Mir'e hamileyken, çocuk gelişimi hakkında bol bol araştırma yaptım, okudum, danıştım. Kendime aldığım en önemli notlardan biri de "Dünyaya onun hizasından bak." olmuştu. Somut olarak… Onun boy seviyesine in ve neyi, ne kadar görebildiğini anla. Eğer koşulları kötüyse, düzelt.
Bu uyarı aklımın bir köşesinde durduğu için, Mir'le sohbet ederken, hep çömeldim. Ona laf anlatmaya (o an yapmak istediğinin neden tehlikeli olduğunu açıklamaya) çalışırken göz hizasına indim. Ne bileyim, bir çocukla tanışırken, onunla aynı boyutlarda olmaya özen gösterdim, onları önemsediğimi hissetsinler istedim. Veya araba koltuğuna oturttuğumda, başımı onun başıyla birleştirip, oradan dışarıyı/yolu ne kadar görebiliyor, "Aaaa Mir, köpeğe bak." dediğimde köpeği görebilecek yükseklikte mi diye kontrol ettim.
Ama her zaman insan öğrendiğini uygulayamıyor işte... Çünkü beyin böyle işliyor; hatalar yaparak doğruyu öğreniyor, kural bu. Gün içi kendi koşturmacalarım sırasında, bir çok kere Mir’in neden öfkelendiğine anlam veremeyip, kendimin de sinir sınırlarımın aşıldığını fark ediyorum. Sesim yükselebiliyor, hemen alçalıp özür de dilese o yüksek tonlama, ağızdan çıkmış oluyor bir kere cümleler ve
Mir Kaya’ya hamileliğim sırasında ‘emzik kullanımı’ hakkında çok okudum, danıştım. Günümüzde (genellikle) pedagoglar emziğe karşılar, yaptıkları mantıklı açıklamalardan ötürü ben de çok tepkiliydim. Değil hastane çantama emzik koymak, eve bile bir adet olsun edinmemiştim. Mir emzik kullanmayacaktı!
Gelin görün ki; okunanlarla, yaşananlar farklı. Dinlenenlerle, edinilen tecrübeler uyuşmuyor. Mir Kaya laktoz intöleransı olan bir bebekti. Her emmenin sonu sancılı gaz seansları başlardı. Küçük bir kısır döngü içerisindeydik; laktozu sütünden ayrıştıramayan ve çocuğunu anne sütüyle beslemek isteyen bir anne ama bunu tölere edemeyen bir bebe... Annem ‘‘Emzik verelim, çocuk yatışsın.’’ dedikçe, ‘‘Hayır! Emzik hayatımıza girmeyecek!’’ cevabını alıyordu benden.
Amacım, Mir Kaya ağlarken, emziği ağzına tıkıp, onu susturuyor pozisyonuna düşmemekti. Halbuki zamanla fark ettim ki; her bebek/çocuk ihtiyacı doğrultusunda, kendisi için bir obje seçiyor. Kimisinin bebeği, kimisinin havlusu, kimisinin battaniyesi, kimisinin yastığı olurken, işte benimki de emziği tercih edebiliyormuş meğer...
3 ayın sonunda, Mir rahatlıkla uykuya dalabilsin diye pes edip, emziği deneme kararı
İlk bebeğine hamile kadınlar, başkalarının doğum hikayelerini merak ederler çünkü önlerinde bilinmez bir yolculuk vardır. Hele ki; o yaşına kadar ‘‘Dünyanın en acılı anı.’’ olarak büyütülmüşlerse, içlerinde gizliden gizliye bir korku barındırırlar. ‘‘Acaba nasıl başlayacak? Ne kadar sürecek? Nasıl sonuçlanacak...’’ soruları beynini kemirir durur.
Ama ikinci hamilelikte, doğuma yaklaşım aynı değildir. Artık yaşanılanları tecrübe etmiş, biliyorlardır; başkalarının hikayelerine ihtiyaç duymazlar. Zaten kaç kişiden bu süreci dinledilerse, hepsinin anlatımında farklılıklar vardır. Aynı kadın yaşıyor bile olsa, birinci ve ikinci doğum birbirinden ayrışır. Her sürecin yaşanılanı kendine hastır. Her bebeğin olduğu gibi...
Atlas’ın doğumunu soranlar oluyor. Sizin yaşayacaklarınızdan çok farklı da olsa anlatayım...
