13 Ekim 1923... Ankara’nın başkent oluşunun 100. yılıdır.
O gün İsmet Paşa (İnönü), bir kanun teklifi hazırlayarak TBMM Başkanlığı’na sundu. “Türkiye Devleti’nin başkenti Ankara’dır” şeklindeki bir maddelik kanun teklifi aynı gün kabul edildi.
Ankara adının Ankyra, Ankura, Angora gibi köklerden geldiği tartışılır.
Atatürk konuya bambaşka bir yorum getirmiştir.
Atatürk’e göre Ankara, Orta Asya’daki Baykal gölüne dökülen nehir olup bu nehrin adı bölgede yaşayan Türkler tarafından göçler sırasında bizim coğrafyaya taşımıştır. Atatürk’ün bu yorumu zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın anılarında yer almıştır.
Batılılar kenti uzun yıllar “Angora” diye adlandırmışlardı. 1931 yılında çıkarılan yönetmelik ile PTT Angora adıyla Ankara’ya gelen mektupları geri göndermeye başladı. Aynı şekilde İstanbul’a Constantinople adıyla gönderilen mektuplar da geri gönderiliyor, İstanbul adı şart koşuluyordu. Ankara ve İstanbul adları o şekilde resmileştirildi.
Atatürk başkenti
Hamas operasyonuna karşı İsrail’in yanında
yer alan Avrupa, tepkilerini açıkça ortaya koyuyor. Örneğin Berlin’deki ünlü Brandenburg kapısına üç gündür İsrail Bayrağı yansıtılıyor.
Acılara ortak olmak iyidir...
Ama...
Bunun bir de aması var…
Okurumuz Naciye Kalınkol diyor ki: “Operasyonda öldürülen İsrailli sivillerin binlerce katı Filistinli sivil İsrail tarafından öldürüldü son 70 yılda... Ama iki yüzlü Batı bir kere bile Filistin bayrağı asmadı binalarına. Dökülen kanın esas nedeni tam olarak bu iki yüzlülük işte.”
***
Gazze ve İsrail’ de ölüm kol geziyor. E.Gen. Nejat Eslen diyor ki: “Savaş askerler arasında yapılır. Savaşta düşman askerini öldüren kahramandır. Sivili öldüren ise katil”
- Hamas’ın saldırısı başarılı bir operasyondur...
- Neden Paşam?
- Çünkü beklenmeyen zamanda, beklenmeyen yerden, beklenmeyen yöntemle yapılmıştır… Onur kırıcı sonuçlar alınmıştır...
Strateji uzmanı E. General Nejat Eslen’le Hamas’ın “Aksa Tufanı” üzerinde konuşuyoruz...
Bendeniz her türlü savaşa ve kan dökülmesine karşıyım...
Ne var ki dünya diplomasi çağını terk edip savaşlar çağına girdi.
- Peki Hamas’ın bu harekatının askeri hedefi nedir Paşam?
- Hedefi cezalandırmak... İsrail’in zafiyetini ortaya çıkartmak. Bu amaçlara ulaşıldı. İlk kez İsrail’in derinliklerine girdiler. İsrailli generali yaka paça gözaltına aldılar...
Geçen hafta kaybettiğimiz Hıfzı Topuz’un “Gülümseyen Anılar” kitabından bir sayfa…
Ünlü romancı Esat Mahmut Karakurt, Galatasaray Lisesi’nde öğretmenliğe başlayacaktır. Henüz 27 yaşında toy bir delikanlıdır. Derse girmeden önce Prof. Macit Arda çeker onu bir kenara:
- Sen nasıl tutunacaksın burada, der, memleketin en ünlü ailelerinin çocukları burada, sen gençsin…
Ve bir fikir verir:
- Derse girince miskin bir çocuk bul, ona çıkış, sınıfa gözdağı ver, belki disiplini sağlar tutunursun…
Karakurt denileni yapar.. İlk derste miskin bir çocuğu tahtaya çağırır. İnadına zor bir soru sorar:
“Derunundan çıkan ahı, beeyr’in başına koysam?”
Bunun anlamı nedir? Çocuk şaşırır…
Güneş Gazetesinde 1982 yılından itibaren Arka Pencere... Milliyet’te 1986’dan bu yana Açık Pencere adıyla yayınlanan bu köşenin bulunduğu sayfayı ilk günden beri kesip saklarız. O sayfalar 6 ayda bir ciltlenir. Sonunda elimizde 80’i aşkın cilt birikmiş durumda. Bu ciltler ne olacak?
Bir üniversite kütüphanesine vermeyi düşündük. İki üniversite ile temas ettik. Önerimiz pek ilgi görmedi. Çünkü kütüphanelerinde yer kalmamıştı.
Bazı üniversitelerin ise, acı gerçek, kütüphaneleri yoktu.
