Balıkesir için çok, Galatasaray için her şey denecek bir maçtı. Yeni geldiği Süper Lig'deki puansızlık Bal-Kes'i kasıp kavuruyordu ama, İddaa bile ev sahibine 6.5 vererek, "Bir numara olmaz" diyerek bol keseden dağıtmıştı anlaşılan!
Ligde Eskişehirspor ile yaşanan sessizliğin ardından, Anderlecht karşılaşmasında da yaşanan tutukluk, camiayı bile kongreye götürecek pozisyona taşıdı. Bugüne gelinceye kadar Galatasaray ligde 3'te 3 yapsa, Şampiyonlar Ligi'ne üç puanla başlasa kriz olur muydu hiç... 500 milyon değil, 500 milyar borcun olsa, sportif başarı olduktan sonra kimse ağzını açamazdı büyük takımda...
Galatasaray ilk yarıyı yenik kapadı ama ilk gol Bal-Kes'in başarısı değil, sadece "bal"ıydı. Kaleye ilk kez gelen, ilk defa kaleyi bulan bir şut çeken Sercan Yıldırım, o kadar akıllı(!) vurdu ki, Semih'ten sektirip gol oldu. Değme bilardocular bu kadarını düşünemezdi!
Cim-Bom yüklendikçe yüklendi... Daha maçın başında Sneijder ile direkten döndü. Burak, ofsaytta kalmaktan bitap düşerken, Balıkesir, "kalesini" savunabilmek için 9 kişiyle duvar örüyordu.
Prandelli'ninbek konusunda kafası çok karışık anlaşılan... Solda; Bursa'da Tarık var, Şampiyonlar Ligi'nde Telles...
Beşiktaş taraftarı kendini Avrupa'ya sakladı anlaşılan... Veya, Atatürk Olimpiyat Stadı'ndaki maçın seyircisiz(!) olduğunu zannediyordu. 3 bin, 5 bin, bilemedin 10 bin... Yazık değil mi emeklere... Ayıp değil mi dökülen tere... Kombine alanlar bile gelmedikten sonra, hesap edin artık Beşiktaş'ın durumunu... Çarşı'nın "darbeye teşebbüsü" statta geçerli... Yoksa takımı bu halde yalnız bırakmak, resmen darbe!
Kaleye Tolga geldi ama ona top gelmedi ki... Çaykur Rizespor, ilk yarı boyunca rakip kale önüne gitmemek için yemin etmişti sanki... Anladık; Mehmet Özdilek, Beşiktaş'ı gözünde büyüttü. Ama Kartal'ın bu halini gördükten sonra sahadakilere cesaret gelmez miydi? Anlaşılan onlar da korkmuştu.
"Benim golcülerim bana yeter" diyordu Bilic ama Demba Ba'sız bir Beşiktaş'ın sıkıntısı, hem Mersin'de hem de bu maçta apaçık görülüyordu. Sahi Demba Ba nerede? Tribünde... Neden? Sakatlıktan... Müzmin mi? Yok canııım... O Başkan'ın transfer stratejisiydi. Ama onu Beşiktaş'a getirmek de menajer stratejisi ise... Neyse...
Orta sahadaki boşluk, Rize için hoşluk! Topun tek hakimi gibi görünen Beşiktaş ama kaleyi bulan tek şut - ona da şut denirse - Çaykur Rize'den...
İstediğiniz kadar "seyircili" oynatmak için uğraşın, kulüpler ve taraftarlar "seyircisiz" diye inat ettikten sonra Türk Telekom Arena'nın ve onun gibi statların manzarası hiç değişmez.
Bununla ilgili yığınla mazeret, bir o kadar suçlu bulabilirsiniz. Ama kimseye Galatasaray Yönetimi'nin buradaki meziyetlerini(!) anlatamazsınız. Taraftara "Dur" diyeceklerine "Vur" derken, "Aferin" der gibi Melo'nun sırtını sıvazlarken, sakın ola Süleyman Seba'yı ağzınıza almayın. Hukuk Müşavirliği'nin bundan önce neden devrede olmadığını eleştirin ama Süper Kupa'daki çirkinlikleri "taraflılık" yaftasıyla örtmeye çalışmayın.
