İhtiyar Binbaşı ödüllü bir domuzdur. Bir gece çiftlikteki hayvanları toplar ve onlara gördüğü bir rüyayı anlatır. Rüyada hayvanlar hep birlikte insanların onlara tahakküm ve eziyet etmediği bir dünyada yaşamaktadır. İhtiyar Binbaşı alkışlar arasında hayvanlara böyle bir cennet için çalışmalarını öğütler ve üç gün sonra ölür.
Kartopu, Napolyon ve Cıyak Cıyak adlı üç genç domuz yaşlı domuzun fikirlerini “Hayvanizm” adlı bir doktrinde toplarlar. Hayvanları ayaklandırıp çiftlik sahibi Mr Jones’u kovarlar. Çiftliğe Hayvan Çiftliği adı verirler.
Başlangıçta işler iyi gider. Hayvanlar rahat bir hayat yaşamaya başlar.
Zaman içinde öne çıkan Napolyon ve Kartopu çiftliğin geleceği konusunda fikir ayrılığına düşer. Bir gece yapılan toplantıda Napolyon gizlice eğittiği köpekleri çağırır ve Kartopu’nu çiftlikten kovdurtur. Başkanlığını ilan eder. Artık toplantı yapılmayacağını, bütün kararları domuzların alacağını açıklar.
Napolyon’un köpekleri homurdananları teker teker parçalar. Hayvanizm’e yeni bir kural gelir: “Napolyon her zaman haklıdır.”
Gel zaman git zaman Napolyon domuzdan çok insan gibi davranmaya başlar. Yatakta uyur, viski içer, komşu çiftliklerdeki insanlarla
Darbe komploları konusunda ayrıntıda boğulmak istemiyorsanız birkaç dakikanızı da bana ayırın.
Ben “Darbe planları iyi oldu” diyorum. Çünkü hedeflediklerinin tam tersi durumlar ortaya çıkardılar. Devirmeyi planladıkları demokrasiyi güçlendirdiler. Bir defa darbeler planlandı ama yürürlüğe konamadı çünkü ne ordu içinde ne de dışında müsait bir ortam yoktu.
Bu da Türkiye’de aklıselim sahiplerinin selim olmayan akla sahip olanlardan daha baskın olduğunu gösteriyor. Aksi takdirde, çoktan başımıza tarifsiz belalar açmış, yeteneksiz ve gaddar bir cuntanın yönetiminde idik.
İkincisi, bu planların gün ışığına çıkması bundan sonra başarılı bir darbe yapılmasını imkânsız hale getirdi. Demokrasiyi darbelere karşı aşıladı. Çünkü ortaya dökülen belgeler (doğru veya uydurma olmalarından bağımsız olarak) orduyu görülmemiş şekilde gözden düşürdü ve zayıflattı. Ona karşı duyulan güveni aşındırdı. İstese de darbe yapamaz hale getirdi.
Bu Türk demokrasisi için az buz bir aşama değildir.
Geriye kalan her şey ayrıntıdır.
Belki şu birkaç nokta hariç. Taraf’ın yayımladığı “darbe planı” yedi yıl önce hazırlandı. O gün orduya komuta edenler bugün üniforma giymiyor. Buna rağmen medyada bu konuyu
Türk milletini aptal yerine koyma maratonu sona erdiğinde altın madalyayı Tarım Bakanlığı’nın 23 Ocak tarihli açıklamasının boynuna asacaklar. Bu açıklamasında bakanlık, genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) ürünlerle ilgili yönetmeliği neden üç aydan az bir sürede iki defada değiştirdiğini açıklamaya çalıştı. Ve beceremedi.
Değişiklikleri şunun için yapmışlar:
Bildiğimiz üzere 26 Ekim 2009’da GDO’lu ürünlerinin ithalatı, işlenmesi, ihracatı, vs.ye dair yönetmelik yürürlüğe koyulmuşmuş. Tartışmalar nedeniyle yönetmeliğin bazı maddelerinin net olarak anlaşılamadığı görülmüşmüş. Bu nedenle bazı maddelerinde değişiklik yapılmışmış.
Anladınız değil mi? Bazı maddelerini “net olarak” anlamamışız. Milletçe aptal olduğumuz için. Onun için değiştirmişler. Eğer anlamadıysak, görevleri anlayacağımız şekilde anlatmaktı. Maddeleri atmak değil.