Bu konuyu Facebook sayfamızda yayınladık. Bazı okurlar koleksiyona talip oldu. Yaşar Üniversitesi biz alabiliriz, diye haber gönderdi.
Sonunda müjdeyi Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Turgay Olcayto verdi:
- Bu koleksiyonu bizim basın müzesine verelim, sözleriyle bizi mutlu etti. Müze Müdürü Saadet Altay’la konuşuldu. O da fikre katıldı. Ciltleri bir iki gün içinde müzeye nakledeceğiz. Böylece son 40 yılın yazıları müzede, ilgilenen herkesin elinin altında bulunacak. Bu sayfalardaki konuların bir kısmı
Cep delik cepken delik… Ama maşallah keyfimizden lüksümüzden de hiç geri durmuyoruz... Ne zaman cep telefonunun yeni markası piyasaya çıksa bazıları bir gün önceden mağazanın önünde kuyruğa giriyor. Herkes birbirini yiyor. Elektronik öğretmeni okurumuz Ali Özdemir yazıyor:
“!997 yılından beri taşınabilir telefon kullanıyorum. Aradan geçen 26 yılda hep en düşük fiyatlı olanları kullandım. Bundan da hiç rahatsız olup gocunmadım.
Şu anda da yerli malı, 2 - 3 bin TL fiyata satılan Re... Marka bir cihaz ile işlerimi görüyorum.
93 bin TL’ye telefon alan insanlara makul gözle bakmıyorum.
Babam da elektrikçi olduğu için 10 yaşımdan beri elektrik, elektronik ile ilgiliyim. 30 yıldır da sürekli bilgisayar kullanıyorum. Elektrik, elektronik ve bilgisayarla ilgili 30 kadar da kitap yazıp yayınladım. Kullandığım bilgisayar da 14 yıllık olup hala her işimi görmektedir. Kolumdaki saat de sadece 1 dolar değerindedir.
Telefon, bilgisayar, TV, buzdolabı, çamaşır makinesi, bulaşık makinesi, fırın, otomobil vb. gibi eşyaları satın alırken yerli
Kelimelere, tariflere, sıfatlara, sayfalara sığmayan bir basın duayeniydi 100 yaşında kaybettiğimiz Hıfzı Topuz. Doktoralı gazeteci, yazar, edebiyatçı, tarihçi, aydın. Ömrü boyunca fikir özgürlüğünün, gazeteciliğin ve yayıncılığın gelişmesi, güçlenmesi, yasaklara uğramaması için mücadele etti. Gazeteciler Sendikası’nın kurucusuydu. Üniversitelerde gazetecilik dersleri verdi. 1958 yılında Türkiye’de işsiz kalınca bir burs bulup Strazburg’a gitmişti. Sonrasını anlatır:
“UNESCO’da bir ilan olduğunu öğrendim adaylığımı koydum. ‘Uğraşma 80 aday var. O 80 adaydan bir kişi alınacak’ dediler. Ben kazandım. Ondan sonra hayatım büsbütün değişti. UNESCO bana yeni ufuklar açtı. Bütün dünyayı gezdim. “
Bu göreve seçilmesinde Türkiye’nin Avrupa’daki itibarı da rol oynamıştır.
Emeklilikten sonra biyografik romanlar yazmaya başladı. 50’den fazla kitap yazdı. Son nefesine kadar kalemi elinden bırakmadı. Artık aramızda değil ama kitapları gelecek nesilleri yıllarca aydınlatacaktır. Minnettarız.
Hıfz
Genç bir kadın, bir hemşire, kısa sohbetimiz sırasında aniden şu soruyu sordu:
- Siz 25 yaşındayken hangi pişmanlıkları duydunuz, keşke şöyle yapsaydım, şöyle karar alsaydım dediğiniz neler oldu? O zaman ne yaptınız?
Ben hiç düşünmeden cevap verdim:
-Ben 25 yaşımdayken o zamana kadar yaptığım hiçbir şeyden pişmanlık duymadım. Kayıplarım olmadı değil. Çok kayıplarım oldu. Lisede iki yıl kaybettim. Ama bu yılları kayıp saymadım. Lisede derslerden kaçıp haylazlık ettiğim zamanlarda kitap okur, şehrin arka mahallelerini dolaşır, okulun monoton havası yerine sokakların cıvıltılı, renkli yaşamlarını gözlerdim. Üniversitede 4 yıl kaybettim ama zaman boşa geçmedi, televizyonda çalışıp bir meslek sahibi oldum. Hayal kırıklığı anlarımda:
- Demek ki öyle olacakmış, der, geçerdim…
Genç Hanım merakla dinlerken şunu ekledim:
- Ben gençlik yıllarında hep geleceği düşündüm. Sevdiğim bir mesleğimin olmasını diledim. Geçmişe bakıp “keşke”lerle vakit geçirecek yerde kendime gelecekte bir yer aradım. Her genç hayata böyle bakmalı. Dil