Türkiye'ye bir muz kabuğu gösterin, gerisine karışmayın. Ne yapıp edip üzerine basıp kayacak ve bir tarafını kıracaktır.Bir bez parçası gösterin, türban sorunu çıkaracak, dünya büyük bir ekonomik durgunluğa kayarken laik/sofu kavgası yapacaktır.Bugün olduğumuzdan daha kötü durumda olmamamız kendi irademizin sonucu değil. Birileri iplerimizi çekmiyor. Çekse saniyesinde 1980 öncesi, her gün birkaç kişinin öldürüldüğü sağ sol çatışmaları tekrar başlayacak. Kahramanmaraş'ta, Çorum'da yaşanan katliamlar tekrarlanacak. PKK yeniden pusuya yatacak. Bu defa laiklik/sofuluk yeni bir bölünme noktası olarak belirdiğine göre yeni korkunçluklar da görebiliriz.Hiçbir şeye birbirimizi yemeye olduğu gibi hazır değiliz.Erdoğan türban krizini bir üst noktaya çekerek neden şimdi milletin önüne koydu? Muhtemelen, yapacak başka bir şeyi olmadığı için. Benim için Türkiye ile ilgili en önemli gerçek, kesintisiz olarak krizden krize sürüklenmesi, kalkınmanın alt kademelerinden kendini kurtaramamasıdır. Türban dev eğitim sorununun miniskül parçalarından biridir. Türkiye eğitimde OECD ülkeleri arasında sondan ikincidir. Anaokullarından üniversitelere en iyi standartlardan çok uzak, katı ezberciler yaratan
Malezya'da yaşayan 25 milyon insanın yüzde 52'si Malay Müslüman, yüzde 25'i Çinli, yüzde 8'i Hintli ve geriye kalanı yerli ve diğer ırklardandır. 1957'de İngilizlerden bağımsızlığını kazandığında Malezya ekonomisine Çinliler hâkimdi. Refahtan daha fazla pay almak isteyen Malaylar ile Çinliler arasında 1969'da çatışmalar çıktı. Müslümanların hâkimiyetindeki hükümet Malayların tarafını tuttu. Zengin Çinlier ile fakir Müslümanlar arasındaki açığı kapatmak için yasa geçirildi. Şirketlerde en az yüzde 30 pay Malayların olacaktı. İşe almalarda, üniversiteye girişte Müslümanlara öncelik verildi. Müslümanların gelir düzeyi yükseldi ve uzun süre memlekette sükûnet oldu. Ama zaman içinde bu politika devletin her konuda Malayları kayırması şekline dönüştü. Şimdi Hintliler ve Çinliler ayrımdan şikâyet ediyorlar. Malezya'nın PKKsı yok ama onun da başı dertte. Nüfusu homojen olmayan bütün ülkeler gibi. İslami akımların güçlenmesi, Malayların ve Hintli ve Çinlilerin gittiği okulların ayırılması toplumdaki çatlağı büyüttü. Bazı Çinli ve Hintliler ülkeyi terk ediyorlar. Bazılarına göre bu çatlak Malezya'nın ekonomisini ve rekabet gücünü zayıflatıyor. Otuz küsur sene önceki ırk çatışmalarının
Hrant Dink, Orhan Pamuk, Fazıl Say, Şerif Mardin ve Nur Vergin örnekleri başlarını siperden kaldıranları nelerin beklediğini gösteriyor. Erdoğan'ın neyi açıkladığı, neyi gizlediği söylediklerinden anlaşılamaz. Onu anlamak için bu tür korkuların hüküm sürmediği başka bir Müslüman ülkeye, Malezya'ya kulak vermek lazım. Bakın Malezya Başbakanı Abdullah Ahmet Bedevi ne diyor*: Eski bir soru ama yeniden sormaya değer: Tayyip Erdoğan değişti mi? Bu sorunun cevabını bilmek mümkün değil. Ülkemizdeki özgürlük ortamı açık konuşmaya müsait değil. Yasaların getirdiği kısıtlamalar var. Asker korkusu var. Derin devlet var. Medyanın sınır tanımayan saldırılarına maruz kalma endişesi var. Kim olduğu veya kimden emir aldığı hiçbir zaman açığa kavuşmayacak insanlar tarafından öldürülme tehlikesi var. "Batıda birçok insan zannediyor ki Müslüman toplumlar maddi olarak zenginleştikçe Avrupa'da, Aydınlanma diye bilinen dönemde olduğu gibi, dini dünyevi işlerden ayıracaklar ve din kul ile Tanrı arasında özel bir ilişki haline gelecek. Ancak, şahit olduğumuz, birçok Müslüman toplumun şehirlileştikçe ve endüstrileştikçe İslama bağlılığının büyüdüğüdür. Müslümanlar için din hiçbir zaman salt kişisel bir
