"Kurt kocayınca alemin maskarası olur" der atalarımız... Kocamak deyimi, birikimlerin ayrı bir dille ifadesi... Bu süreçte iyi işler yapsan da, profesyonel dünya, bunların hepsini bir kenara koyar. Sadece bugün ne yaptığına bakar.
Terim de, futbolda "vefa"nın, "dün"ün olmadığını söylemiyor mu?
Vefa tabii ki yok. Olsa, Terim'in en yakın mesai arkadaşları Bülent Ünder 6, Eser Özaltındere 5 yıldır evlerinde oturur mu?
Düne baktığınızda ise, takımlarına şampiyonluk yaşatan Ertuğrul Sağlam, 1. Lig'den kovulmaz, Okan Buruk, Başakşehir'den ayrılır ayrılmaz, hala kenarda tutulmazdı. Üç kupalı Hamza Hamzaoğlu bile, dün başlamadı mı Çaykur Rizespor'a?
Şenol Güneş unutuldu üzere... Mustafa Denizli, eski takımı Altay olmasa, "Devrini tamamladı" denecekti.
Sadece şampiyonluk yaşayanlar mı? Bunların dışında kalan onlarcası, genç jenerasyon geldiği için odasının yolunu tuttu, birkaçı televizyon kanallarında kenar süsü oldu!
"Beni diğerleri ile kıyaslamayın" diyebilir Fatih Hoca... Malum, "İmparator"... Ama tarih, nice "İmparator"u gömdü!
Kapitalizmin boyutları, futbolda üst düzey hissediliyordu ama, en azından bazı genel geçer kurallar Türkiye Futbol Federasyonu’nun uhdesindeydi. Artık bu da değişti!
Transfer yasağı neden gelmişti?
Kulüplerin birbirine karşı borçlarını ödemesi, futbol ailesindekilerin (kulüp-futbolcu, teknik adam-kulüp v.s.) kendi arasındaki alacak davalarının kısa sürede çözümlenmesi içindi.
Şimdi, geçmiş olsun!
Hele 2. ve 3. ligdeki futbolcular, alacaklarınız için bir bardak soğuk su için!
Kulüpler her dosyayı mahkemeye götürecek ve tahsilat belki de yıllar sürecek.
Peşin alınmayan ve de ödenmeyen bonservis bedelleri mi?
Galatasaray'da yaşanmayan, daha önce duyulmayan, "Galatasaray Lisesi" duruşuna uymayan o kadar şeyler oldu ki... Başkan Mustafa Cengiz'in, son çıkışı, birçok kişi için sürpriz değildi.
"Günah benden gitsin"in Galatasaray TV'deki versiyonu sanki... Fatih Terim ile yolları ayırmanın değişik bir metodu gibi...
Galatasaray'da yönetim var ama, yönetme kabiliyeti yok. "Kimsesizler Yurdu"ndaki öksüz ve yetim gibi sarı-kırmızılı! Gelen vuruyor, giden vuruyor. En ağır silleyi de Başkan Cengiz'den yiyor. Bir yönetici bile çıkıp, Başkan Cengiz'e, "Sen ne yapıyorsun" demiyor.
Ne demek, "Şeref ve haysiyet" hafiyeliğine düşmek! Ne demek, cümle VAR hakemlerini, "Militan" ilan etmek!
Bir takımın oyuncuları; ikinci, üçüncü olsa, veya küme düşse, "Şerefsiz ve haysiyetsiz" mi olacak? Bu kadar kolay mı bu sözlerin karşılığı... Mustafa Cengiz, "Futbolcuların haysiyetlerini ve şereflerini hatırlamaları gerek" derken, "Oyuncular, haysiyet ve şereflerini unuttular" mı demek istiyor?
MHK Başkanı Serdar Tatlı'yı veya VAR'daki hakem Suat Arslanboğa'yı beğenmeyebilirsin, yaptığı hataları
Kriz kültürünün en fazla yaşandığı kulüplerin başında gelir Galatasaray... İşler iyi de gitse, kötü de olsa, mutlaka bir başrol oyuncusu çıkar, perdeyi açar!
Bu, Belhanda, Fatih Terim ya da Mustafa Cengiz olarak düşünülmemeli... Geçmişte farklı kimlikler de rol buldu, hatta bazıları kovuldu.
Galatasaray Yönetimi ya da Başkan Cengiz tarafından verilen Belhanda'nın gönderilmesi kararı, "Sezon sonuna kadar idare edilseydi" türünde eleştiriliyor. Tam da işte, o kafa! Yönetmek değil, idare etmeyi maharet sayan düşünce yapısı!
Hatırlayın; rahmetli Süleyman Seba'yı; bir çek yüzünden Feyyaz Uçar'ın nasıl kulüpten gönderdiğini... Anımsayın Aziz Yıldırım'ı; Fenerbahçe kurumsal yapısını koruma adına Alex'e yol verişini... Kosecki'nin parayı havaya saçtıktan sonra gönderilmesini, bir de Adnan Polat'tan dinleyin.
Belhanda, üzerine vazife olmayan sözlerin ağzından çıkmasıyla, "gidiş bileti"ni kendi kesmiştir. Özür hikâye... "Galatasaray" markasını korumak, 2.5 aylık parasından daha
Mesut Özil'in, artık, Süper Lig'de yer alması, büyük bir heyecan fırtınasına neden oldu. Ali Koç'un, "elin oğlu-evin oğlu" kıyaslamasıyla başlayan tartışmada, Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz, "Türklüğünü reddedene evin oğlu dememek gerek bence" diyerek topa girdi. Burak Yılmaz'ın, Mesut Özil'in Türkiye A Milli Takımı'nı seçmemesiyle ilgili laf sokması da bunun üzerine tuz-biber oldu.
