Prime müşteriler yeterli gelire ve iyi kredi siciline sahip kişilerdir. Subprime müşteriler düşük gelir gruplarına aittir. Ne gelir durumları ne de kredi kapatma huyları iyidir. Bu nedenle, prime müşterilerin alabildiğinden daha az kredi alabilirler, onlardan daha yüksek faiz öderler.Subprime, krediyi açan için de alan için risklidir. Çünkü faiz oranı yüksektir, alıcının kredi sicili bozuktur ve bu gibi alışverişlerde bir sürü abidik gubidik dönebilir ve dönüyor.Subprime kredilerin yaygın olduğu sahalardan biri mortgage yani uzun vadeli borçla konut satın almadır.2006 yılının sonundan itibaren ABD'deki subprime mortgage işi yavaş-çekim bir krize girdi. İnşaat sektöründe aşırı arzın yarattığı balon patladı. Subprime borçluları borçlarını ödeyemez, bunlara kredi açanlar da zararlarını kapatamaz duruma geldiler. New Century Financial Corporation gibi büyük kurumlar kapılarını kapatmaya veya konkordato ilan etmeye başladılar. Bunu yarattığı korku, Türkiye dahil dünya borsalarında keskin düşüşler yaşanmasına neden oldu. Kriz subprime pazarında patlak verdi ama bugünkü yaşadığımız çalkantının artık bu pazarla pek alakası yoktur.1998'den bu yana ABD'deki yapılan mortgage'ların sadece %
Dükkân Lefkoşa'nın o zamanki alışveriş merkezindeydi. Selimiye Camii, bandabuliya (hal), bedesten, sırıtan sessiz develeriyle Deveciler Hanı, körükleri har har eden kara demirciler, arşınla kumaş ölçen kumaşçılar, saz büken sandalyeciler, manifaturacılar, yorgancılar, bakkallar, şekerciler, dülgerler, dilenciler falan hep buradaydı. Alışverişi lokantanın ahçısı olan dedem yapardı. Garsonluk dönemlerinde peşine takılırdım. Arkamızdan, elinde köfün (kamıştan yapılmış küfe) satın alacaklarını taşıyacak olan bir garson gelirdi. Dedem, huysuz, hiddetli, çok az konuşan bir insandı. Bana konuştuğunu hiç hatırlamıyorum.Alacaklarını işaret eder, kaç okka (1283 gramlık eski bir Osmanlı ağırlık ölçüsü) istediğini söyler, önlüğünün cebinden çıkardığı paralarla öder, arkasına bakmadan yoluna devam ederdi. Her şeyin en iyisini, en pahalısını alırdı. Manav, alınanları garsonun köfününe yerleştirirdi. Bandabuliyanın kapısında köfününden tavşanlar için dirifil satan bir adam dikkatimi çekti. Dirifilin ne olduğunu sormayın. Ne olduğunu bilmiyorum. Artık satılmıyor, çünkü hiç kimse evinde tavşan besleyip yemiyor. Demet halinde satılan, maydanoza benzeyen, ama daha uzun, yeşil bir ottu dirifil veya
Türkiye'de seçimler 22 Temmuz'da yapıldı. Bugün 18 Ağustos. Aradan 27 gün geçti. Yeni hükümet hâlâ ortada yok ve yeni cumhurbaşkanı seçilinceye kadar da olmayacak. İki hafta sonra? Belki.Yani, iyimser bir tahminle, seçimler yapıldıktan bir buçuk ay sonra hükümet açıklanmış olacak. Ancak güvenoyu alıp resmen işe başlaması on gün falan alabilir. Etti mi size seçimlerden sonra iki ay.Anayasa'ya göre, hükümet programı hükümetin kuruluşundan itibaren "en geç bir hafta içinde" Meclis'te okunur ve güvenoyuna başvurulur. Güvenoyu için görüşmeler, programın okunmasından "iki tam gün geçtikten sonra" başlar ve görüşmelerin bitiminden "bir tam gün geçtikten sonra" oylama yapılır.Neden en geç bir hafta, iki tam gün, bir tam gün? Bütün bu işler neden bir günde yapılmasın? Çünkü biz Türküz, bizde vakit çoktur. Fransız muhafazakâr Nicolas Sarkozy 16 Mayıs'ta Cumhurbaşkanı oldu. 17 Mayıs'ta François Fillon'u Başbakan tayin etti. 18 Mayıs'ta kabine açıklandı. Tabii, Cumhurbaşkanı Sezer, Başbakan'ın götürdüğü listeyi onaylasaydı kabine perşembe günü açıklanmış olacaktı. Ama, anladığımız kadarıyla, Sezer Bakanlar Kurulu listesine bakmaya gerek bile duymadan "Yeni cumhurbaşkanı onaylasın" tarzında