Atlas bana Mir’inkinin tam tamına tersine bir tecrübe yaşattı mesela. Kısaca Mir’den bahsetmem gerekirse, beklenilenden erken (38.6’ıncı günde) gelerek, doktorum tatildeyken, beni tanımadığım birinin ellerine teslim edip, bana upuzun gelen 36 saatlik bir doğum yaşatmıştı. (Aslında 2 gün doğum için gayet normal bir zaman dilimi.) Ama hepsinden önemlisi
Atlas'ın doğumu yaklaştığında etrafımızdaki herkes meşhur soruyu sormaya başlamıştı: "Atlas gelirken, Mir Kaya'ya ne hediye getiriyor?" Bizse eşimle bir karar aldık; Mir'e hiçbir konuda yalan söylemeyecek, onu kandırmayacaktık. Evet, hastane odası için yeni bir oyuncak aldık ama Atlas tarafından gelen değil, bizim verdiğimiz bir hediyeydi. Amacımız; küçücük bir hastane odasına tıkıldığında, farklı bir oyuncağı, yani yeni bir eğlencesi olmasıydı.
Şimdilerde Atlas'ı Mir'in kucağında görenler soruyorlar, "Hiç kıskanmıyor mu?" diye. Hayır, beklediğim gibi bir kıskançlık yaşamıyoruz. Belki bizim tavrımızdan, belki yaşının küçük olmasından, belki de Mir'in karakterinden... Veya hepsi birden! Sadece Mir uyumak istediği zaman ikimizin (ana-oğul) yalnız kalmamızı, daha doğrusu bebenin benim kucağımda olmamasını istiyor. Bundan daha doğal ne olabilir ki?
Peki başka neler mi yapıyorum? Doğumdan önce Mir'le eve gelecek yeni bebek hakkında çok konuştuk. Hala anlatmaya devam ediyorum... Atlas'ın bana ihtiyacı olan bir bebek olduğunu, dişleri olmadığı için yemek yiyemediğini, o yüzden sadece benim sütümle beslendiğini söylüyorum. "Yazık, aç kalmasın, gel beraber karnını doyuralım."
İlk bebeğinizi dünyaya getirdiyseniz, yeni anne olarak, ‘‘Bu yenidoğanla şimdi ben nasıl başa çıkacağım?’’ düşünceleri sizi sarıp, sarmalıyor. Neyse ki; Türk’üz ki; hastaneden eve ilk döndüğümüz günler mutlaka bir aile büyüğü bizimle oluyor. Onun yönlendirmesi sayesinde sudan çıkmış balık halimizi biraz olsun üzerimizden atabiliyoruz. (Gerçi yurtdışında da size yönlendirilen bir ebe birkaç günde bir size eğitim vermeye, sizi kontrol etmeye ve sorularınızı yanıtlamaya geliyor. Profesyonel bir yardım alıyorsunuz. Hangisi daha sağlıklı bilemiyorum ama ben yine de anne sıcaklığındaki desteği tercih ediyorum.)
Yeni anneler bol bol okuyup, araştırdıkları için biraz daha kendilerine güvenle hareket etseler de duymadıkları-görmedikleri-araştırmak akıllarına bile gelmediği bir durumla karşılaştıklarında ‘‘Eee, bu soru bilmediğim yerden geldi.’’ diye kalıveriyorlar. O yüzden ilk günler nelere dikkat etmek gerekir konusuna ucundan değinmek istiyorum.
Gerçi iki senede hastaneden öğrendiğim bütün kurallar değişmiş. Mir Kaya’da (2015) hastaneden çıkarken hemşirelerin yaptığı uyarılarla, Atlas’ı (2017) hastaneden eve getirirken söyledikleri yapmam gerekenler bayağı farklık gösterdi.
Emziren bir anneyle sohbet ediyorsanız, konu mutlaka döner dolaşır süt arttıran yiyeceklere gelir. Lohusaya da bu konuda verilen tavsiyeler kesinlikle bitmez. Bebeğimin 15 günlük döneminde şunu söylemek isterim ki; en sevdiğim öneri uyku! Eğer uykumu güzel alır ve dinlenirsem sütüm artarmış. Her duyduğumda bir gülme tutacak oluyor ki; onun yerine bir hüzün kaplıyor içimi... "Uyku derken?" diye sataşasım geliyor karşımdakine. Uykusuzluğun da verdiği bir sinir durumuyla, "Hangi uyku arkadaşım, gel yenidoğanla akşam sen ilgilen de ben mışıl mışıl uyuyayım." cümleleri dilimin ta ucuna kadar yanaşıyor. O yüzden ben size "İyi bir uyku çekin ki; sütünüz artsın." demeyeceğim, zira bu durum ancak 4-5 saat deliksiz uyuyan azınlıktaki bebeklerin annelerine ait bir lüks.
