Metin Münir

Metin Münir

mmunir@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

1980’lere doğru birçok yaz Ankara’da canım sıkılınca Doğu’ya gittim. Genellikle Van’a uçardım. Orada biraz kaldıktan sonra vapurla karşıya Tatvan’a geçer, dolmuş, otobüs veya taksiyle Bitlis’e ve daha güneye giderdim. Diyarbakır’dan eve dönerdim. Bazen yolculuğa Diyarbakır’dan başlar hudut boyunca gidip Van’dan geri uçardım.
Plansız gezilerdi bunlar. Çoğu zaman, döndükten sonra yazı bile yazmazdım. Sanırım orasını görmek kadar Ankara’dan kaçmak rol oynuyordu bu yolculuklarda.
Akşam nereye varırsam orada kalır, yatak çarşaflarının birkaç haftada bir değiştirildiği otellerde yatardım.
Bitlis’te çarşaflar o kadar pisti ki değiştirilmesini istedim.
“Ne pisi abi” dedi resepsiyoncu çocuk, “Daha geçen hafta değiştirdik.”
O zaman öyleydi.
Doğu tehlikeli, öldürücü hatalıkların kapılabileceği, geri, feodal bir yerdi. Oraya gidilmezdi. Sürgün olunurdu.
“Manyak mısın oğlum, ne arıyorsun oralarda, kesecekler seni” derdi arkadaşlarım.
Asker sivil bürokratlar (ve gazeteciler) için Doğu uzak durulması gereken bir “mahrumiyet bölgesi” idi. Aslında, gerçek Batı ile karşılaştırıldığında, o zamanlar Ankara ve İstanbul gibi yerler de mahrumiyet bölgesiydi ama çoğumuz bunun farkında değildik.
Gerçekte Doğu çok güzel ve ilginçti ve orada yaşayanlar yumuşak ve konukseverdi.
Kaldırımda kısa taburelerin üzerinde siniden kebap yiyen insanların yanından geçerken “Afiyet olsun” dediğimde birisi muhakkak ayağa kalıp elimden çekerek beni sofraya oturtmaya çalışırdı.
O zamanlar sınır delik ve kolaydı. Saç tıraşı olmak için Irak’a geçenler vardı. Omuzunda makineli tabanca, kız gibi kıkırdayan gençler gördüm.

Haberin Devamı

Kervan yolda düzülür!
1970’lerde bir sabah Ecevit kalkıp Doğu’da her köye yol yapılmasını emretti. Rahmetli ani kararlar alan, heyecanlı, fevri, sinirli bir tipti. Devletin bütün buldozerleri, greyderleri, kamyonları falan Doğu’ya yollandı.
O günlerde oralarda dolanırken bunlardan birini izlemeye karar verdim. Taksi, ağaçsız bir dağın çevresinde kıvrılan yeni açılmış bir yolu izlemeye başladı. İyice yükseldikten sonra bir dozere rastladık. Sadece damları görünen bir köy veya mezraya yüz metre kadar yaklaşmıştı.
Taksiden inip olgunlaşan meyveleri altına düşmüş bir armut ağacının yanında durdum.
Dozerden 10-15 metre ileride, birbirine sokulmuş, fısıldaşan altı ile on yaşları arasında kızlı erkekli beş altı çocuk vardı. Araç kepçesini zemine indirip gürültüyle çalışmaya başlayınca çocuklar arkalarına bakmadan kaçıyor, durunca geri dönüp buldozere yaklaşıyorlardı. Buldozer çalışmaya başlayınca gene kaçış başlıyordu.
Gördükleri ilk motorlu araçtı ve o güne kadar duydukları en büyük gürültüyü çıkarıyordu.
Ne oldu?
Yollar asfaltlanmadı. Kış gelince kamyonlar, greyderler ve buldozerler bir daha dönmemek üzere üslerine döndüler. Sel ve kar yolları göçertti. Yapılan iş yapılmamış gibi oldu.
Bu güne kadar Doğu’da yapılan girişimlerin hepsi bastırma amaçlı askeri yapılanmalar hariç Ecevit’in yol projesi gibidir: Plansız, gönülsüz, göstermelik, kısa vadeli ve öze taalluk etmeyen.
“Kervan yolda düzülür” cinsinden.
“Kervan yolda düzülür” prensibi Türklerin kendileri için icat ettiği en büyük tuzaklardan biridir.
Kervan yolda düzülmez. Yolculuğa çıkmadan önce düzülür.
Yolda dağılan, kervanın yolda düzüldüğünü sananlardır.