Van’daki felaketten sonra herkesin yardım etmek için elini taşın altına koyduğunu görmek mutluluk verici... Son olarak Beşiktaş Çarşı’nın maç sonu bere ve atkılarını ‘Van’a yollanması için’ sahaya atması beni çok duygulandırdı
Depremden beri tadımız tuzumuz yok, evde bile huzurla oturamıyor insan, ‘Van’da buz gibi havada’ yaşam mücadelesi veren depremzedeleri düşündükçe... Bir yandan da normal zamanda kıymetini bilmediğimiz şeylerin aslında ne büyük şanslar olduğunu görüyoruz. İnsanın başını sokacak sıcak bir evi, yiyecek yemeği, dışarıda kendini ısıtacak bir montu, hatta ayağında bir çift çorabı olması bile şükretmek için ne büyük sebeplermiş. Saçma sapan şeylere kafayı takıp kendine dert yaratmak ne yanlışmış!
Yardımlar adil dağıtılsın!
Tırlar dolusu yardım gidiyor Van’a, peki ama oradaki bir sürü insan neden hâlâ kuru ekmek yediklerini, battaniyeleri, çadırları olmadığını söylüyor? Yardım dağıtımlarının adil ve herkese ulaşacak şekilde organize edilmesi şart, yoksa yollanan yardımların bir anlamı yok.
Yalnız bir annenin söyledikleri içimi burktu. “Çadırlar geldiğinde erkekler hemen üzerine atlayıp alıyorlar, kocası olmayan bir kadın olarak erkeklerin önüne
Fakirinden zenginine herkes kendine göre yardım etmeye çalışıyor depremzedelere. Herkesin özel hayatını sergilediği, birbirine ağzına geleni söylediği Twitter bile yardım koordinasyon aracına dönüştü
Milletçe üzerimizde kara bulutlar dolaşıyor bu aralar, sizlere her zaman yaptığım gibi neşeli, eğlenceli konulardan bahsedemiyorum; arkası kesilmeyen şehit haberlerini aldıkça ve Van’da deprem sonrası görüntüleri izledikçe boğazım düğümleniyor, uzaktan takip etmek bile insana bu kadar acı verirken bu acıyı bizzat yaşayanları düşünemiyorum. Allah hepsine sabır versin, yardımcıları olsun..
İçimi biraz olsun rahatlatansa hiçbir konuda anlaşamayan toplumumuzun hemen her kesiminin, bu zor günlerde tek vücut olup kenetlendiğini görmek... Fakirinden zenginine herkes kendine göre yardım etmeye çalışıyor depremzedelere. Normal zamanda, -herkesin özel hayatını ortaya döktüğü ve milletin birbirine ağzına geleni söylediği için- varlığından hoşlanmadığım Twitter, bu kez yardım çağrılarının hızla yayılmasına ve etkin bir şekilde toplanmasına yardımcı olduğundan ilk kez “İyi ki varmış” diyorum.
Eğlenceler iptal!
Bu arada bir telefon mesajıyla da olsa katkıda bulunma şansı var
Reina’nın kapısına gelip kapalı olduğunu öğrenince “Ama hayat devam ediyor” diye tepki gösterenlerde vicdan ve mantık duygusu hiç mi yok? Hadi onu geçtim utanma da mı yok?
Gencecik evlatlarını şehit veren bir ülkede oluşacak ‘hassasiyetlere’ herkesin dikkat etmesi gerekiyor. Ortada iki ayrı görüş var. Kimi “Eğer televizyonlara sansür gelir, eğlence hayatı durdurulursa terör amacına ulaşmış olur, şehitleri geri döndüremeyiz” düşüncesinde, kimileriyse “Bunca askeri şehit olan ülkede eğlenmek diye bir şey söz konusu olamaz, yas tutulmalı” diyor. Tamam terörün amacına ulaşmasına izin vermeyelim ama bu iki görüşün bir ortası olmalı, güle oynaya da devam edilemez böyle bir durumda!
Sanatçılar konserlerini, çok sayıda televizyon programı yayınlarını iptal ederek hassasiyetlerini gösterdi. Best FM “Farkında olmak yetmez bunu göstermek gerekir” diyerek müzik yayınını durdurdu. Reina’nın kapılarını kapatması gerçekten örnek bir davranıştı. Aslında eğlence mekanlarının tümü aynı kararı vermeliydi.
