Eski Başbakan Yardımcısı ve SHP Genel Başkanı Erdal İnönü’yü ölümünün 16. yılında (31 Ekim 2007) saygı ile anıyoruz...
Erdal Bey saygın bir bilim adamı, siyasetin gülen yüzü ve birçok alanda örnek bir kişilik olarak tarihe iz bıraktı.
Onun hayatından bir sahneyi, Selçuk Erez’in “Aykırılıklar Gereklidir” adlı kitabından aktaracağız.
2005 yılında kuşkulu bir Ermeni konferansı düzenlenmiş, baskılar üzerine yeri değiştirilmiş, Boğaziçi Üniversitesi’nden Bilgi Üniversitesi’ne alınmıştı. Pek iyi niyetli bir konferans değildi ama konferansın iptali için yapılan baskıları Erdal İnönü düşünce özgürlüğüne aykırı bulmuştu.
Erdal Bey’in dinleyici olarak Bilgi Üniversitesi’ndeki konferansa gelişi sırasında protestolar olmuş, Erdal Bey’e “O vatan hainlerinin arasına girmeyin” yollu uyarılar yapılmıştı. Gerisini kitaptan okuyalım:
“Erdal Bey konferansın sonunda evine giderken protestocuların yumurta, domates atmaya başlaması karşısında polisler çevresini sarıp korumaya, evine
Yatıp kalkıp Cumhuriyet’i eleştiren, her türlü kabahati Cumhuriyet’i kuranlara yüklemeye çalışanlara birkaç soru:
- Türkiye, İngiliz işgali ve Vahdettin yönetimi altında kalsa daha parlak bir geleceğe mi yönelecekti?
- Sevr anlaşmasının öngördüğü topraklara razı mı olsaydık?
- Türkiye için Atatürk’ten daha iyi kurtuluş programı olan bir lider vardı da Atatürk ona engel mi oldu?
- Türkiye’yi 1938’den bu yana Atatürk ve Cumhuriyet ilkelerine sıkı sıkıya bağlı iktidarlar yönetti de sıkıntılarımız bu nedenden mi kaynaklandı?
Siz neyi savunuyorsunuz, açık konuşun...
***
Cumhuriyet başarılı mı oldu başarısız mı?
Yarın Cumhuriyet’in 100. yılını kutluyoruz...
29 Ekim 1923 aynı zamanda çağdaş Türkiye’nin doğum günüdür.
Cumhuriyet baştan sona titizlikle planlanmış ve Atatürk’ün sağlığında adım adım uygulanmış bir uygarlık projesidir
Atatürk, Dünya Savaşı’ndan 550.000 kayıpla çıkan, Mondros Antlaşması’yla orduları dağıtılan, ağır silahları elinden alınan, tünelleri, demiryolları, tersaneleri ele geçirilen, toprakları işgal edilen, sanayileşmemiş, şekeri bile ithal eden, savaş yorgunu, yıkık ve perişan bir ülkeyi bağımsız ve çağdaş bir ülke haline getirmeyi başarmıştır.
Atatürk, önce bir vatan, sonra bir millet sonra da bu millete çağdaş ve uygar bir gelecek hazırlamıştır.
Cumhuriyet o dönemde aynı zamanda demokrasi demektir.
Meclis duvarına vurulan “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” damgası aynı zamanda demokrasinin ilanıdır.
İlim ve fen hem savaş meydanlarında hem uygarlık savaşında başlıca yol göstericidir.
Cumhuriyet’in yüzüncü yılını kutluyoruz... Ancak ne siyaset ne toplum düzeyinde bir 100 yıl heyecanı göze çarpıyor. Tarihçi Prof. İlber Ortaylı üzgün:
- Kimse kusura bakmasın, hiçbir cumhuriyet 100. yılını böyle kutlamaz, diyor, Amerika’dan, Fransa’dan Rusya’dan örnekler verdikten sonra:
“Halkımız Cumhuriyet’in getirdiklerinin, kazançlarının farkında değil” diye devam ediyor.
***
Yıllar içinde unutuldu veya unutturuldu...
Bağımsızlık savaşı ve onuru hangi koşullarda kazanıldı? Cumhuriyet kurulurken ülkenin genel manzarası neydi? Atatürk kendisinden başka tek bir kişinin bile Cumhuriyet’i düşünmediği bir ortamda bu muazzam projeyi nasıl gerçekleştirdi? 600 yıllık padişah egemenliği nasıl oldu da bir günde halka devredildi? Cumhuriyet Türkiye’si başta laiklik olmak üzere onca devrimi nasıl yaptı, görülmemiş hızdaki kalkınmayı nasıl sağladı?
Kitap yok, kütüphane yok, müze yok, tiyatro yok, sinema yok, radyo yok...