Vadi, üzerinde semiz ineklerin otladığı yüksek, yeşil tepelerle çevriliydi. Ortasından iri çakıl taşlarının üzerinden köpürerek akan temiz sulu bir ırmak geçerdi. Ev, ırmağın kıyısındaydı. Günlerimi uyuyarak, okuyarak ve yürüyerek geçirirdim.Pansiyonun müşterileri arasında benimle aynı zamanlarda karısıyla beraber tatile gelen Walter adlı, iriyarı Alman bir beden eğitimi öğretmeni vardı. Bir gün yemekten sonra bahçede sohbet ederken Walter vadideki en yüksek tepeyi işaret ederek, "Her yıl bir defa bu tepeye tırmanırım" dedi. "Yarın beraber tırmanalım mı?"Sabahleyin kahvaltıdan sonra tırmanacak, tepenin arkasında Avusturyalıların "alm" dediği bir dağ lokantasında yemek yedikten sonra dönecektik. Eşi Sabine arabayla gelip bizi alacaktı.Dizlerimde sorun olduğu için ben daha az dik yerlerde yürürdüm. Ama Walter'in önerisini kabul ettim. Ertesi gün eşi bizi patikanın başladığı yerde bıraktı. Walter önde, ben arkada 1,500 metre yükseklikteki zirveye tırmanmaya başladık. Yürüyüşün kapasitemin çok üstünde olduğunu idrak etmem uzun zaman almadı. Arkaya düştüm. Walter sık sık durup beni beklemek zorunda kalıyordu. Dizlerim ağrımaya başladı. Tere battım. Nefesim ateş almış boğazımı
Açgözlülük hiçbir ülkede ABD'de olduğu kadar büyük ve kurumsallaşmış değil.ABD'de borsa olgusu bizdekinden çok farklıdır. Bizde halka açıklık yüzde 20 civarındadır. Borsaya kayıtlı şirketleri hâlâ onları kuran aileler kontrol eder. ABD'de ise halka açıklık hemen hemen yüzde yüzdür. Borsa şirketlerini yaratan işadamları çoktan öldü, aileleri ellerindeki çoğunluk hisseleri çoktan ellerinden çıkardı. Yönetim profesyonellerin elinde, hisselerin çoğu süper zenginlerin ve fonların kontrolündedir. Türkiye'de ailelerin şirketlerine bakışı genelde uzun vadelidir. Süper zenginler ve fonlar ise genelde çabuk, büyük ve sürekli kâr kollarlar. Kapitalist ekonomilerde büyümeyi de krizi de yaratan en büyük etkenlerden biri açgözlülüktür. ABD'de yerinde rahat oturmak isteyen CEO, yani genel müdür, en az şu iki konuda başarılı olmak zorundadır: Şirketin hisselerine değer kazandırtacak. Tercihen bir yıl öncekinden daha fazla temettü dağıtacak. Bunları her yıl yapacak.Bilanço, giyotin gibi, CEO'nun önünde sürekli durur. Şirketler yılın her çeyreğinde bilanço açıklamak zorundadırlar. Wall Street analistleri, derecelendirme şirketleri kurt gibi bu açıklamaları bekler. Kellesini vermek istemeyen CEO her
