Beşiktaş'ın makine ustalığındaki otomatikleşen düzeni içinde, kim oynarsa oynasın fark etmiyor. Zorunluluk içinde kaldığında Bilic'in işi kolay; al birini, ver ötekine...
Ama Bilic, mecbur olmadığında da rotasyon işini iyi beceriyor. Kerim ile Olcay nöbetleşe oynuyor, İsmail ile Motta, "Ha sen-ha ben" demeden görevini yapıyor. Üç gün önce birini, beş gün sonra öbürünü oynatıyor.
Ama vazgeçemeyecekleri de var. Mesela Cenk... Emre'ye nasıl güvensin? Belki de çok iyi kalecidir ama kalede "ustalık sertifikası" aradığı için sakatlığına rağmen Cenk'i yanında oturtmadı, oturtamadı...
İlk 45 dakikalık bölüm içerisinde, Gökhan Töre bildiğiniz gibi, Demba Ba da gayretliydi. Sosa tam olarak devreye giremezken, Kerim Frei ise kendinden beklenenden uzaktı.
Kardemir Karabükspor, Beşiktaş'ın topa hakimiyetini kabullenerek, "Acaba bir sürpriz yapar mıyım?"ın derdindeydi. Traore'nin çabasına Viola ve Akpala ayak uydurmaya çalışsa da, nafile... Karabük ile Beşiktaş arasındaki ilk 45'teki dalaşması, 2 metrelik delikanlı ile 1.55'lik genç kızın dansı gibi aksak, uyumsuz ve gözü rahatsız eden özellikteydi.
Bu hengamede ne doğru dürüst bir pozisyon, ne de akıllarda kalan bir şeyler
Başakşehir Fatih Terim, bir futbol stadı ama bu sahnenin başrol oyuncuların taraftar, yine rolünü eksik ezberlemişti.
Maç başlamadan listeye bakıldığında, rolünden şüphe edilen diğer isim de Bilic gibiydi sanki... İki stoperin yokluğunda, Atınç yine yoktu. Bu maçta yoksa, ne zaman olacaktı? Kulübede varsa nasıl oynayacaktı? Necip, ondan daha iyi bir stoperlik mi yapacaktı?
Tüm bu soru işaretlerinin ışığı altında maç başladı. Hem de ne başlama... Önce Adem yokladı, Demba Ba arkasından golü kokladı. Maç biraz sertleşti, hakemin sarıları bir anda netleşti. Belli ki bu şekilde hakimiyetini göstermek istedi.
Beşiktaş'ta orta sahası her zamankinden farklıydı. Oğuzhan'la, Olcay kenarda, Sosa ile Kerim Frei yeşil alanda... İlk yarıda Sosa ortalıktaydı ama Kerim sanki biraz kaçaktı.
19'luk Mert'in şansına bak! İlk kez 11'de çık ve karşında Beşiktaş olsun. Hem de Demba Ba gibi dünya yıldızını durdurmak için çabala... Sosa ile yaşadığı pozisyon "geldi, geçti" hakem "Penaltı yok" dedi, ama Ersan'la çıktığı hava topunda elinin-kolunun oynaması, hiç de öyle gelip geçici değildi. Eeee Mert, futbol işte böyle namert! Moralini bozma, dersini al ve devam et...
Söze Necip ile başladık
Ligin en az gol yiyen takımı karşısında oynamak kolay değil... Hele Gökhan Töre ve Olcay Şahan gibi iki dinamo da radara yakalanınca, haliyle kadro kurmak da zor oluyor. Bir de bunlara Veli de katılınca, Beşiktaş'ın hücum hızı otomatikman düşeceği aşikardı.
Bilic'in kadro tercihinde soru işaretleri de yok değildi. Mesela, forvette Demba Ba, Cenk Tosun ikilisinin olması, hele hele Mustafa Pektemek'in yokluğunda ne anlam ifade ediyordu acaba? Ya da kulübede bir golcünün bile bulunmaması, olası bir sakatlıkta nasıl telafi edilecekti?
Maça başlandığında, Beşiktaş şöyle bir esti, gürledi. İlk yarım saatlik bölümde Cenk'in direkten dönen şutu ve birkaç yoklama, Kartal için hiç yeterli olmadı.
