Her gün bu koya gelip yarım saat yüzüyorum. Günümün en hoş zamanı. Denizi seviyorum. Kara gibi sert değil. Yumuşak, hoş geldinli, içine alıcı. Kendini bırakıp üstünde saatlerce salınabilirsin. Hiçbir şey yapman gerekmez. Su seni tutar ve kendi hareketiyle hareket ettirir. Bazen açığa çeker, bazen karaya. Kıpırtısız suya kendini bıraktığında sanki yerçekiminden kurtulur, hafifler, karadaki ağırlığını terk edersin.Bu saatlerde, her gün olduğu gibi, çobansız, serbest dolaşan keçi sürüsü, tepeden iniyor ve sahildeki düzlükte otlamaya başlıyor. Suyun sesi olmasa çıngıraklarını duyabilirim. Onların olduğu yerde güneşin neredeyse alazlayarak kuruttuğu otların kokusu var. Ben burada denizin kokusunu duyuyorum.Tam istediğim gibi. Keçilerden, üzerlerine konup kalkan kargalardan ve benden başka kimse yok.Burada insan kendini yaradılışla uyumlu ve mutlu hissedebilir, ama ben edemiyorum.Denizin yer yer yüzeyinde dalgaların yaratmadığı köpükler var. İnsanlar her yıl denize 450 milyar metreküp çöp, endüstriyel ve tarımsal atık boca ediyor. Bu köpükler sahildeki otellerin lağımlarından boşalan sulardaki sabun ve deterjan artıkları olmalı. Deniz gözlüğümün camından suda yüzen küçük plastik
Bu kişi Abdullah Gül değildir. Hem tesettürlü hem de göbeği açık kadınlar onu beğense de. AKP seçimde oyların yarsına yakınını almış olsa da. Yabancı diplomatlar ve gazeteciler ona bayılıyor olsa da. Kendisi o makamda oturmayı çok istiyor olsa da. AKP onu oraya seçtirmek için gerekli olan oyları Meclis'te veya Meclis dışında bulsa da.O makama AKP'yi kendi başarısının muhtemel aşırılıklarından, ölçüsüzlüklerinden ve şımarıklıklarından koruyacak birisi lazım.Bu birisi Gül değildir. Gül, Erdoğan'ın ideolojik ikizidir. Onlar divan edebiyatındaki gül ve bülbüle benzer. Cumhurbaşkanlığına AKP'nin yargı, yasama ve yürütme erkinin üzerindeki mutlak hâkimiyetini dengeleyecek birisi seçilmelidir. Gül cumhurbaşkanı seçilince, birdenbire mucizevi bir biçimde tarafsızlaşamaz, AKP'nin siyasi ve dini ideallerinden kopamaz. İmkânsızdır bu. Gül, istese de istemese de, AKP'nin cumhurbaşkanlığındaki uzantısı olacak.Devletin bütün organlarının hâkimiyetini eline geçirmesi ne AKP için hayırlıdır, ne de Türkiye için.AKP'nin istediği kişiyi cumhurbaşkanı seçtirememesinin demokratik olmadığını savunanlara ders kitaplarına geri dönmelerini tavsiye ederim.Demokrasi kuvvetler ayrılığı prensibi üzerine
Deniz Baykal olmanın cezası Deniz Baykal olmaktır. Türkiye'nin en başarısız politikacısı olmak en büyük cezadır.Hem, homurdanmaktan başka yapılacak şeyler var.Birçok yorumcu bu genel seçim sonuçlarını "demokrasinin zaferi" olarak yorumladı. Ben zafer falan göremiyorum. Bundan önceki seçim sonuçları demokrasinin mağlubiyeti miydi? Ben size demokrasinin zaferi nasıl olur söyleyeyim: Milyonlarca CHP'li Baykal'ın maskarası olmaktan kendini kurtardığı zaman. Baykal ve çevresindekiler tarafından aptal yerine konmaya isyan ettiği zaman. Kabızlığa, statükoculuğa, halktan kopukluğa, ikiyüzlülüğe, laf kalabalığına "yeter" dediği zaman. Aşırı sağı sosyal demokrasi diye yutturmaktan vazgeçtiği zaman. "CHP Genel Merkezi'ni hangi ihaleyle, hangi şirkete, kaç paraya yaptırdınız?" diye sormaya başladığı zaman. CHP'li olmayı ağlaşmak ve çaresizlikle eşdeğer olarak kabul etmekten bıktığı zaman.Yüz binler CHP Genel Merkezi'nin önünde toplanıp "Yetti bu kadar" sloganıyla Baykal'ı istifaya zorlayıncaya kadar. Deniz Baykal'a homurdanıyorsanız size tavsiyem şudur: Enerjinizi boşa harcamayın. Yoksa hiçbir şey yapmamak, her şeyi oluruna bırakmak mı lazım? Baykal tahta bir atın seyisidir. Seyis değişse o
