Tropikal ormanlarla kutup altı tundraları arasında kalan bölgeye ılıman iklim kuşağı denir. Dünya’nın denizlerden arta kalan bölümünün yarısını oluşturan bu bölgede toplam nüfusun neredeyse yarısı yaşar. Ekonomik ve teknolojik açıdan en güçlü ülkeler bu kuşak üzerinde yer alır.
Türkiye bir ılıman iklim ülkesidir ve on bin çeşit doğal çiçekli bitki ve eğrelti türüyle ılıman iklim kuşağının en zengin bitki varlığına sahip ülkesidir. Bunların yaklaşık üçte biri endemiktir, yani Türkiye’den başka hiçbir yerde bulunmaz. Ayrıca, her hafta bilinmeyen yeni bir bitki türü bulunmaktadır.
Petrolde Ortadoğu ne ise bitki örtüsünde de Türkiye odur.
Çevre ve Orman Bakanlığı’nda çalışanlar dahil çok az insanımızın farkında olduğu eşsiz bir zenginliğe sahibiz. Ama bu zenginlik büyük tehdit altındadır. Kuzeydoğu Anadolu’daki ormanların yüzde seksene yakını bozuldu, 1,3 milyon hektar sulak alan kurutuldu, turbalık alanların yüzde seksen beşi tahrip edildi, Trakya ve İstanbul çevresindeki mera ve fundalıkların sadece yüzde yirmisi tahribattan kurtulabildi.
Bitki alanlarını tespit etmek
Bu büyük yıkım son 40 sene içinde meydana geldi ve son sürat devam ediyor. Bu bilgileri Doğal Hayatı Koruma
Aşçıbaşının önünde iki bardak çay, yüzünde endişeli bir ifade var. Çayları yudumlaması, hangisinin demli, hangisinin poşet çay olduğunu bulması lazım.
Yamakları etrafını çevirmiş sırıtarak kendini rezil etmesini bekliyorlar.
Aşçıbaşı onları hayal kırıklığına uğratmıyor. Çaylardan birisini yudumluyor ve “demli çay” diyor. Diğerini deniyor ve onun da demli çay olduğunu söylüyor. Ama değil. Kapak kalkınca altında çok uluslu bir şirketin ürünü olan bir poşet çayın markası görünüyor.
Yamakların suratına memnun, alaycı bir ifade geliyor. Enayi! Her şeyi bildiğini sanıyordu!
Televizyon reklamının vermek istediği mesaj açık. Demli çay ile poşet çay arasında kalite farkı yok. Aşçıbaşı gibi enayi durumuna düşmeyin, bizim poşet çayımızı için.
Gerçekte yaprak çay ile poşet çay arasındaki fark armut yemek ile armut resmi yemek arasındaki fark kadar büyüktür. Poşet çay en kötü yaprak çaydan kötü bir harmandır. Çayla beraber kâğıdın, ipliğin ve yapıştırıcının da suyunu içersiniz.
LEFKOŞA
Yeni Cami Sokağı’nda bizim evden dört-beş ev aşağıda, solda, Rum bir aile otururdu. Tek katlı bir evdi. Mahalledeki evlerin çoğu gibi gündüzleri kapısı açık dururdu. Bahçe kapısının arkasında birkaç basamakla inilen küçük bir çimento bahçe görürdüm.
Anne ve baba her sabah meyve ve sebze dolu bir el arabasını iterek gider, akşamüstü aynı arabayı iterek dönerdi. Dönüşte arabayı iten annenin yüzündeki müthiş yorgunluk ifadesini unutamam. Elleri arabanın tutacaklarında, küçük ve yavaş adımlarla arabayı iterek eve doğru yürürdü. Bazen de bitkin, bezmiş, arabayı kocası iterdi.
Giderken “badades, portakalya” diye bağırırlardı birkaç adımda bir. Dönüşte sessizdiler.
Anne ve baba Lefkoşa’nın sokaklarında bağırarak mallarını satmaya çalışırken biz sokakta çocuklarıyla oynardık. Apostoli uzun boylu ve zayıf ve benden biraz büyüktü. Yannaki kısa boylu ama tıknaz ve güçlü idi ve benden biraz küçüktü. Maria hepsinin küçüğü idi ve kız olduğu için sokağa çıkıp erkeklerle oynamazdı.
Aynı keçinin kılları...
Türkiye’de özgürlük sınırlarının genişletilmesini isteyen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e ve onun gibi düşünen politikacılara bir haberim var.
Birkaç gün önce İngiltere’de Druidry’e din statüsü verildi.
Druidry (dini adı) veya Druid’in (müritlere verilen isim) Türkçe karşılığı yok, onun için bu yabancı kelimeleri kullanmak zorundayım.
Druidry İngiltere’nin bilinen ilk ruhani dinlerinden biridir. Binlerce yıl önce Britanya adalarında ve Batı Avrupa’nın birçok bölgesinde takipçileri vardı. Bu günlerde müritlerinin sayısı on bin civarında.
Druidry doğa ile insanlar arasında kutsal bir bağ kurmayı amaçlar. Druidler tek tanrı veya yaratıcıya inanmak yerine yeryüzünde ve yıldırım ve gök gürültüsü gibi doğal fenomenlerin içinde var olduğuna inandıkları ruhlara tapar.