Özil'e, ay-yıldızı tercih etmesi için bir öneri sunulup sunulmadığı, karşılığında ne pazarlıkların olduğu, yarın, bu işin aktörleri tarafından açıklanacaktır, açıklanmalıdır. Türk pasaportu taşımadığı için, "Mavi kart"la Türk statüsünü kazanan Mesut Özil, Uygur Türklerine işkenceyi dile getirdiğinde özüne sahip çıkan bir "milliyetçi", İngiltere'de evsizlere yardım ettiğinde "insan" oldu. Hatta Alman kafatasçılarının hedefi haline geldi.
Bunlar tabii ki Özil'in saha dışı özelliklerinin dışa vurumu oldu. Henüz yeşil zeminde olmadığı için hep bunlar konuşuldu, konuşulacak.
Ancak Mesut
Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş, hafta içinde, son 6 aylık finansal tablosunu kamuoyuyla paylaştı. Bağımsız denetçilerin raporları da burada yansıtılırken, ilginç tablolar ortaya çıktı.
Ekonomi muhabirlerinin, yazarlarının kulvarına girdiysem affola... Ancak, raporlarda ilginç anekdotlar bulunuyor. En az zarardan, en fazlaya doğru gidelim.
FENERBAHÇE: 1 Haziran-30 Kasım tarihleri arasındaki zararı 48 milyon 822 bin lira... Ancak, Fenerbahçe Spor Kulübü Derneği'nden alacağı; tam tamına 1 milyar 929 bin lira... Bunun karşılığında 6 ayda elde edilen faiz geliri ise 188 milyon 442 bin lira... Kısa hesap; kendi derneğinden faiz geliri olmasa 237 milyon 264 bin lira zarar yazacaktı.
GALATASARAY: 6 aylık zararı 209 milyon 305 bin lira... Onun da Galatasaray Spor Kulübü Derneği'nden alacağı; 1 milyar 152 milyon lira... Ve; onun da bu borçtan 6 aylık faiz geliri, 76 milyon 428 bin lira... Yine kısa yoldan hesap; faiz kazancı olmasa zarar 285 milyon liraydı.
BEŞİKTAŞ: Siyah-beyazlıların belirlenen dönemdeki zararı 227 milyon 764 bin lira... Onun da, Beşiktaş Jimnastik Kulübü'nden alacağı, 942
Türkiye'ye ne futbolcular geldi-gitti. Kariyer konusunda Mesut Özil ile boy ölçüşebilecek, yarışabilecek bazı isimlerin varlığını kabul etmek gerek. Bir Schumacher'i, Mario Gomez'i, Roberto Carlos'u, Hagi'yi, Ortega'yı, Guti'yi, Quaresma'yı, Jay Jay Okocha'yı, Robin van Persie'yi, Anelka’yı ve diğerlerini yok sayamazsınız.
Lütfen bunu ırkçılık gibi görmeyin, ancak, hiçbiri bizden değildi. Her ne kadar milli (!) ve de yerli (!) olmasa da, Mesut Özil bizimdi. Ona yapılan siyasi infaz, Uygur Türklerine verdiği destek ve Almanya'da büyümesine rağmen özbenliğini kaybetmemesi, Mesut'u Türk insanına daha da yakınlaştırdı.
Onun, Alman Milli Takımı'nda oynaması, hiç mi hiç önemli değildi. Ama ona yapılanlar, çok, ama çok önemliydi. Bir kalemde milli formasını çıkarıp astı. Ay-yıldızlı forma ile olmasa bile, diğer yanlarıyla Türkiye'nin gururu oldu.
Tıpkı, Almanya'da koronavirüs aşısını bulan Uğur Şahin ve Özlem Türeci çifti gibi... Neden? Şahin’in BBC'ye verdiği cevap yüzünden... O da aşıyı bulduktan sonra eşiyle
Nurtopu gibi bir Oğulcan Çağlayan kaosumuz oldu. Başrolde; "Çaykur Rizespor ile Oğulcan var" diyeceğim ama Fenerbahçe Başkanı Ali Koç ile Galatasaray Başkanı Mustafa Cengiz, çoktan rol çaldı bile! Karar ayın 7'sinde açıklandı, 7 günlük Tahkim'e başvuru süreci daha dolmadı bile... Ne var ki, Başkan Koç, "Bakalım ne zaman bu davayı görecekler?" telaşında...
Diğer yandan Mustafa Cengiz, Uyuşmazlık Ceza Kurulu'nun sportif ceza veremeyeceğini anlatmakta... Bunu ona söyleyen, acaba hangi kafa? Bakınız, Profesyonel Futbolcuların Statüsü ve Talimatı'na, 30. maddenin 7. fıkrası, "Sportif cezalar ancak talep üzerine münhasıran Uyuşmazlık Çözüm Kurulu tarafından verilebilir" diyor.
Ama, burada amaç, Türk futbolunda adaletin yerine gelmesi ve en iyi kararın verilmesi değil ki... Koç'un iç sesi, "Şimdiden elimizi sıkı tutalım da, Tahkim'i abluka altına alalım. Karar ne kadar çabuk verilirse, Galatasaray'ın iki ayağı bir pabuca girer. Belli mi olur, ödeyemezse transfer tahtası kapanır. Sonradan açılır belki, ama rakip krizle uğraşır"