Ama dinlemek isterseniz başka tavsiyelerde bulunabilirim. Bir kere her anne bilmelidir ki; "Sütüm yetiyor mu?" stresi sütü azaltır. Etraftan gelen "Senin sütün az herhalde, bu bebek belli ki aç." gereksiz yorumları sütü daha da yok eder. O yüzden ne yapıyoruz? Kulakları tıkıyoruz. Hem dış seslere, hem iç endişelere... Sütün yeter, merak etme. Gerçekten yetmiyor ise, doktorun seni uyarır, sütüne ek olarak, takviye mama
Eskiden yayınlanan Aileler Yarışıyor Programı'nı ve son etabını bilirsiniz herhalde... 100 kişiye sorduk: "Bir lohusaya/yeni anneye etrafındakiler en çok hangi eleştiride bulunur?" desek; katılımcıların yarısı "Bu bebek çok ağlıyor, senin sütün yetmiyor belli ki kızım." cevabını verirken, diğer ellisinden de "Kucakçı olmuş bu çocuk, kucakçı." yanıtı gelir diye düşünüyorum.
Bingo! Sütü yetmeyen bir anne, kucaklarda dolanan bir bebe! Geçmişin- günümüzün- (bizim nesil de bu kafada devam ederse) geleceğin en yaygın lohusa problemi ele göre... Neyse ki; işin aslı tam tersi. Bebek ağlayabilir, aç olmasa da. Bebek kucakta da büyür, ağlamasa da. İlk bir sene boyunca anne tenine temas eden, anne kollarında olan bebekler, bir senenin sonunda bağımsız ve kendine güvenli çocuklara dönüşüyorlar. O yüzden varsın söylesin karşı komşu teyze, eleştirsin anneanne-babaanne ama siz, bebeğinizi kucağınıza almaktan korkmayın, çekinmeyin. Bol bol göğsünüzde yatırın, kokusunu içinize çekin. Uzun uzun sarılın, kulağına onu sevdiğinizi fısıldayın.
Bir bebek için daha huzurlu bir yer düşünebiliyor musunuz? Ten. Anne-baba ısısı. Sırf bu yüzden bebek doğar doğmaz annenin göğsüne yatırıyorlar.
Şimdi şöyle bir gerçek var; ilk günler düşündüğünüz pembe dünyanızdan çok uzak olabilir... Eşiniz sabah işe gidiyor, akşam geldiği gibi bebekle ilgileniyor ve siz havadan sudan konulardan iki çift laf edemiyorsunuz. İlk defa anne olmuşsanız, hiç tahmin etmediğiniz bir uykusuzluk düzeniyle karşı karşıya kalıyorsunuz. Ne kadar kendinizi dışarıdan gelen uyarılarla, o uykusuz gecelere hazırladığınızı düşünseniz de, yaşamakla dinlenen kadarını bilmek aynı olmuyor. Yorgunluk insanı yıpratıyor, sinirlerini bozuyor. Hormonlar zaten yükseklerden uçup, her sabaha solunuzdan kalmışsınız izlenimi veriyor. Kimse en çok ihtiyacın olan "Nasılsın?" sorusunu sormuyor ama "Annelik dünyanın en güzel duygusu değil mi?" deyip, duruyor.
Evet, öyle. Daha Mir Kaya doğduğu an ilk kucağıma aldığımda anlamıştım hayatımda en sevdiğimin o olacağını ama ilk günler kendinizi hiçte "en güzel duyguda" hissetmiyorsunuz. İstisnalar kaideyi bozmaz tabii ki. Çok güzel uyuyan bir bebek, gazsız bir yavru her şeyi değiştirebilir. Sosyal medya mı? En son bakılacak yer. İnsanı bunalıma sürükler, o derece. Herkes kusursuz anne, herkes çok mutlu, herkes bakımlı-güzel; her şey tıkırında işliyor o platformlarda. Ama