Druidler dağ ve nehir gibi yerlerin ruhlarına da tapmakta, mevsimlerin değişimine rasgelen zamanlarda dans ve şarkı içeren törenler yapmaktadırlar.
Geçenlerde Tunceli’de şöyle bir olay oldu. Munzur Vadisi’nde kurulacak ‘Bozkaya 1 Barajı’ için kent merkezine 10 kilometre uzaklıktaki Dedeağaç Köyü yakınlarında sondaj çalışmalarına başlandı.
Haberi duyan yedi yüze yakın Tuncelili bölgeye akın etti. Bazıları sondaj makinesinin önünü kapatıp, çalışmasını engellerken, bazıları aracı tahrip etmeye çalıştı.
Bu tepkiyi bekleyen yapıcı firma jandarmadan yardım istemişti. Ama jandarma müdahalede bulunmadı. Taşkınlık yapanlar diğer göstericiler tarafından önlendi.
Firma yetkilileri, sondaj çalışmasının durdurulacağını ve araçların bölgeden çekileceğini söyleyince göstericiler sakinleşti.
Tunceli Belediye Başkanı Edibe Şahin, “Bundan sonra Dersim’de hiçbir barajın yapılmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz” dedi.
“Eğer şu ana kadar insanlarımız sessiz ve sakin duruyorlarsa nedeni bize verilen sözlerdir. Bize ‘Munzur Vadisi’nde yapılacak barajların durumu gözden geçirilecek’ denildi. Ayrıca, ‘Gerekirse Tunceli’de kararlaştırılan barajlar yapılmayacak’ denildi. Halkımız bu barajlar yapılmayacak umuduyla bekliyor. Sabrımız artık çok daha fazla sınanmamalı. Bugün buradaki manzara biriken öfkenin yansımasıdır.
Bundan sonra biz hiçbir
Karayolları Genel Müdürü Cahit Turhan geçenlerde verdiği bir beyanatta İstanbul’a üçüncü köprü ihalesi için ilan verme aşamasına yaklaştıklarını belirtti.
“Altı milyar dolarlık yarış için ilgi büyük görünüyor” dedi.
İhale ile İtalya, Fransa, Çin, Japonya, Koreliler ilgileniyormuş. Türkiye’den Doğuş, Tekfen, Yüksel, Nurol, Limak, Cengiz proje üzerinde çalışıyormuş.
“İlanlar çıktığında şirketlerin ilgisi ihtirasa dönüşür” dedi Turhan.
Bunun böyle olacağına şüphem yok. Karayolları, yap-işlet-devret denklemine göre yapılacak köprü ve bağlantı yolları için geçiş garantisi verecek. Belli miktarda aracın geçiş parasını, araçlar geçsin geçmesin ödeyecek. Yani, kâr garantisi verecek.
Bu dolaylı olarak Hazine garantisi demektir. Bu da proje için banka finansmanı bulmanın su içmek kadar kolay olacağı anlamına geliyor.
LEFKOŞA
Kıbrıs’ta iki milyon dönüm civarında terk edilmiş mülk var. Bu mülkün yüzde seksene yakın bölümü güneye göç eden Rumların arkada bıraktıkları mallardır.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, kamu arazilerini saymazsak, neredeyse yüzde doksan oranında Rum malları üzerine kuruludur.
Bu malların tapuları büyük oranda Kıbrıslı Türklere ve Türkiye’den gelen göçmenlere dağıtıldı. Kuzeyin sosyal ve ekonomik dokusu bu mallar üzerine kuruldu.
Ancak, uluslararası hukuk nezdinde bu dağıtım yasal değildir, mallar eski sahiplerine ait olmaya devam ediyor. Nitekim Rumlar müzakerelerde topraklarının tamamını geri istemekte, 1974’ten önceki tapu düzenine geri dönülmesini talep etmektedir.
Bu Türk tarafının kabul edebileceği bir öneri değildir. Çünkü neredeyse 40 yıldır süren bir düzenin değişmesi, Kıbrıslı Türklerin yeniden yerlerinden sökülüp sıfırdan başlaması anlamına gelmektedir. Birleşik Kıbrıs için iki toplumlu ve iki bölgeli bir yapının öngörülmesi zaten bunu imkânsız kılmaktadır.
Birbirine taban tabana zıt bu iki görüş yıllarca müzakereleri düğümledi. Şimdi yeni bir aşamadayız. Türk tarafı, iki hafta kadar önce sunduğu önerilerle, soruna ilk defa her iki tarafın da kazançlı
Dünyada en saf şey baldır.
En sahtekâr şey insandır. Sahtekârla saf bir araya geldiğinde ne olur?
Türkiye olur. Kovan dağılır. Bal bozulur.
Resmi kaynaklara göre Türkiye’de 5,5 milyon arı kovanı var.
Kovan veya arıcılık deyimi ile koloni, içinde bir ana arı, 50-60,000 erkek ve dişi arı, petek ve bal bulunan şeye verilen addır.
Devlet koloni başına arıcılara 6 lira destek verir. Bu destek Tarım Bakanlığı tarafından sağlanır, arıcılar birlikleri tarafından dağıtılır.
Birlikler her ilde arıcıları ve kovan sayısını tespit eder, listeleri bakanlığının taşra kollarına verir. Bunlar listeleri onaylar, Ankara’ya yollar. Listede belirtildiği kadar arı kovanı var mıdır, yok mudur kontrol etmezler.