Bu politikaların yerli entelektüel altyapısı yoktur. Çok ekonomist var ama Türkiye'nin izlemesi akıllı olacak ekonomi politikalarının ne olabileceği konusunda yazılmış bir tek kitap yok. Varsa o kadar iyi gizleniyor ki ben görmedim.Bizde ekonomistler daha çok televizyon programlarında konuşurlar veya gazete köşelerinde guruluk yaparlar. Siyasi partilerde de özgün öneriler yaratabilen, ağırlığı olan ekonomistler yoktur.Oysa incelenme, çözüm önerisi bekleyen bir ton konu var.Globalleşme Türkiye'nin lehine ve mi aleyhine mi çalışıyor? Özelleştirme iyi bir fikir miydi? 2001 krizinden bu yana Türkiye'de uygulanan ekonomi politikaları tamamen Uluslararası Para Fonu ve Dünya Bankası uzmanlarının eseridir. İthaldir yani. Bankacılık sektörünün yüzde yüzünü yabancıların satın almasına açmak iyi mi, kötü mü?Belirli büyüklüğün üzerindeki birçok Türk şirketi yabancı şirketlerin alım listesindedir. Yabancıların kontrolüne geçen şirketlerin yarattığı katma değer daha fazla mı?Altı seneden beri uygulanan ve ithalatı teşvik eden kambiyo kuruna rağmen ihracat neden artıyor? İhracat yapısal bir değişiklik mi geçiriyor?Verimliliğin önündeki engeller nelerdir ve nasıl kaldırılacaklar?Bu soruların
Beceriksizlikleriyle piyasada gülünç olan, isimleri yolsuzluk dedikodularına karışanlar yeni bakanlar kurulunda yer alacaklar mı, yoksa partinin arka sıralarına mı gönderilecekler?AKP bakanlarında donanımı mükemmel olmayan kişiler vardı. Hilmi Güler enerji sektörünü tek başına darboğaza soktu. Binali Yıldırım da Telekom piyasasının liberalize edilememesinden ve Türk Telekom'un tekeline teslim edilmiş olmasından sorumludur.Bilgisi az bakanlarla bilgi çağında yol kat edilemez. Azgelişmiş insanlarla azgelişmişlikten kurtulmak olanaksızdır. Erdoğan'ın ekonomik niyetlerinin ilk ipuçlarını seçtiği bakanlarda göreceğiz. Ekonominin bulunduğu yerden ileri gitmesi için gerekli önlemler birinci AKP hükümetinde olduğundan daha zor, sofistike ve ağrıtıcı olacak. Verimliliğin önündeki engelleri kaldırmak, köhnemiş kurumları yenilemek için vizyon ve kararlılık gerekecek.Bunun için kaliteli kadrolara ihtiyaç var. Birinci AKP hükümetinde bu kadrolar yoktu. Acele düzenlenmiş milletvekili listeleri iyi bir hasat vermedi. Tespih/tesettür takımı dışında kimseyle çalışmama paranoyası bürokratik kadroların ikinci sınıf yöneticilerle dolmasına neden oldu.Bu defa milletvekilleri arasında büyük idealleri