Monoline'lar hükümetler ve belediyeler tarafından ihraç edilen bonoları ve özel sektör tahvil ve borçlanmalarını temerrüde karşı sigortalıyorlar.Bu faaliyet, mali piyasaların payandalarından biridir ve trilyonlarca dolarlık bir iş hacmine sahiptir. Sadece Ambac ve MBIA adlı iki monoline Amerikan şirketinin sigortaladığı tahvil tutarının 2.4 trilyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Buna rağmen bu güne kadar adlarının pek duyulmamış olmasının nedeni müşteri kitlelerinin dar olmasındandır.Konu Türkiye'yi de ilgilendiriyor çünkü monoline'cıların müşterileri arasında bazı büyük Türk bankaları da var. Ve monoline sigorta bunların dışarıdan aldıkları kredilerin maliyetinin düşük olmasında önemli rol oynuyor. ABD'deki mortgage krizi bu güne kadar finans sektörünün tenha ve loş köşelerinde faaliyet gösteren bir işkolunu ön plana çıkardı. Bu işkolu monoline (monolayn okunuyor) sigortadır. Mono tek, line çizgi veya hat anlamına geliyor. Tek işte çalıştıkları için bu şirketlere monoline deniyor. Bu iş tahvil ve alacak sigortasıdır. Tahvil ihraç edenler veya, Türk bankaları gibi, dışarıdan borçlananlar kredi derecelendirme notlarını takviye etmek için monoline şirketlerine giderler. Bir bankanın
Kadın istihdamı oranı Türkiye'de yüzde 24, AB ortalaması yüzde 57.Türkiye'de 4 kadından biri çalışıyor. Her 100 çalışan kadının 75'i kayıtdışı.Ücret ortalaması erkek çalışanda 100 YTL, kadında 47 YTL.2003-2007 arasında kadın istihdamı 0.8 azaldı. Ekonomi yüzde 7'ye yakın büyürken, toplam istihdam yalnızca yüzde 1.1 arttı.Kadınların istihdama katılım oranı ilkokul mezunlarında yüzde 11, meslek lisesi mezunlarında yüzde 28, üniversite mezunlarında yüzde 61.Girişimci kadın oranı ise binde 7...Evlilik sonrası edinilen malların yüzde 8'i kadının üzerinde. Tüm bu verileri alt alta koyduğumuz zaman ortaya çıkan sonucu Birleşmiş Milletler Kalkınma Fonu (UNDP) İnsani Gelişme Raporu veriyor: Cinsiyet gelişimi endeksi sıralamasında Türkiye 92'nci sırada. Türk Girişim ve İş Dünyası Konfederasyonu (TÜRKONFED), "İş Dünyasında Kadın" raporunu Ankara'da kadın milletvekillerle tartışmaya açtı. TÜRKONFED'in bundan önce de Eskişehir'de iş dünyasına sunduğu raporun ana başlıklarını hatırlayalım: Açış konuşmasını Devlet Bakanı Nimet Çubukçu'nun yaptığı toplantıda TÜRKONFED Başkanı Celal Beysel ve TÜRKONFED Kadın Komisyonu Başkanı İlknur Denizli raporla ilgili sunumlarını yaptılar.Çubukçu,
Pazartesinden başlayarak dünya borsalarında meydana gelen büyük düşüşler bu düşünce tarzının terk edilmiş olduğunu gösterdi. Panik ABD Başkanı George W. Bush'un yavaşlamakta olan ekonomiyi uyarmak için 140 milyar dolarlık bir paket açıklamasından sonra patladı. Piyasalar paketi çok geç, çok az ve çok etkisiz olarak değerlendirdi ve ABD ekonomisinin yavaşlamaktan kurtulamayacağı sonucuna varıldı.Yavaşlamanın Avrupa ve Asya'nın da hız kesmesine neden olacağı korkusu borsalarda satışlara yol açtı.ABD ekonomisinde ne olursa olsun, Avrupa ve Asya'nın sarsılmadan yollarına devam edecekleri inancı da terk edildi. Dünya çapında borsalardaki düşüş durgunluk beklentisinin hisse senedi fiyatlarına yazılmasıdır. Şurasına artık kesin gözüyle bakabiliriz: Ağustosta ABD uzun vadeli konut piyasasında patlak veren kriz finans sektörünü hasta ederek uluslararası bir sorun haline geldi. Hızlı büyüme/ ucuz ve bol paranın "Lale Devri" sona erdi. Bu sona eriş geçici, kısa veya bir şişkinliğin düzeltilmesinden ibaret değildir. Birkaç gün öncesine kadar yatırımcılar Amerika Birleşik Devletleri'nde kaynamakta olan krizin Avrupa ve Asya'ya bulaşmadan durulacağını hesaplıyorlardı. Bir analistin