Fizik dersinde öğrenciler anlamadıkları zaman öğretmen “Bu konuyu kitaptan atıyorum” mu der? Yoksa daha anlaşılacak şekilde anlatmaya mı çalışır?
Aynı şey.
Ama sorun anlamamış olduğumuz değildi. Pek iyi anlamış olduğumuzdu.
PKK kuruluşundan beri ulusal sınırları aşan bir örgüt oldu. Komuta merkezi Suriye’de, eğitim kampları Lübnan’da bulunuyordu. Türkiye’ye yönelik hücumlar Suriye, Irak ve İran’dan hududu geçen teröristler tarafından yapılıyordu. Bu coğrafyanın birçok yerinde PKK’nın kullandığı yollarla uyuşturucu kaçakçılarının rotası kesişiyordu. Tabii, örgüt karşısına çıkan bu hazır fırsatı tepmeyecekti. Ve nitekim tepmedi. “Eli silahlı ve korkulan bir örgüt olarak ta başından beri PKK uyuşturucu ticaretinden pay almak için ideal bir konumdaydı” dedi bir kaynak.
1980’den başlayarak birçok Kürt ve aşırı solcu yürürlükteki sıkıyönetimin baskısıyla Avrupa ülkelerine kaçtı ve buralarda siyasi mülteci hakkı edindi. Bunlar zaman içinde PKK uyuşturucu işinin Avrupa ayağını oluşturdu. PKK’nın uyuşturucu işinde olduğu kesin ama neresinde, ne kadar olduğu, ne kadar gelir elde ettiği konusunda kesin bilgi yok. Türk yetkililer PKK’nın laboratuvardan sokak satıcılığına kadar her aşamada aktif olduğunu, terör örgütü kadar uyuşturucu çetesi olduğunu söylüyor.
“PKK uyuşturucudan şu kadar para kazanıyor demek durumunda değiliz” dedi konuştuğum üst düzey emniyet yetkilisi. “Ama çok büyük boyutlu bir şekilde
AKP’nin iktidara geldiği yıl 4.000 kilo eroine el konurken, bu rakam 2006’da 10 bin kilonun, 2008’de 13.000 kilonun üzerine çıktı. “Bu yıl 15 bin kilo olacak” dedi bir yetkili. Bu, ülkemize giren uyuşturucunun sadece beşte birine tekabül ediyor ama gene de Avrupa’nın tamamında el konandan fazladır. Dünyada her yıl uyuşturucudan 100 bin insan ölüyor.
NATO ülkelerinde uyuşturucudan ölümler (10.000’den fazla) son sekiz yılda NATO askerlerinin Afganistan’da verdiği kayıpların beş mislidir. Rusya’da uyuşturucu bağlantılı ölümler (yılda 30-40 bin) Kızıl Ordu’nun yedi yıllık Afganistan işgali esnasında verdiği toplam kayıplardan fazladır. Komşumuz İran’da da uyuşturucu büyük bir sorundur. Bir milyondan fazla uyuşturucu bağımlısı İranlı var. Türkiye ile din, sosyal yapı ve gelir benzerliği olan bir ikinci ülke olan Pakistan’da uyuşturucu kullanıcısı 690.000’dir.
Biz ise 25.000 bağımlıyla, nüfusuna oranla dünyadaki en küçük uyuşturucu kullanıcısına sahip ülkelerden biriyiz. Türkiye 1970 ortalarına kadar dünyanın en büyük afyon üreticisiydi ve afyon ve bol ucuz iken de uyuşturucu sorunu yok denecek kadar azdı. O kadar azdı ki polis bağımlıların kaydını bile tutmuyordu. Türklerin
Her yıl İran’dan 95, Suriye’den iki ton eroin Türkiye’ye girer. Bunun bir tonu içeride satılır. On tonuna baskınlarda el konulur. Geriye kalan 80-85 tonun büyük bir bölümü Bulgaristan, daha küçük bir bölümü Yunanistan, Arnavutluk ve Romanya’ya üzerinden Avrupa’ya yollanır. Ukrayna’nın payına düşen 2-3 ton gemilerle Karadeniz yolundan gider.
Hakkâri ve Van bu trafiğin Türkiye’deki en önemli duraklarıdır. Bir miktar havayolu da kullanılıyorsa da kaçakçılığın büyük bölümü, altyapısı uzun zaman önce kurulmuş olan kara ve demiryoludur.