Her siyasi kriz kendi ekonomik krizini de beraber getirir.Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı olacağı kesin. Cumhurbaşkanı olmasının er veya geç, şu veya bu şekilde krize dönüşeceği olasılığı da az değil. Acaba nasıl bir kriz? Nereden patlak verebilir?Ekonominin 2001'den bu yana ekonominin keyfini çıkardığı büyümenin arkasında iki ana unsur var: İstikrar ve yabancıların Türkiye'ye pompaladığı bol sıcak ve soğuk para. Bu paraların Türkiye'ye gelişinin arkasında da iki ana neden var: İstikrar ve uluslararası piyasalarda eşi görülmemiş ucuz kredi bolluğu.Demek ki istikrar alabora olursa Türkiye'ye yönelik para akımının da alabora olma olasılığı büyüktür. Türkiye siyasetçilerinin ihtirasından çektiği kadar hiçbir şeyden çekmedi. Bütün krizlerin, askeri müdahalelerin arkasında siyasilerin bencilliği, sığlığı ve alaturkalığı var. Gül macerasının uluslararası finansal piyasalardaki çalkantıya rast gelmesi olağanüstü büyük bir şansızlıktır. Kredi bolluğu sona ererken istikrarda da çatlaklar başladı.Şimdi biraz rakamlara bakalım: Yabancı yatırımcıların İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda 54 milyar dolarlık hisse senedi var. Hazine kâğıtlarına da iştahlı olan yabancıların ellerinde tuttuğu
Aklınıza gelebilecek her mal, genellikle aklınıza gelemeyecek kalitesizlikte ve çirkinlikte, KİTler tarafından imal ediliyordu. Yazları Tekel birası almak için kuyruğa girerdik.Sonra Turgut Özal Amcanız iktidara geldi. Siz ona da yetişmediniz. Özelleştirme diye bir şey çıkardı. O gün bugündür KİT'ler özelleştiriliyor, yani en çok parayı kim verirse ona satılıyor. (Casus olmamaları koşuluyla. Casuslara şirket satılmıyor. Abank'ın yarısının Yunan Alfabank'a satılmasına BDDK izin vermedi, biliyorsunuz. Yönetim kurulu üyelerinden biri Yunan istihbarat teşkilatının eski başkanıymış. Bu şekilde Türkiye hayati bir tehlikeyi daha atlatmış oldu. ) Gençler. İnanmayacaksınız. Daha yirmi-yirmi beş yıl öncesine kadar Türkiye'de kamu iktisadi teşekküllerinin (KİT) hâkim olduğu kapitalist-Sovyet tipi bir ekonomik model hüküm sürüyordu. 1991'de Türkiye'nin 500 büyük sanayi kuruluşunun 86'sı, en büyük 10 şirketin yedisi kamu iktisadi teşekkülüydü.Geçen sene KİT'lerin sayısı 16'ya düştü. İlk 10 içinde kala kala Elektrik Üretim A.Ş. Genel Müdürlüğü (EİAŞ) kaldı. Türkiye sanayide -bankacılıkta durum farksız değildir- özel sektör ağırlıklı bir yapıya kaydı. Size daha da çarpıcı bir bilgi: 1982'de,
