında ve propaganda amaçlı kullandığı muğlak kavramlardır. Bu söylemlerin içinde bol bol “demokrasi, özgürlük, Türkiye’yi demokratikleştirme” gibi kavramlar yer alır. Bu bir tesadüf ya da hedef değişikliği değildir. Veya bazılarının iddia ettiği gibi bağımsız devlet kurma fikrinden vazgeçmiş olduğuna delalet etmez. Sonuçta, PKK’nın önde gelen yöneticilerinin bol bol demokrasi ve özgürlük kelimelerini kullanması,
Uzun görüşme-lerin ardından Türk ve ABD askerleri Fırat’ın doğusunda devriyeye başladılar. Politik hedefleri birbirinden farklı olmasına rağmen “ortakmış” gibi davranmayı sürdürüyorlar. Askerlerin karadan altı zırhlı araç, havadan helikopter ve İHA’lar ile üç saat süren bir turun ardından Müşterek Harekât Merkezi’ne dönmeleri yeni gelişmelerin başı mı yoksa hayal kırıklığı mı, daha sonra göreceğiz. Devriyenin 3.5 milyon insanının yaşadığı Suriye’nin 1/3’ünde sosyal, ekonomik, siyasi ve güvenlik ağlarını anlamaya, şekillendirmeye yetmeyeceği açık. Yine de ABD tarafı yaratıcı hikâyeler üretmeye devam ediyor. Nitekim ABD’li bir albay, Türk tarafına PYD/PKK’nın tahkimatları imha ettiklerine dair deliller gösterdiklerini, bu nedenle ”güvenlik konusunda kaygılı” olmamalarını salık verdi(!). Daha ilginci, görevli olmasa da, SDG/PYD’nin, iki ülke askerleri devriye görevini icra ederken tepelerde konuşlanarak güvenlik sağladığını sosyal medyadan ve açıklamalardan öğrendik.