Bir yer biraz popüler oldu mu fiyatlar hemen yükseliyor. Aynı restoranlara takılmak yerine farklı mekanları denemek en güzeli..
Millet tatilinin son günlerini yaşarken yine Bodrum’dan 1-2 haber vermesem olmaz. Bodrum’daki bazı restoranların uçuk fiyatlarından daha önce de bahsetmiştim. Bir yer biraz popüler oldu mu, bir iki köşe yazısında bahsedildi mi müşteriler olarak yandığımızın resmidir arkadaşlar! Fiyatlar hemen yükseliyor, günler sonrasına rezervasyon yapacak kadar havaya giriliyor! Yenilen güzel yemekler, geçirilen hoş vakitler hesabı görünce kursakta kalıveriyor!
Gümüşlük’teki ‘Limon’u bilmeyen yoktur, gün batımının en güzeli ordan seyredilir, Bodrum’un en keyifli mekanlarından biri.. Ama son günlerde konuştuğum birçok kişi çok pahalı olduğundan yakınıyor. Aynı şekilde ‘Mimoza Balıkçısı’.. Böyle bir atmosfer zor bulursunuz, masalda gibi hissediyor insan kendini ama fiyatlar uçuk.. Bir tek bana mı öyle geliyor desem öyle de değil, tatilciler çok bahsediyor bundan..
Reana Balıkçısı’na gidilmeli..
Benim favorim Gündoğan’daki ‘Reana’ bu aralar.. Mezesi, balığı her şeyi kusursuz, denizin kenarında keyif yapmak için ideal. Üstelik içki içmeyince gayet uygun
David Letterman’ın programını izlerken bizim talkshow programlarımızda görmeye alışkın olmadığımız bir özelliğe uyandım. Adam konuklarına çok iyi davranıyor! Karşısındaki konuğun dünyanın en ünlü yıldızlarından biri olması ya da adı duyulmamış yeni bir isim olması hiç fark etmiyor. Misafiri olan kişiyi büyük bir saygı ve övgü dolu sözlerle yüceltiyor, kendini iyi hissetmesini sağlıyor. Bir de bize bakalım!
Henüz kariyerinin başında olan veya yüzü fazla tanınmayan konuklar genelde ‘program dekoru’ muamelesi görüyor. Programcı sanki lütfedip çıkarmış gibi tepeden bakıp, fazla yüz vermiyor. (Aman kendini değerli hissetmesin!) Bu kategorideki program konukları şansa 1-2 cümle edebilirse ne âlâ! Çoğu zaman sohbet sırası gelmiyor, bazı konuklar göklere çıkarılırken diğerleri hiç umursanmıyor.
Konuk aşağılama geleneği bozulsun artık!
David Letterman şarkısını söyledikten sonra yerine geçen konuğuna teşekkür edip gurur verici sözler söyleyerek onu onore ediyor. Burada şarkısını bitiren sanatçıya teşekkür edilmez! Sanki o şarkı hiç söylenmemiş gibi başka konuğa dönüp başka muhabbete geçmek moda bizde! Sanatçı orada ‘tek kare mosmor’ kalsın, tebrik etmek, birkaç güzel söz
Hep aynı yöne bakmaktansa, at gözlüklerimizi çıkarıp yeni ve taptaze işlere de bir şans versek süper olacak!
Müzikte ve televizyonda yıllardır sürekli olarak aynı tipleri görmekten artık gına geldi! Gazeteler her gün aynı kişilerin fotoğraflarını basıp, haberlerini yapmaktan, radyolar ve müzik kanalları aynı şarkıları çalmaktan sıkılmıyor. Birileri bütün köşeleri kapmış ve yeni isimlerin aradan sıyrılma fırsatı yok! Belli bir noktaya gelip adını duyurmuş olanlar, dünyanın en uyduruk ve dinlemesi kulaklara zarar şarkısını yapıp çıksa bile kabul görüyor, her yerde çalınıyor.
Sonsuza kadar aynı tipleri mi izleyeceğiz?!