Bu sırada Başakşehir ne yaptı? Beşiktaş'ın topa sahip olmasına izin verdi. Avını bekleyen aslan misali sinsi sinsi uzaktan gözledi. Ne kalesine yaklaştırdı, ne de oyun kurmasına olanak tanıdı. İşte bu süreçte Beşiktaş'ta olanla-olmayanlar arasındaki fark daha bariz bir şekilde görüldü.
İlk yarının son bölümündeki bu durağanlık, tam da Avcı'nın avını köşeye kıstırmasıyla son buldu. Yine bir duran top oyunu, yine adam paylaşımındaki hata ve bunu affetmeyen Başakşehirspor...
Beşiktaş için
Lig liderliğinin verdiği havaya, UEFA Avrupa Ligi'nin cakası da eklenince, Beşiktaş için çok farklı düşünmek gerekiyordu. Partizan öncesinde, "Kağıt üzerinde her şey çok kolay ama..." diyerek icraatın önemli olduğunu belirten Bilic'in öğrencileriydi sahadaki 11... Ancak, ilk 45 dakikalık periyot içerisinde Beşiktaş'ı icraatın içinde görmek güçtü. Çünkü karşısında, "Yenilirsek kolay, yenersek olay" mantığının uygulayıcısı olan Fatih Terim'in öğrencisi Bülent Korkmaz'ın Erciyes'i vardı...
Ligin galip gelemeyen tek takımıydı ancak puan cetvelinde daha üstte bulunan ekiplerden çok daha akılcı, çok daha mücadeleci bir futbol oynayan bir takımdı Erciyes... Henüz, takım olamamanın sancılarını yaşıyorlar. Zaten maçın ilk periyodunda da Beşiktaş karşısında yakaladıkları fırsatlar da bunun bir göstergesi değil miydi?
Kartal ise iki büyük kozunun kelepçelenmesiyle ne yapacağını bilmez haldeydi. Gökhan Töre ve Olcay Şahan gibi A kaliteli ayaklar, "pranga mahkumu" olunca, sol kanadı kullanma vazifesi zorunlu olarak Ramon Motta'ya kaldı! Ama o da hem defansa hem de ofansa yetişemedi. Hele karşısındaki Cenk Ahmet olunca, Beşiktaş'ın sol kanadı vızır vızır işledi.
Kartal'ın ataklarından
Derbi havası yokmuş, kimse umursamıyormuş; hikaye...
Galatasaray'ı, Fenerbahçe'yi gören; hangi takımı tutarsa tutsun, tansiyonu yukarılara doğru vuruyor.
Evet, maçta stres katsayısı düşük, hepsinin sinirleri alınmış gibi... Melo'nun, Volkan Demirel'in bile!
Hepsi birbirine o kadar saygılı ki, insanın gözleri yaşaracak neredeyse... Şakası bir yana, böyle bir tabloyu o kadar özleşimiz ki... Artık, taraftarı "Yeter" diyor, futbolcusu "Yeter" diyor, teknik adamı "Yeter" diyor. Tek timsah gözyaşı döken, yöneticiler! Sivri konuşmazsa, rakibin damarına basmazsa kim manşetlere taşır ki onu... O yüzden, "Susma, sustukça sıra sana gelecek" diyerek birbirlerini gazlıyorlar!
Fikir kimden çıktı bilmem ama, Galatasaray’ın “mor” forma tercihi, geleceğini gören bir müneccimin eseri olarak tarihte yerini alacak, kuşaklar boyunca “Bak oğlum...” diye başlayan sözlerle bu formalar gösterilecektir. Galatasaray, bu mor formayı bir daha ne zaman giyer ya da giyer mi; bilemem. Ama bir an önce bunlardan Londra’daki mağazalara göndermeli! Eminim, Arsenal taraftarı hatıra olarak saklayacaktır.
İlk yarıdaki üçlü savunma, güçlü Arsenal karşısında morfin yutmuş gibiydi. Welbeck, “morina balığı” görünümündeki Chedjou önünde o kadar rahattı ki, Melo zaten onun için etkisiz elemandı. Brezilyalı Welbeck’i değil Galatasaraylıları rahatsız etti, ilk 45 dakikalık bölümde...
