OZANKÖY
Sabaha doğru yağmur sesiyle uyandım. Kuru kuyunun yanındaki dutun sararmaya başlayan yapraklarına yağmur taneleri düşüyordu. Burnuma ıslak toprak kokusu geldi ya da geldiğini hayal ettim.
Fizan çölüne oğul yollamış asker annesinin hasretine benzer bir özlemle yağmur bekliyorum aylardır. Birkaç gün önce yağmur beklentisiyle bahçemin dönümlerini sürdürdüm. Toprak gelecek yağmuru daha kana kana içsin, derinlerine çeksin diye. Ama yağmur gelmedi.
Sabahleyin beni uyandıran, yağmur dediğim şey, serpintiden başka bir şey değildi. Başlamasıyla bitmesi bir oldu. Otomobilimin ön camında kuruyan topraklı damlalardan başka bir emare bırakmadı.
Susuzluğa en dayanıklı Akdeniz bitkilerinden biri adaçayıdır. Sekiz, dokuz, hatta on ay yağmursuz yaşayabilir. Belki de ona acımtırak kokusunu ve tadını veren yağmur hasretidir.
Geçen gün bahçede yürürken patikanın sağındaki adaçaylarının kurumuş olduğunu gördüm. Evi aldığımda orada olduklarına göre en az yirmi küsur yaşındaydılar. Yağmur yediklerinde yeniden canlanırlar mı yoksa bir daha kalkmamak üzere mi düştüler, bilmiyorum.
Beşparmaklardaki ormanda bile ağaçlar ölüyor. Kahverengi kahverengi görüyorsunuz onları yeşilliğin içinde.
İşadamlarının iki yıl yetecek zulası var. Başbakan’ın ömür boyu yetecek öfke ve sertlik zulası var.
Benim de zulamda Çin atasözleri var*. “Bir mum yakmak karanlığa küfretmekten iyidir” hesabı bugün bunları size sunuyorum:
- Bir sıcak söz üç kış ısıtır.
- Kuş, cevabı olduğu için ötmez, şarkısı olduğu için öter.
- Daha iyi bir at ararken at üstünde olun.
- Derenin ne kadar derin olduğunu test ederken her iki ayağınızı birden kullanmayın.
- Geniş fikirli olanlar farklı dinlerde gerçeği görür, dar görüşlü olanlar sadece farkları görür.
İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesine birkaç ay kala Hitler’e karşı savaşan 44 ülkenin temsilcileri Amerika’nın New Hampshire eyaletinde Mount Washington Oteli’nde toplanıp bir bir dizi anlaşma imzaladılar.
Otelin bulunduğu Bretton Woods kasabasının adıyla anılan anlaşmalar Hitler’in darmadağın ettiği dünyada yeni bir düzen kurma arayışının bir parçasıydı.
Devletler arasındaki ticari ve parasal ilişkiler bu anlaşmalara göre yürütülecekti. Dünya Bankası ve Uluslararası Para Fonu (IMF) bu çerçevede hayata geçti.
Doların birçok devlet tarafından rezerv para olarak kullanılmaya başlaması da bu tarihten sonradır.
Wikipedia ansiklopedisine göre, Türkiye savaşa 1945’te, silahlar susmadan kısa bir süre önce katıldığı için Bretton Woods’un ilk imzacıları arasında yoktu.
Ekonomistler ne diyor?
Yaşamakta olduğumuz global finans krizi, dünyayı bugüne kadar getiren bu sistemin birçok etkin ekonomist tarafından sorgulamasına neden oldu.
Gerald Ford, ABD’yi altüst eden Watergate skandalından sonra başkanlığı 1974’te Nixon’dan devraldığında “Uzun kâbus sona erdi” demişti.
Daha sonraki bir konuşmasında da tipik alçakgönüllülüğüyle, kendinden fazla bir şey beklenmemesini ima ederek, “Ben bir Ford’um, Cadillac değil” demişti.
Barack Obama’nın başkan seçilmesiyle hem uzun bir kâbus sona eriyor hem de çoğunluğun Cadillac olduğuna inandığı bir Demokrat senatör ABD’nin dizginlerini eline geçiriyor.
Ocak ayında yerini Obama’ya bırakacak olan Bush kâbusunu sadece Amerika değil bütün dünya gördü. Amerika’nın en aptal savaşı olduğu artık hemen herkes tarafından kabul edilen Irak istilası Washington’un prestijini en alt düzeye indirdi. Amerika’ya ekonomik krizlerin anasını yaşattı.
Genel kanaat olumlu değil
Çoğunluk Obama’nın bu gidişi ters çevirmesini bekliyor. Becerip beceremeyeceğini hep beraber göreceğiz.
Onun ise bu konuda hiç şüphesi yok.
Doğalgaz fiyatlarındaki artışa şoke oldunuzsa size vereceğim haber iyi değil.
Şoke olmaya devam edeceksiniz.
Hükümet, petrol, doğalgaz ve kısmen bunlara bağlı olan elektrikte uyguladığı fiyatlandırma politikasında radikal bir değişiklik yaptı. Eski politika, maliyet ne olursa olsun fiyatları sabit tutma politikasıydı. Yeni politika maliyet ne olursa olsun bunu fiyatlara yansıtma politikasıdır.
AKP döneminde elektrik fiyatları 60 ay, doğalgaz fiyatları 16 ay sabit tutuldu. “2002’den itibaren enerji fiyatlarını minimumda tutma politikası uyguladılar” diye anlattı bir uzman.