1950'den bu yana ekonominin büyüme sürecinde olduğu dönemlerde yapılan seçimleri hep iktidardaki partiler kazandı. AKP'nin iktidara geldiğinden bu yana ekonomi sürekli büyüyor.2001 krizinde 154 milyar dolara düşen GSMH geçen sene 403 milyar dolar oldu. Birçok insan bu büyümeyi cebinde hissetmemiş olabilir. İşsiz sayısı azalmamış olabilir. Köylerden kentlere akın sürüyor olabilir. Ama ekonomi büyüyor ve memlekette istikrar var.Ve seçmen, aklını peynir ekmekle yememiş olduğu için, AKP'nin poposuna tekmeyi vurup CHP ile MHP'ye "Özlemiştik, lütfen siz buyurun da gene biraz kavga ve kriz görelim" demeyecekti. Tespih/tesettür endişeleri bazılarının geceleri uykularından ter içinde uyanmalarına neden olsa da çoğunluğa göre AKP'yi elemek için yeterli neden değildi. Seçim sonuçlarını hiç merak etmedim çünkü, müneccim değilim ama, sonucu ta başından tahmin edebiliyordum. Esas merak konusu, AKP'nin yeniden iktidara gelmesi değil, geldikten sonra ne yapacağıdır. Her ne kadar ekonomideki büyüme çarpıcı ise de diğer Avrupa ülkeleriyle karşılaştırıldığında Türkiye hâlâ yerinde sayıyor. Kişi başına gelir Avrupa ortalamasının %30'u kadardır. 1990'larda da bu kadardı.Süratle arayı kapatmak için
Ona öğle yemeğine gittiğimde sofrada muhakkak sevdiğim yemekleri bulurdum. Bulgur pilavı ile bumbar, enginar dolması, molohiya, etli taze fasulye ve kereviz, maydanoz, golyandro (kişniş otu) ve taze soğanlı yeşil salata. Ve yanında, her zaman, en çok sevdiğim yemek olan yalancıdolma. Artık ara sıra arkadaşlarımın evinde yiyorum bu yemekleri. En çok paça kafalı, şalvarağızlı Erol'da veya Erdil'de. Her ikisinin eşi de harika yemek yapar. Ama ne kadar yakının olursa olsun hiçbir arkadaşının evinde her gün yemek yiyemezsin. Hiçbir arkadaşının karısı annen değil.Öğrenip ben yapacağım. Başka çaresi yok. Yalancıdolma yapılan bir gün gidip öğreneceğim.Kıbrıslıların yalancı dediği zeytinyağlı dolma Türkiye'de yapılanından daha basittir. İçinde sadece pirinç, nane, soğan ve biraz domates var. Bol, ama çok bol limon. Baharat, üzüm, çamfıstığı falan konmuyor. Yanılmıyorsam sadece asma yaprağıyla yapılıyor. Mevsiminde kabakçiçeğinin içi de dolduruluyor.Ahh. Bunları yazarken bile ağzım sulanıyor.Annem turunç, ceviz ve kayısı macunu da yapardı. Bunlar misafirler içindi. Yapılmaları uzun ve zahmetliydi. Özellikle taze cevizden yapılanı. Acılığını almak için ceviz günlerce suda kalır, katran gibi
Neden bazı ülkeler zengin, bazıları yoksul? Zengin ülkeleri zengin yapan, fakir ülkelerin fakirlik kapanından çıkmasını engelleyen faktörler nedir?McKinsey Global Institute Direktörü William Lewis, Adam Smith'ten bu yana ekonomistlerin aklını yoran bu soruların cevabını araştırmaya karar verdi. Bulgularını Üretkenliğin Gücü* adlı kitabında yayımladı.Esasında, ekonomik başarının formülü sır değildir. Son 50 yıl içinde yoksulluktan zenginliğe giden ülkelerin bunu nasıl başardığı biliniyor. Ama ekonomik başarı formülleri birçok ülkede uygulanamıyor çünkü kurulu düzenden yararlananlar, çalıcı politikacılar ve bürokratlar, teşviklerden göbek yapanlar, iş güvencesine sahip yığınlar, serbest piyasa düşmanı entelektüeller yolu tıkıyor. Üretkenliğin gücünü zayıflatıyorlar. Dünyayı dolduran altı küsur milyar insandan sadece 800 milyonu kalkınmış ülkelerde yaşıyor. Beş milyara yakın insan geri kalmış ekonomilerde yaşıyor. Biz dahil 340 milyon ise varlıklılarla yoksullar arasındaki yamaçlarda yaşam sürüyor. Londra Merrill Lynch'ten AKP'ye transfer olup gelecek hafta Gaziantep vekili olarak Meclis'e girecek olan Mehmet Şimşek'in bakan olursa ne yapacağını öğrenmek isteyenlerin Lewis'in