Zaten Mesut ile başlayıp, Alexis Sanchez ile golle sonuçlanan üçüncü gol, Galatasaray’ın moratoryum ilan etmesiydi. Maçın sonunu bile bekleyemedi.
İlk yarıyı kapamadan Prandelli’nin kulağını çınlatmadan olmazdı. Üçlü, pardon beşli savunma ne akla hizmetti acaba... “Sivas atamadı, Arsenal de gol bulamaz” düşüncesiyle mi sahaya çıkmışlardı, yoksa çok adamla çok iş başarma gayretkeşliği mi bilinmez...
İtalyan’ın kulakları çok çınlamış olacak ki, ikinci devre “Aklın yolu bir” dedi ve Hamit ile
Mütevazı olmanın hikmetlerini Süleyman Seba öğretmişti bize... Tevazu sahibi olmanın hiç de korkulacak bir şey olmadığını en iyi ondan gördük biz..
Süleyman Seba Sezonu'nda liderlikte de bugün itibarıyla Akhisar Belediyespor oturuyordu. Ligin mütevazı, ancak o derece de kendini bilen takımı... Haddini bilerek oynuyor, fırsatı yakaladığında da affetmiyor.
Aynen Fenerbahçe maçında olduğu gibi... Rakibine topa sahip olma fırsatı verdi ama kalesine yaklaşmasına izin vermedi. Gelen birkaç pozisyon da Oğuz gibi bir kalecinin kalitesiyle buluştu.
Uzun toplar onlar için kurtarıcı gibiydi. Elinde Gekas gibi bir pırlantanın bulunması, Akhisar gibi bir takım için büyük bir nimetti. Sadece o mu? Bilal Kısa, Kenan Özer gibi nadide parçalar, Fenerbahçe'yi sıkıştırdı da sıkıştırdı. Güray, karşısına aldığı Gökhan Gönül ile göğüs göğüse muharebe(!) içindeydi. Bruno, sağ kanadından bir yılan gibi süzüldü.
Fenerbahçe'nin üzerinde inanılmaz bir bıkkınlık, çözülmüşlük, belki de başka nedenler vardı. Volkan'ın bilemeyiz ama Emre Belözoğlu'nun yokluğu, sarı-lacivertlileri birkaç vites geriye düşürmüş gibi göründü. Sezon başından bu yana varlığıyla yokluğu bir olan Emenike, bu kez maçı sahada
Bir takımın dört gün içerisinde futbol karakteri değişemeyeceği gibi, bir teknik adamın takıma bakışı da değişmezdi. Motta'nın yerine İsmail geçmiş, ya da Mustafa Pektemek'in bölgesinde Demba Ba oynamış, mühim değil... Önemli olan Asteras maçından ders alabilmekti.
Bu dersi en iyi çıkaran da Bursaspor olmuş anlaşılan... Rakibinin zaaflarını o kadar iyi çalışmış ki... Beşiktaş'ın orta bölgeden başlayan savrukluğunu iyi yakalamış, savunmanın da Fernandao karşısında çaresiz kalacağını çok iyi görmüşlerdi. Ersan Gülüm'ün çalışkanlığı ve kademelerdeki doğru zamanlaması Pedro Franco ile Sivok ikilisinde pek görülmedi.
Kartal kanatsız uçamazdı ki! Beşiktaş, ne sağda, ne solda rahatsız edebildi. Daha doğrusu Bursaspor sahaya, "Rahatsız etmediğiniz için teşekkür ederiz" tabelası dikti. Çıkın Tolga'yı bir kenara, ilk 45 dakikalık süreçte "Eh" diyebileceğiniz bir adam bile yoktu.
Demba Ba iyileşti mi, iyileşmedi mi anlayamadık. Düz koşularda iyi ama topla hiç oynamadı ki! Daha doğrusu top bile gelmedi.
Beşiktaş'ı forse etmesi düşünülen Oğuzhan Özyakup, "Genel izleyici" kategorisindeydi. Herkesin imrenerek baktığı Beşiktaş'ın "milli" dörtlüsünü bu yıl ara ki bulasın. Zaten Bilic,