* * *
Maç aynen Eskişehirspor'un istediği gibi oynandı. Galatasaray da doğrusu bunu bozmak için fazla uğraşmadı. Topla oynama oranı neredeyse yüzde 70 ile sarı-kırmızılılardaydı ama nafile... Rakamlar değil, işlev önemli... Cim-Bom, birbirini yeni yeni tanımaya çalışan futbolculardan kurulu bir takım gibiydi. Yeniler vardı ama birbirlerini yeni tanımaya çalışan eskiler de fazlaydı.
Selçuk bitik, Sneijder yitikti. Bu maçta Melo olsa ne değişirdi? Bence fark ederdi. Bruma kendini göstermek için uğraşıyor ama insanın gözüne sokuyor! Burak, son durak... Top geliyor
"Vur, kır, parçala bu maçı kazan"
Emredersiniz!
90 dakika başlamadan tribünlerden duyulan tezahüratlardan biri bu...
Sonra...
Teksas'ı yok, Maraton'u yok.
Eeee, sonra...
Süleyman Seba Sezonu'na futbolla başlayalım dedik ama neyse!
* * *
Necip Fazıl'ın iki mısrası, Süleyman Seba'nın sürekli cebinde taşıdığı vasiyetiydi...
Medyadan her zaman uzak, ancak gazetecilere de bir o kadar yakın bir isimdi Süleyman Seba... Belli aralıklarla buluşurduk. Buluşmalarımız adı “Dostlar Sofrası”ydı... İlyas Namoğlu’nu herkesten ayrı tutar, Faik Gürses’e ne kadar kızsa bile yanından ayırmazdı. Coşkun Türk manevi evladı gibiydi. Bilal Meşe’yi “Ulan sakal” diye anar, ama toz kondurmazdı. Necil Ülgen’i, “Sen Laila’ya, biz yaylaya” diye kızdırır, Mehmet Demircan’ı da, “Çipşan (Şişman)” diye severdi. Bana, “Sakaryalı” diye takılır, “Sen bunlara pek benzemiyorsun” diye ilave ederdi. Can Uyguç ile Engin Verel ise onun bam teline dokunur, eski sevgililerinden dem vurup, tepesini attırırdı!
Dostlar Sofrası’na zaman zaman Rauf Tamer, Fikret Ercan, Tufan Türenç, Doğaner Gönen gibi ustalar da uğrardı. Aziz Yıldırım, vefatına kadar Özhan Canaydın, sonrasında da Sadri Şener, gazetecilerle bu kadar sıkı fıkı olmasına şaşırsa da, Süleyman Ağabey’in güvenine bakarak, birçok sırlarını anlatırlardı. Gerçekten de orada olan, orada kalırdı.
İşte yine böyle bir Dostlar Sofrası’nda Süleyman ağabey cebinden çıkardığı kağıt tomarlarının
Fenerbahçe, CAS'ın kararına karşı İsviçre Federal Mahkemesi'ne başvurdu.
Buraya kadar her şey güzel...
Çünkü, kararın Fenerbahçe'ye ulaşmasının ardından 30 gün içinde böyle bir hakkı vardı. (Gerçi aynı Fenerbahçe, mayıs başında çıkan haberleri, 'Bize gelmedi' diyerek yalanlamıştı ama neyse!)
Şimdi de, neden başvurulduğu konusunda bir takım iddialar ortaya atılıyor. İddialar diyorum, sarı-lacivertlilerden bununla ilgili detaylı bir açıklama yapılmıyor. Sadece, "Cezamız bir yılda bitebilir" söylemi ortaya atılıyor; neden, nasıl, ne şekilde, bununla ilgili bir bilgi de yok.