Öte yandan radyolar yeni isimlerin şarkılarını binbir naz yaparak çalıyor ya da hiç çalmıyor. Müzik şirketleri yeni isimlere, ne kadar potansiyeli olursa olsun burun kıvırıyor. Herkes ticaret kafasında, müzik ve sanata hizmet eden kalmamış!
Bir sürü emek ve para harcayıp güzel işlere imza atan yeni isimlerin birçoğu şarkılarını duyurma imkanı bulamadan kaybolup gidiyor. Halbuki destek de demiyorum hakkı olana biraz hakkı verilse müziği tekeline almış birçok kişiyi ezip geçecek yıldız adayları var. Eee sonsuza kadar aynı insanları dinlemeye ve görmeye mi
Ajda Pekkan’ın ‘Hello!’ya verdiği röportajı okurken satır aralarında ‘aşka ve hayata dair’ bazı söyledikleri dikkatimi çekti. Bizler de kendi hayatlarımızın ‘Süperstar’ları olduğumuza göre, bu maddeler işe yarar!
“Şimdiki aşklar çok çabuk tüketiliyor” cümlesine “Benim dışarıyla ilgim yok!” karşılığını veriyor. Tabii ki hayatı birçoğumuzdan başka ama isteyen herkes aşkını mümkün mertebe ‘dışarıdan’ uzak yaşayabilir.
Aşklar neden çabuk tüketiliyor?
Artık alternatif çok, ‘bu giderse sıradaki’ mantığı var herkeste! Al aşkını, çekil bir kenara arkadaşım, koluna takıp ortalarda fır dönme, mutluluğuna fazla dikkat çekme bu zamanda, insanın gözünden sürmeyi alıyorlar Alimallah!
Aşkı ‘O anlar’dan ibaret diye tarif ediyor: “Sorgusuz, koşulsuz, olduğu gibi... Hesaplaşmalara girince adı aşk olmuyor.” Birçoğumuz kıskançlıktan, ego savaşından, güvensizliklerden kafa devamlı meşgul olduğu için kendimizi ‘o an’a bırakmayı bilmiyoruz. Halbuki hayatın koşturmacası içinde aşk aslında keyifli birkaç andan ibaret. Tadını çıkarsana!
İnsan kendini mutsuz eden, canını yakan olay ve kişilerden uzaklaşır; gerektiği yerde duygularının yerine mantığını koymayı bilir ya da bilmelidir! Ben ise Hayalet olduğumdan mıdır nedir bunu bir türlü beceremiyorum. Aşk acısı çeke çeke imanım gevredi üzerinize afiyet! Geçenlerde havaalanında uçak vaktini beklerken (ki çok bekledim rötarların sonu gelmiyor!) canını yediğimin aşk acısından bezmiş şekilde kendime kafa dağıtacak bir kitap bakmaya başladım.
Raftaki bir sürü kitabın arasında Nuray Sayarı’nın ‘Aşk Kuantumu’ kitabı çekti dikkatimi. Aslında aşka çözüm getirdiğini vaad eden kitapları sevmem. Çünkü böyle bir yardıma gereksinim duyduğum için kendimi ezik hissederim ama o anda zaten ruhum ezikliğin dibine vurmuş olduğundan atlayıverdim kitabın üzerine! Nuray Sayarı’nın ‘İçindeki Gücün Sırrını Keşfet’ kitabını da daha önce okumuş ve gerçekten çok faydalanmış olduğum için gönlüm de rahattı.
Her satırı hayata yön veriyor
Eğer gerçekten kendinizde bir şeyleri değiştirmeye karar vermişseniz Sayarı’nın kitaplarını okumuş ve hayatı değişmiş biri olarak mutlaka okumanızı tavsiye ediyorum. İlk sayfadan itibaren adım adım, okuyucusu sanki karşısındaymış ve onunla
Hafta sonunu Bodrum’da geçirmeyi düşünüyordum ama bir anım bir anımı tutmadığı için arkadaşlarımdan gelen bir telefonla cumartesi akşamı attım kendimi Çeşme’ye... Hemen karşılaştırmalara başladım tabii! Çeşme Bodrum’dan kat be kat daha keyifli bir tatil yeri haline geldi son yıllarda. Zaten Bodrum’la kıyaslandığında çok daha kalabalık. En güzeli de Bodrum’un aksine mesafeler kısa olduğu için yol derdi olmadan gezebiliyorsunuz.