Bu konuyu yakından izleyen gazetecilerden biri olarak törene davet edilmeyi beklerdim, ama haberim bile olmadı. 1.2 milyar euro'luk krediyle ilgili imzaların Ankara'da Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü'nde atıldığını Anka Ajansı'nın haberinden öğrendim.Enerji Bakanı Hilmi Güler törende, "Bu proje en zor projelerden birisiydi. Kararlılıkla üstesinden geldik" demiş.Gerçekten kararlılık gösterdiler. Projeyi ihalesiz vermeye karar verdiler ve bu nedenle finansman bulmak bir yıllarını almış olsa da kararlarından dönmediler. Başbakan tarafından temeli atıldıktan bir yıl geçtikten sonra Ilısu Barajı'na finansman bulundu, inşaat başlayabilecek. Neden dönsünler? Onlara kim mâni olacak? Neden ihalesiz verdiniz, ihalesiz vermenin yasal çerçevesi nedir diye kim soracak? Hangi siyasi parti konuyu Meclis'e götürecek? Hangi savcı araştıracak?Proje için 1,2 milyar euro'luk finansman bulundu, ama işin bununla bitmeyeceği kesin. Ne kadara çıkacağı bilinmiyor. Ucu açık.Bu büyüklükte bir projenin ihale edilmesi gerekir. Hem yasalar hem de kamu yararı bunu gerektirir. Uluslararası uygulama da bu yöndedir. Doğru yol, uluslararası rekabete de açık bir ihale açmaktı. Durum bu iken, Avusturya-Türkiye
Alışverişe pek ihtiyacım yoktu aslında, ama canım sıkılıyordu. Evden çıkıp birkaç saat insan arasına karışmak değişiklik olacaktı.Kapıyı açar açmaz ağustosböceklerinin yükselen sesiyle birlikte sıcak yüzüme çarptı. Ağaçların altındaki gölgeler bile sıcaktan bayılmış gibiydiler.Yol beni Mehmet'in dükkânının önünden geçirdi. Saat 11.00'e geliyor olmasına rağmen dükkân kapalı, demir bahçe kapısı sürgülüydü. Bu saatte, Mehmet'in, taş binanın loşluğunda, elinde ılık bitki çayı fincanı, vantilatörün önünde oturuyor olması gerekirdi. Acaba bir müşterisinin evine mal teslim etmeye mi gitmişti? Yoksa başına bir şey mi gelmişti? Mehmet kalp hastasıydı ve baypas olmuştu. Gerçi hâlâ ayaklarının altında yay varmış gibi yürüyordu ve cin gibiydi, ama yaşı altmışı geçeli çok olmuştu.Yol boyunca dükkânın kapalı olması aklıma takıldı. Tanıdıklarımız öldüklerinde -desteden kaybolan oyun kâğıtları gibi- hayatımız yoksullaşır. Gariptir. Onları sevsek de, sevmesek de. Rum tarafına geçince telefonum kapsama alanının dışında kaldı. Alışverişimi yaptım, torbaları arabanın arkasına yerleştirdim, arabanın burnunu Türk tarafına çevirdim."Eğer dönüşte de dükkân kapalıysa ona telefon edeceğim" diye düşündüm.
Arabama biniyorum, 100 metrelik tarafsız bölgeyi aşıp Rum tarafına geçiyorum. Rum pasaport polisinin yanında duruyorum ve arabamdan inmeden, kimlik kartımı pencereden uzatıyorum. Rum polis, kimlik kartımın numarasını bir kâğıda yazıyor ve geç işareti yapıyor. Ne vize kâğıdı dolduruyorum ne de bilgisayara kaydediliyorum.Polis kulübesinin üzerindeki kameralar geçişimi kaydediyor. Dönüşte Rum tarafında herhangi bir formalite yok. Geçip gidiyorum.Türk tarafına gelince bir önceki formalite yeni baştan yapılıyor. Arabadan inip pasaport polisinin önünde kuyruğa giriyorum. Polis geri döndüğümü bilgisayarına kaydediyor, vize kâğıdıma bu defa giriş damgası vuruyor. Arabama binip karşıya geçiyorum. Arabamla Lefkoşa'nın Türk tarafından Rum tarafına geçiyorum. Sınırda arabamdan iniyorum. Kuyruğa girip vize kâğıdı dolduruyorum. Kimlik kartımla beraber pasaport polisine veriyorum. Bilgileri bilgisayara kaydediyor. Vize kâğıdıma çıkış damgası vuruyor. Kimlik kartımla beraber bana iade ediyor. Rum ve Türk tarafı arasındaki geçişlerin serbest bırakıldığı ilk aylarda Rumlar da işi daha sıkı tutuyorlardı. Zamanla gevşettiler. Artık, Türk arabalarının Rum tarafı için sigortalandığına dair belgeye