Federal mahkemenin kararı bozma yetkisi tabii ki var. Ama bu, büyük oranda usül yönünden gerçekleşebiliyor. Bu ne demek? Türkçesi, "Uluslararası Spor Tahkim Mahkemesi (CAS), Fenerbahçe'yi yargılarken usulüne aykırı davranmış mı? Taraf tutmuş mu? Verdiği kararın kamu düzenine aykırılığı var mı? Hakem heyeti kurulurken, tarafsızlığını yitiren biri bunun içinde yer alıyor mu?" gibi olaylara bakacak. Fenerbahçe şike yapmış mı, Aziz Yıldırım bunun ne kadar içinde, vay efendim UEFA'nın şikeyi yargılama yetkisi var mı? gibi, gibi arka arkaya sıralanacak birçok soru, İsviçre Federal Mahkemesi'nin kapsamında
Erten Ersu, Mehdi Akgül, Emre Belözoğlu, Uygar Mert Zeybek, İbrahim Serdar Aydın ve Muhammed Akarslan... İşte Fenerbahçe'nin yedek kulübesi... Yıldızların çoğu tatile bile çıktı; kalanlar, Süper Lig'in misafiri olan rakibi karşısında formaliteyi tamamlamak için sahadaydı. Hani mecbur olmasa, Ersun Yanal bile Kayseri'ye gitmezdi!
Böylesine bir ortamda, öylesine bir maçta "futbol kalitesi" aramak, tekeden süt beklemeye benzerdi zaten... Ev sahibi Kayseri, Fenerbahçe kalesinde daha fazla göründü ama golü sarı-lacivertlilerin atmasını da, "futbolcu kalitesi"nde aramak daha doğru olurdu. Fener, 2 şutun 1'ini gole çevirmeyi bildi. Cristian'ın gelişine vuruşundaki ustalığı, onun tecrübesini ortaya çıkarıyordu. Ama bu gol, onu bir yıl daha Fenerbahçe'de tutar mı, soru işareti...
Kayserispor'da ise Abdullah'ın direkten dönen şutu var ki, onunki yeteneksizlik değil; basbayağı talihsizlikti. İyi takımın kötü kaderi... Kısmetse gelir Hint'ten Yemen'den, kısmet değilse ne gelir elden!
Aslında, golden çok, sonrası, insanın ruhunu daha fazla okşadı. Sevincin yerine gösterilen "saygı duruşu" da büyük bir saygıyı hak etti. Gönlünün rengi ne renk olursa olsun, acının rengi ön plandaydı bu
B eyinler uyuşmuş, futbolcular afyon yutmuş gibiydi maç başlarken... İki takım açısından da önemi son derece yüksek bir karşılaşmada heyecan çok daha fazla olur diye düşünüyorsunuz ama, hele ilk yarıyı bir görseniz... İki takım da şut atmaktan aciz, “Hele bir görelim” havasında, rakibini bekledi. 45 dakikada iki takımın da üçer şutundan sadece biri kaleyi bulurken, kalecilere iş düşmedi diyeceğim ama İvesa’nın kapadığı köşeden aldığı topu ne yapmalı!
Beşiktaş, daha kaliteli ayaklarının verdiği avantajla, o tek isabetli şutla golü buldu. Demek ki, “kazanmak-kaybetmek” sadece sahadaki futbolla olmuyor!
Elazığspor, Beşiktaş savunmasındaki acemiliği kullanamadı. Ersan, Sivok, Escude sakat, Dany de kadro dışı olunca, Bilic’in yapacağı iki şey vardı; ya eldeki mevcutlardan bir stoper çıkarmak, ya da stoper kimliği taşıyan bir genci alt yapıdan yukarı çıkarmak... İkisini de yaptı aslında Bilic... Ama Jones’u ilk 11’e, Tugay’ı kulübeye... Bana göre Tugay da oynasa bundan daha kötü olmazdı. Jones acemice hareketler yaptı ama kendi açısından şanslı bir akşamdı. Çünkü kendini zorlayan yoktu.
H H H
Elazığ’ın “Kaybedecek bir şeyim kalmadı” düşüncesi çok erken oluştu. İlk yarıdaki