Hayat devam ediyormuş!
Reina’nın kapısına gelip de kapalı olduğunu öğrenince “Ama hayat devam ediyor” diye tepki gösterenlereyse ne tepki göstersek yetersiz kalır. Bizim gibi
Uzak kaldığımız dönemde en çok yaptığım şey ‘düşünmek’ oldu. Geçmişi ya da geleceği düşünürken bugünü kaçırdığımızı fark etmiyoruz çoğu zaman. Ve şimdi bütün enerjimle huzurlarınızdayım
Bu köşede sizlerle buluştuğum koca bir senenin sonunda biraz soluklanmak, kendimi dinlemek ve ‘her şeye’ yeniden başlamak için kısa bir süre yazmaya ara verdim. Habersiz kaçtığım için kızmış olabilirsiniz ama ‘bir Hayalet’in hele ki çatlak bir ruhsa’ ne zaman ne yapacağı önceden belli olmuyor! Ve şimdi bütün enerjimle huzurlarınızdayım, ayrıca duygusallaşmayı pek sevmesem de sizi özlediğimi itiraf etmeliyim!
Uzak kaldığımız dönemde en çok yaptığım şey ‘düşünmek’ oldu. Hayatımı, yaptıklarımı, yaşadıklarımı, beni üzenleri, benim istemeden üzdüklerimi, hayatıma girenleri, hayatımdan gidenleri, başardıklarımı ya da henüz ulaşamadıklarımı... Hepsini düşündüm durdum. Sonra anladım ki “Düşün düşün kakadır(!) işin” gelmiş geçmiş en doğru laflardan biri! Düşünen adam heykeli miyim anasını satayım, bekleme yapma devam et! Derhal hayatın içine ve sosyal Hayalet kimliğime geri dönüş yaptım. Ohhh be dünya varmış!
Geçmişi ya da geleceği düşünürken bugünü kaçırdığımızı fark etmiyoruz çoğu zaman.
Defalarca hata yapmasına rağmen karşısındakine yeni şanslar veren ve sırtından vurulan çoktur. Oysa o kadar basit bir mantığı var ki bu işin; bir kere kazık atan yine atar, bir kere üzen yine üzer. Kimseye ikinci bir şans verilmemesi gerektiğine inanıyorum artık
Saat, sabahın 7’si. Yer, Zeynoş’umun salonu. Durum, iki en yakın arkadaş karşılıklı koltuklarda oturmuş muhabbet ediyoruz. Diyeceksiniz ki “Kafayı mı yediniz, sabahın bu saatinde ne muhabbeti?” Efendim bu Zeynoş’un iki enerji hapı yutmuş kedisi sabaha kadar evin altını üstüne getirdi, uyumak için ne kadar direndiysek olmadı ve en sonunda çaresiz cin gibi dikiliverdik. İnanır mısınız sanki görevlerini tamamlamış olmanın huzuruyla mışıl mışıl uyuyor hainler şimdi.
Zeynoş çok eski arkadaşım, birlikte geçen onca senenin, paylaşılan hayatların neticesinde kendisi beni benden iyi tanır. Bugüne kadar hiç kazık atmadık birbirimize, hep yan yana omuz omuza durduk. Hayatım boyunca dost sanarak güvendiğim ve ‘kazığın en alasıyla beni ödüllendiren’ o kadar kişi oldu ki, bunları düşününce gerçek dostun kıymetini daha iyi anlıyor insan. O beni hep “İnsanları hayatına çok çabuk sokma, sonra pişman oluyorsun” diye uyarır, ben her
Türkan Şoray’dan ders alacak öğrencileri kıskanmadım dersem yalan olur!
Oyunculuğa gönül vermiş bir öğrencisin. Sınıfta hocanın gelmesini beklerken kapı açılıyor ve içeri Türk sinemasının efsanesi Türkan Şoray giriyor! Benim nutkum tutulur heyecandan yeminle! Sinemayı, sinemanın en büyük yıldızından öğrenmek ne büyük bir ayrıcalık, ne büyük bir rüya düşünsenize.. Türkan Şoray’dan ders alacak öğrencileri kıskanmadım dersem yalan olur!