Ateşdağlı yakıp geçiyor!
Otele bile uğramadan attık kendimizi Sole Mare’ye, DJ Suat Ateşdağlı dediniz mi bende akan sular durur arkadaşlar, cumartesi gecesi de orada çalıyor. Kapıda upuzun bir kuyruk, içerisi tıklım tıklım, Ateşdağlı her gittiği yerde büyük ilgiyle karşılanıyor, her bir günü dolu, gittiği her yerde aynı kalabalık, aynı sevgi...
İnsanları nasıl coşturduğunu, herkesin onun müzikleriyle kurtlarını nasıl döktüğünü görmeniz lazım. DJ kabininden çıktıktan sonra millet resim çektirebilmek, imza alabilmek için kapısında kuyruk oluyor, Ateşdağlı da yorgunluğuna rağmen tek bir kişiyi bile geri çevirmeden, bütün sevenleriyle ayrı ayrı ilgileniyor. Türkiye’nin en iyi DJ’i unvanının yanında bir de 'DJ’lerin starı' demek lazım ona, çünkü
Cadde’nizin Hayaleti olarak ölümsüzlüğün tadını şöyle televizyon karşısında keyifle geçireyim demeye bile imkan bulamıyorum. Zamansızlıktan değil, bende zaman çok malumunuz ama TV’lerde hal yok azizim... Dizi izleyeyim diyorum, zaten gün boyu anamız ağlamış şiddet haberleri, vur-kır, silah-bıçak ve de her tür saçmalığı okumaktan, duymaktan, bir de gece gece aynı olayları dizide görüyorsun, zap tabii...
Bir yarışma izleyeyim diyorsun, dans, şarkı, oyun yeteneği, moda, ne olursa olsun hepsinde jüri üyelerinin bir nevi ‘hakaretle ego tatmini’ni görüp canın sıkılıyor. Bunların hepsi Batı ülkelerinde yayınlanmış program formatlarından alınma ya (yoksa “Çakma” mı demeli), o programlarda dünya çapında isim yapmış uzmanların yarışmacılara ‘keskin eleştiriler’ yapmasını bizimkiler ‘hakaret etme’ olarak algılıyorlar ve ver yansın. Karşılarında “Belki bir yerden yakalar da sanatçı olurum” diye katılmış ama gururu yerle bir olmuş gençler de renkten renge giriyor, katılıp katılacaklarına pişman oluyorlar.
Arası yok mu bunun?
Eğer jüri üyeleri içinde ‘sözü daha çok dinlenen kişi’ beğenmişse diğerleri de beğeniyor ve hepsi birlikte beğeniyi abartarak o yarışmacıyı göklere çıkarıyorlar.
* Raı sa&Vanessa
Sason: Ajda Pekkan’ın her daim en şık kadınlardan biri olmasının ve herkesin bayıldığı sahne kostümlerinin arkasındaki iki isim. “Ajda bu sefer ne giydi acaba?” diye heyecanla sahneye çıkışını beklememizin ve her seferinde bir öncekinden daha da etkileyici bir kostümle görmemizin sebebi işte bu kızlar. Tasarımcı kardeşler henüz çok genç olmalarına rağmen sanat dünyasının ünlüleri onlarla çalışmak için sıraya giriyor artık. Onların adını her geçen gün daha da çok duyacağımız kesin.
* Etiler Tony&Guy:
Yıllardır aynı kuaföre giderim ama arada bir hava değişikliği yapıp başka yerleri de görmek lazımmış. Tony&Guy boyadan föne, manikür pedikürden makyaja her şeyde çok iyi. Makyöz Şengül Akalın sosyetik hanımların vazgeçemediği bir isim. O kadar doğal yapıyor ki makyajı, suratınıza “bir kalıp boya sürerek maske yapan” bazı makyözlerden sonra Şengül Hanım ilaç gibi geliyor valla!
* Ortaköy House