“Paçal maliyeti düşürmek için kamu santrallarında üretimi artırdılar. Bir süre sonra yeni yatırım yapılmaz oldu. İyi fiyat sinyalleri vermezseniz yatırım çekemezsiniz. Yeni üretim yapılmayınca tüketim karşılanamadı. Kur kurtarıyordu ama dolar değer kazanınca o kapı da kapandı.
Bıçak kemiğe dayandı. Maliye sıkıştı. IMF baskı yapmaya başladı. Kaçacak yerleri kalmadı.”
Hamdolsun, iyi yönetiliyoruz
Zifiri karanlıkta orman yolunda bir otomobil gidiyor ve yavaş yavaş korkunç şeyler olacağı içinize doğuyor.
Bu otomobil karanlıkta ilerlemiyor da sanki karanlığın kursağından midesine iniyor, bir daha ondan haber alınmamacasına kaybolmak üzere.
Uzaklaşıyor, ufalıyor, köşeyi dönüyor ve bilinmeyen bir uygarlığa ait, misyonu uğursuz bir uzay gemisi gibi kayboluyor. Kâinatın ve hayatın geldiği ve gideceği yer olan karanlıktan başka bir şey yok şimdi perdede.
Nuri Bilge Ceylan’a Cannes’da En İyi Yönetmen ödülü getiren Üç Maymun filmi bu karanlıkla başlıyor ve bitiyor.
Filmi geçen hafta sonu gördüm. Ve başıma balyozla vurulmuş gibi oldum. Gücü beni ürpertti. Amansız katılığının altındaki insanlık ve yumuşaklık gözlerimi yaşarttı.
Üç Maymun, ustalığının zirvesinde bir rejisörün başyapıtı. Film olarak bu güne kadar yapılmış -sadece Türkiye’de değil dünyada- en güzel filmlerden biri. Ceylan, kendine has bir sinema dili geliştirdi - her kelimesi jilet gibi keskin, gülle kadar ağır bir dil, süssüz, tavizsiz, yalın ve ürkütücü. Bu dili kullanarak dünya çapında bir rejisör olduğunu kanıtladı ve Üç Maymun’la Türk sinemasının bayrağını müthiş yüksek bir yere dikti. O kadar yüksek ki,
Türkiye’nin en büyük ikinci akarsuyu olan Dicle’nin Ilısu mevkiine baraj yapma çalışmaları 1954’te başladı.
Dolgu barajları sıralamasında Ilısu, Atatürk Barajı’ndan sonra, ikinci büyük baraj olacak, Atatürk’ün ürettiği elektriğin yüzde 55’ini üretecekti. Bu arada binlerce insanı evinden barkından edecek, eşsiz tarihi eserleri su altında bırakacaktı.
Projeyi ilk gerçekleştirme girişimi Erbakan hükümeti zamanında yapıldı. Uluslararası çevre kuruluşlarının baskısı o projeyi gömdü. Projeyi tezgâha ikinci defa Erdoğan hükümeti koydu.
Gelen haberler bu girişimin de kayalara oturma aşamasına geldiğini gösteriyor.
Her iki başarısızlığın da arkasında aynı temel neden yatıyor: 1954 kafasıyla 21. yüzyılda baraj yapmaya çalışmak.
Baraj yapma konusunda artık, çevre, finansmandan önemlidir. Ankara bunu anlamıyor, anlatıldığı zaman da gereğini yerine getiremiyor. Çünkü bizde devletin geleneksel refleksi kırıp dökmektir, özen göstermek değil. İnsan ise... Püh! Türk olarak dünyaya bedelsin ama insan olarak on paralık değerin yoktur.
Başbakan, iki küsur yıl önce, büyük bir aceleyle, finansman bulunmadan barajının temelini attı. İhale falan da yapmadı. Projeyi birtakım şirketlere ihsan
Amerikan Merkez Bankası Meksika, Brezilya, Güney Kore ve Singapur’a 30’ar milyar dolar borç veriyor.
Kredi, evrensel finans krizinin evrensel bir ekonomik çöküşe dönüşmesini önlemek için büyük kalkınmakta olan ekonomileri desteklemeyi amaçlıyor.
Neden Türkiye yok bu listede?
Dün bu soruyu bir diplomatik kaynağa sorduğumda, “FED (yani Amerikan Merkez Bankası Federal Reserve) bu kolaylığı bu ülke merkez bankalarının talebi üzerine sağladı. Türk Merkez Bankası’ndan böyle bir talep gelmedi” dedi.
FED’in davranışı, krizin kalkınmakta olan ülkelerin kapılarını çalmaya başladığını haber veriyor. Meksika, Brezilya, Güney Kore ve Singapur’a meblağlar swap, yani değiş tokuş, şeklinde aktarılacak. FED onlara dolar verecek, onlar FED’e kendi paralarını verecekler. Karşılıklı faiz ödenecek.
Aslında bizim de bu kervanda olmamız iyi olurdu. Merkez Bankası başkanının dediği gibi Türkiye’nin bugün dövize ihtiyacı olmayabilir. Ama bu paranın yedekte durması ekonomiye büyük güven verirdi. Krediye IMF’den borçlanılan paralar gibi ağır sayılabilecek koşulların iliştirilmemesi de ek bir yarar.
Dün konuştuğum bir bankacının sözleriyle, “Merkez Bankası’nın bu sürünün içine bizi de sokmasında fayda