Büyük usta Müjdat Gezen’in eğitime sağladığı katkılar ve yetiştirdiği parlak gençler saymakla bitmez. Şimdi de ‘Türkan Şoray Sinema Akademisi’ni hayata geçirdi. “Müjdat Gezen elli yıllık mesleki yaşamımda öğrendiklerimi gençlerle paylaşmamı istiyor. Hem sinemaya, hem eğitime, hem de gençlere aşık biri olarak böyle bir teklife seve seve evet dedim. Ne biliyorsam, ne yaşadıysam sinemaya dair hepsini onlarla paylaşmak istiyorum” diyen Şoray eğitim sonunda öğrencilerin sertifikalarını da kendi elleriyle verecek.
Müjdat Hoca bu eğitime katılmak için bir sınırlama olmadığını, kapılarının herkese açık olduğunu söyledi. Sinemaya gönül veresim, Müjdat Gezen Sanat Merkezi’ne koşasım, “Beni de alııın” diyesim var! Sinemayı ve oyunculuğu öğrenmek
Eşi tarafından tüm Türkiye’nin gözü önünde aldatıldığı için boşanma sürecinde olan İvana Sert’in söylediklerini duyunca yine deriiiin düşüncelere kapıldım. “Beni birçok erkek gibi defalarca aldattı. Bu aldatma konusu erkeklerin huyunda olan bir şey zaten. Bu işi spor niyetine yapıyorlar. Ben yine göz yumardım fakat bu sefer abarttı” diyor.
Öncelikli olarak tüylerimi diken diken yapan konu; artık erkeklerin aldatma olayının bir çok kadın tarafından ‘son derece olağan’ karşılanıyor olması! Arkadaşlar bi silkelenin gözünüzü seveyim ya! Evlilik birbirine ömür boyu bağlanmanın, sadakatin sözüdür. Aldatılmayı kabullenmek de ne demek?!
Erkek aldatsın, kadın sakııın!
Kadınlar ‘üç maymunu’ oynamaya ve aldatmayı normalleştirmeye devam ettikçe işimiz iş valla! Adamlar bunu kendilerinde hak olarak görmeye başladılar! Öte yandan bakın ki, karısını defalarca aldatan Yurdal Sert ortaya “Karım da beni aldattı” lafını atınca kıyametler kopuyor! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu! Madem aldatmayı hak görüyor erkek milleti, eee eşit haklara sahibiz, erkek de kabul etsin o zaman! Aldatılan erkeğin şerefi, namusu, haysiyeti kirleniyor da aldatılan kadınınki kirlenmiyor mu?! İşin aslı;
‘Kuzey Güney’in ikinci bölümünde herhalde ‘Muhteşem Yüzyıl’a seyirci kaptırmama taktiği olarak uzun süreler boyunca reklam arası verilmemesi dakika başı reklama alışmış bünyeme tatlı geldi! Yeni taktik olarak her iki dizi de tekrar yayınlamamaya başladı
‘Kuzey Güney’i yine büyük bir zevkle izledik ailecek. Dizinin sevilmesinde Kıvanç Tatlıtuğ ve Buğra Gülsoy ikilisinin başarılı oyunlarının yanı sıra Zerrin Tekindor ve Mustafa Avkıran gibi usta oyuncuların da büyük etkisi var.
Zerrin Tekindor kızı için büyük hedefleri olan, bu yüzden sürekli kızına nasihat eden ve onun yanlış tercihlerinden endişe duyan anne rolünde o kadar harika ki anlatılmaz izlenir cinsten! Öyle bir oyun gücüne az rastlanır. Mustafa Avkıran gerçekten kendinden nefret ettirecek kadar inandırıcı sert ve dayakçı baba rolünde. Ustalara saygılar yolluyorum.
Kızlar kendini geliştirmeli!
Ama öte yanda dizinin kızları için maalesef güzel şeyler söyleyemeyeceğim. Mesela Öykü Karayel’in her sahnede aynı anlamsızlıkla bakmasına, mimiklerinin hiç değişmemesine daha önce de dediğim gibi fena uyuzum. Bir tek bana mı öyle geliyor desem, diziyi izleyen dostlarla yaptığım sohbetlerde de hep aynı yorumları duyuyorum.