Cumhuriyet’in 100. yılında Türkiye’nin örnek projeleri canlanıyor gözümüzde. Bir küçük örneği Alpullu’dan Nermin Ketenci’nin araştırmasından aktaralım:
“Alpullu Şeker Fabrikası 1926’da açıldı, Türkiye’nin ilk şeker fabrikasıydı. Sosyal tesislerinde basketbol, futbol sahası, yüzme havuzu ve mini golf sahası vardı. Çalışanların barınma konusuna uzun vadeli çözüm getirmek üzere tasarlanan Alpullu Şeker Fabrikası işçi konutları, ileriki yıllarda yapılacak fabrika yerleşkelerine örnek oluşturacaktı. Bu endüstriyel kompleksler, Anadolu’ya modern kültürü ve çağdaş yaşamı taşıyan öncülerdi. İkiz bahçeli konutlar, arkalarında meyve ve sebze bahçeleri, önde çocuklar için oyun alanlarıyla, işçilerin konforlu bir hayat sürdürmelerini sağlayacak şekilde planlanmıştı. Memurlarla işçiler, Tekirdağ ve Erdek’teki yaz kamplarında 15 gün tatil yaparlardı. Kahvaltı serbest, öğlen ve akşam yemekleri tabldottu. Akşamlar şarkıcı,
Profesör Ferit Güven adını pek duymamışsınızdır... Onun adını duyurmak gibi bir çabası da yok zaten… Kendisi ABD’de Earlham College’da felsefe dersleri veren bir öğretim üyesi... Ancak o kadarla yetinmiyor... Türkiye’de “meet up mobil” uygulamasında yer alan “Felsefe Diyalogları” grubunun sanal toplantılarına uzaktan katılıyor. Felsefeyle ilgilenen her yaştaki insana ücretsiz bilgi aktarıyor. Dersleri olağanüstü lezzetli geçiyor. Yaz tatillerinde de ülkesine gelerek bu toplantılara bizzat katılıyor. Bu ilgisinin nedeni sorulduğunda şöyle diyor:
“Yıllardır ABD’de yaşıyorum. Türkçe felsefe dilini unutmamaya çalışıyorum. Hem de ülkeme biraz yararım olsun istiyorum...”
Prof. Ferit Güven
Ferit Hoca yazları Türkiye’ye yalnız gelmiyor. ABD’den Türkiye’ye ilgi duyan öğrencileri de beraberinde getiriyor. Onları felsefenin doğduğu topraklarda gezdiriyor. Aydın Miletos, Efes, Assos’u gezdirerek Amerika’daki öğrencilerine felsefeyi yerinde anlatıyor. Böylece onların
Dünya yeni bir vahşet çağını yaşıyor... Kendilerini uygarlığın merkezi gören Avrupa ve Amerika... Ne çocukların gözyaşına aldırıyor ne hastane yatağındaki insanların öldürülmesine ne savaş hukukuna ne bir soykırıma...
Savaşların ağası ABD, iki uçak gemisini ve 12 refakat muhribini bölgeye yollamakla yetinmiyor... Bay Baydın da (Joe Biden) uçağa atlayıp İsrail’e iniyor. Ve hastane patlamasına teşhisi şıp diye koyuyor:
“Benim gördüklerime göre patlamaya diğer taraf (İslami Cihad) sebep oldu.”
İsrail kuzeye göç eden sivilleri bile vuruyor.
İran ve Hizbullah yalnızca konuşuyor.
Filistin Cumhurbaşkanı “Hamas Filistin’i temsil etmiyor” diyerek eylemsizliğe kılıf hazırlıyor.
Madalyonun öteki yüzüne geçersek... Soruluyor:
Hamas İsrail’e karşı yıldırım operasyonuna girişirken karşı tarafın hangi canavarlıklara başvuracağını, faturayı en ağır şekilde Gazze’deki masumlara ödeteceğini düşünmedi mi?
Yıllardır Bodrum Konacık’ta yaşayan ve halinden memnun olan emekli general dostumuz bu defa öfkeli:
- Bodrum’da su bitti Melih Bey, diyor telefonda, sabahtan beri sular kesik, son üç günde iki tam gün kesinti yapıldı.
- Oturduğunuz sitede depo yok mu?
- Var ama depodaki su da bitti...
- Suyun biteceği belli değil miydi? Bir tasarruf kampanyası yapılmadı mı? Yatırım yapılmıyor mu?
- Yatırım yapılsa en azından iki günün biri borular patlamazdı. Belediye ve devletin ortak çalışarak tedbir alması gerekir. Ama böyle bir ortak çalışma görülmüyor. Yakında iki taraf birbirini Bodrum’u susuz bırakmakla suçlayacak hiç kuşkum yok...
- Sizin bir öneriniz var mı?
- Hiç vakit geçirmeden Manavgat’tan tankerlerle su taşısınlar. Taşıma suyla değirmen dönmez ama başka çare görmüyorum...