Her kapıyı açan bir anahtar var
Her ay ortalama 350.000 kamyon Türkiye’ye giriş ve çıkış yapar.
Bunların yaklaşık yarısı Türkiye-Bulgaristan hududundaki Kapıkule’den geçer. Yunanistan ile aylık karşılıklı trafik 10.000-13.000 vasıtadır. Türk-İran sınır kapısı Gürbulak’tan 20.000, Türk-Irak hududundaki Habur’dan 80.000 araç girer ve çıkar. Bu kadar kamyonu etkin bir biçimde kontrol etmek zordur. Rüşvet ve yolsuzluğun asker/sivil kolaylıkla istediği kapıyı açtığı ülkemizde ise imkânsızdır.
Türkiye’den Yunanistan ve Bulgaristan’a kaçırılan eroinin 20-25 tonluk bir bölümü Arnavutluk üzerinden İtalya ve İsviçre’ye gider. Bu miktarın İtalya ve İsviçre’yi
Türkiye dünya uyuşturucu trafiğindeki kilit ülkelerden biridir. Birleşmiş Milletler Uyuşturucu ve Suç Ofisi UNODOC’un son raporuna göre, dünyanın en büyük uyuşturucu tüketicisi olan Avrupa’ya giren afyon, eroin ve morfinin yüzde 85’i Türkiye’den transit geçiyor.
Uyuşturucu trafiği ayrıca PKK’nın önemli para kaynaklarından biridir. Eroin Doğu ve Güneydoğu’da hüküm süren terörün yarattığı çürümüşlük ve kanunsuzlukları besliyor ve onlar tarafından besleniyor.
Ülkemizde uyuşturucu kullanımı Batı Avrupa ülkelerinde olduğu kadar büyük bir sorun olmamakla beraber artış halindedir. Paralılar arasında kokain, gençlerde ecstasy benzeri yapay uyarıcı kullananlar çoğalıyor. Ama kamuoyunda endişe yaratmamak için yetkililer rakamları titizlikle gizliyor.
Konu hükümetin öncelikleri arasında değil ve kamuoyunun gündeminin en alt sıralarında. Yüzeysel işlerle uğraşan muhalefetin ise aklının kenarından bile geçmiyor.
Dün konuştuğum üst düzey bir emniyet mensubu, “Toplumdaki duyarsızlık beni endişelendiriyor” dedi. ”Diğer kurumların bu işe katkı sağlamaları lazım. Üniversiteler, bakanlıklar bu konularda uzman yetiştirmeli. Gençler arasında bilinçlendirme faaliyeti yürütülmelidir.”
İpek Yolu
Tarım Bakanı Mehdi Eker genetiği değiştirilmiş organizma içeren gıdaların Türkiye’ye ithalini denetleyen yönetmeliği üç aydan kısa bir zamanda ikinci defa değiştirdi. Bu şekilde, yönetmeliğin getirdiği kısıtlamalar tamamen ortadan kalkmış oldu. Yönetmeliğin amacı, kontrolsüz ithal edilen GDO’lu gıdaları denetim altına almak, zararlı olabileceklerin ithalatını yasaklamak ve kullanım alanlarını sınırlamaktı.
Artık yönetmeliğin olmadığı dönemde GDO’lu gıdalar Türkiye’ye ne kadar serbest giriyor idiyse gene o kadar serbest girecek. Ziraatçılar Birliği Başkanı İbrahim Yetkin’in anlatımıyla, “Yönetmelik hükümlerine aykırı olan her türlü gıda ve yemin ülkeye girişi serbest bırakıl(dı).” GDO’lu ürünlerin bebek mamaları ve bebek formülleri ile bebek ve küçük çocuk besinlerinde kullanılması serbest hale geldi. Antibiyotiklere karşı direnç genleri içeren GDO ve ürünlerinin ithalatı da serbest bırakıldı.
Bu, Eker ve adamlarının ne yaptıklarını bilmedikleri dışında bize ne anlatıyor?
GDO ithal eden ve kullanan şirketler lobisinin tahminlerden çok daha güçlü olduğunu. Kamuoyunun ruhu duymadan ne kadar çok GDO’lu gıda ve ürün ithal ediliyor olduğunu. Tarım Bakanlığı’nın bu lobinin baskısına